El Sanatları
Sanatı tanımlamaya çalışan çeşitli görüş ve düşünceler çoğunlukla sanatın güzeli, güzel olanı ifade etmeye çalıştığına atıf yapar. Beslendiği unsurların çeşitliliği ve etki ettiği, hitap ettiği kitlenin kültürel yapısı sanat kavramının anlam alanını zenginleştirmekte ve tanımını güçleştirmektedir.
Sanattan ayrı olarak el sanatlarına konu olan ürünlerin kullanım değerleri vardır. Geleneksel el sanatlarımız mesleğinin ustası zanaatkârların elinde belli bir biçime kavuşan ürünleri işaret eder. Örneğin bugün Rize yöresinde, artık üretimine devam edilmese de, geleneksel el sanatları arasında saydığımız pilekilerin yapılma amacı, ürünü gören insanlarda göz zevki oluşturmak, güzel yargısının oluşmasını sağlamak değil, yemek pişirme kabı ihtiyacına cevap vermektir. Genel olarak el sanatı ürünlerinin hemen hepsinin üretilme amacı öncelikle kullanım değerlerinin olmasıdır. Bakırdan yapılan mutfak eşyaları, fındık çubuklarından örülen sepetler, dokuma tezgâhlarından çıkan ürünlerin hepsi öncelikle insanların gündelik ihtiyaçlarına cevap vermek üzere üretilmişlerdir. Hepsi birer ihtiyaç nesnesidirler. Zaten bu nedenle üretim süreçleri sanattan ayrı ve farklı olarak “zanaat” sözcüğüyle tabir edilmiştir. Günümüzde geleneksel üretim biçimlerinin hemen tümü el sanatı olarak tabir edilmektedir. Zanaatkârların yaptığı ürünü “el sanatı” yapan ve zanaatkârı sanatkâr yapan, mesleklerini icra ederken gösterdikleri ustalıktır. Ustaların hünerlerini ortaya koydukları ürünler sıradan üretimin yanında kendilerini hemen fark ettirirler. Eşyaya gerekli olan biçimi vererek kullanım değerini temin etmenin yanında ayrıca bir nitelik olarak onu “güzel” kılabilen ustalara sanatkâr sıfatı verilir.
Geleneksel el sanatları, insanların gerek günlük faaliyetleri için ihtiyaç duydukları eşya ve aletlerin üretilmesi gerekse estetik zevkin gelişmesine katkı yapmaları bakımından kültürümüzün önemli unsurları arasındadır. El sanatlarının öğrenilmesi mutlaka usta-çırak ilişkisi üzerinde gelişir. Bu süreçte çırak sadece meslek öğrenmekle kalmaz; mesleği öğrenirken bulunduğu yörenin gelenek ve göreneklerini, söz kültür unsurlarını ve halk kültürü araştırmalarının inceleme konusu olan çeşitli bilgileri de edinir.
Günümüzde geleneksel el sanatlarımız endüstriyel market ürünleri karşısında ihtiyaç ürünü olarak rağbet görmemektedirler. Geleneksel el sanatları içinde demircilik ve bakırcılık gibi çok fazla emek isteyen meslek kollarında üretilen ürünler, uzun yıllar kullanılabilecek dayanıklılığa sahiptirler. Gerek dayanıklı olmaları gerekse üretim aşamalarında çok fazla emek istemeleri nedeniyle bu meslekler günümüzde geçerli olan endüstriyel üretimle rekabet edememektedirler. Günümüzde uzun ömürlü ve dayanıklı ürünler değil, modaya uygun ve dolayısıyla da kısa ömürlü ürünler tercih edilmektedir. Kısa ömürlü ürünlerin tüketimini dayatan modern dünyada, emek isteyen uzun ömürlü ürünlere yer yoktur. Dolayısıyla da modernleşme ile doğru orantılı olarak el sanatları, yerini endüstriyel ürünlere bırakmaktadır.
El sanatı ürünlerinin talep görmemesi sonucunda bu mesleklere yönelik ilgi de azalmıştır. Mesleğin devam etmemesi, el sanatı ürünlerinin kaybolmasının yanında, mesleğin icrası için gerekli olan halk bilgisinin de kaybolmasına neden olmaktadır. Bu bakımdan geleneksel el sanatları ustalarının, sadece mesleği yaşatan değil, geleneksel halk kültürünü günümüze taşıyan ve yaşatan insanlar olarak değerlendirilmeleri gerekmektedir.
Çay tarımının yaygınlaşmaya başladığı 1960’lı yıllara kadar yöre halkının geçim faaliyetleri tarım, hayvanlık, balıkçılık, imalat ve ticaret üzerine kuruluydu. Bölgedeki tarım faaliyetleri için ihtiyaç duyulan aletlerin yapımı demircilik, ahşap işçiliği ve örücülük gibi el sanatlarının gelişmesine zemin hazırlamıştır. Ev inşa etmek için taş ve ahşap işçiliği; mutfak eşyalarının üretimi için gerekli olan bakırcılık marangozluk gibi el sanatları yörede köklü geçmişe sahiptir. Zengin bitki örtüsüne sahip olan bölgede ağaç işlerinde kızılağaç, şimşir, ıhlamur, kestane, ceviz, fındık, gürgen, erik, elma gibi ağaçlar kullanılır. Bu ağaçlarla çekme sofra, iskemle, sandalye, kaşık, tekne, kovan, yayık, kadı, gerdel, kepçe, ezmelik, beşik, sandık gibi çok çeşitli alet ve eşya yapılırdı.
Dokumacılık Rize’de ilkçağlardan bu yana yapılmaktadır. Yörede yetişen kendir bitkisi dokumacılığın temel hammaddesi olmuştur. Bu saydıklarımızın dışında yöre müziğinin başlıca enstrümanları olan kemençe ve tulum çalgıları da Rize ve çevresindeki ustalar tarafından yüzyıllardan beri üretilmektedir.
Ağaç İşleri
Zengin bitki örtüsüne sahip olan bölgede ağaç işlerinde malzeme olarak kızılağaç, şimşir, ıhlamur, kestane, ceviz, fındık, gürgen, erik, elma gibi ağaçlar kullanılır (KK. Şahin Çolak).
Bu ağaçlardan çekme sofra, iskemle, kaşık, tekne, kovan, yayık, kadı, gerdel, kepçe, ezmelik, beşik, sandık, bavul, hedik, namaz tahtası gibi çeşitli alet ve eşyalar yapılır. Ahşap eşyalar kullanım amacına uygun ağaçlardan yapılır. Mesela gerdel, kestane tahtasından, yayık çam tahtasından yapılır. Mutfakta kullanılacak ve dayanıklı olması istenen kaşık eşyaların yapımı için ise şimşir ağacı tercih edilir.
Ceviz ağacından yapılan konsollar eski evlerde mutlaka bulunan ve bugün antika kabul edilen mobilyalardandır. Yükseklikleri 1-1,5 metre kadar olan konsolların en üstte iki veya üç, alt sıralarında ise tek gözlü çekmeceleri olurdu. Üstte bulunan küçük çekmecelerde takı ve süs eşyaları saklanırdı.
Her genç kızın çeyizi için mutlaka sandığı olurdu. Bu sandıkların yapımında da yine ceviz ağacı tercih edilirdi.
Örgü malzemeleri arasında en güzeli daha çok Artvin dağ köylerinden getirilen sarmaşık tabir edilen bir nevi köktür. Örgüyle yapılan işlerde az da olsa renk karıştırılarak örgüye muhtelif desenler verilir.
Çocuklar, büyükler, ihtiyarlar ve kahvehaneler için farklı boy ve tiplerde iskemle ve sandalye yapılır (Özgüner, 1970: 81). İskemle örme işinde sarmaşık, kendir ipi ve mısır yaprağı gibi çeşitli malzemeler kullanılır. Pazar ilçesinde tabure formunda, “kuli” denen sandalyeler yapılır. Kuli yapımı için en iyi ağaç kestanedir. Sandalyelerin yapımında kullanılacak ağaçların on bir veya on ikinci ayda kesilmiş olması gerekir. Bu dönemde kesilen ağaçlar sert ve kuru olur. Kesilen ağaç biçildikten sonra kuruması için bir yıl bekletilir. Rizelilerin güzelle yararlıyı bütünleştirdikleri tasarımlar olarak dikkat çeken iskemleler Trabzon tarafında daha çok dikdörtgen şeklinde yapılırken Rize’de yapılanlar kare şeklindedir (Barışta, 1997).
Ahşap tekne yapımı:
Tekne yapımcılığı denizi ve ormanı birleştiren son derece orijinal bir meslek ve kadim bir sanattır (Davulcu, 2015: 55). Doğu Karadeniz’de hemen tüm kıyı şehirlerimizde tekne yapan ustalara rastlamak mümkündür. Bölgede yapılan tekneler türlerine göre şu şekilde gruplandırılabilir; balıkçı tekneleri, gezinti tekneleriyle kayık ve sandallardır. Bugün üretimine devam edilen teknelerden önce, daha basit kayıklar yapılıyordu. Kayığın iskeletinin yapımında kestane ağaçlarından hazırlanan malzemeler kullanılır. Kestane ağacı yüksek mukavemetli ve uzun ömürlü bir ağaç olması nedeniyle ustalarca tercih edilmektedir (Davulcu, 2015: 69). İskelet üzerine çakılan tahtalarla da kayık doğal şeklini alınır. Kayıkların alt kısımlarına sürtünmeye karşı dirençli olması için sert ağaçtan kayak eklenir. Arka kısmına takılan manivelalı bir tahta ile de yönünü tayin etmesi sağlanır.
Yapımı tamamlanan her tekneye bir isim verilir. Teknelerin suya tören eşliğinde indirilirler. Suya atmak veya denize atmak denilen teknenin suya indirilme merasiminde mutlaka bir kurban kesilir (Davulcu, 2015: 78).
Beşikler:
Bebek uyutmak için yapılan beşiklerin yanın sıra daha küçük ebatlarda yapılan beşiklerin oyuncak olarak da kullanıldığı görülür. Beşiklerin yapımında dayanıklı olmaları için kestane ve ceviz ağaçları tercih edilir. Beşikler ahşaptan boncuk kesilerek süslenir. Canlı renklerle boyanan ünitelerin birbirine çakılmasıyla oluşturulan beşiklerin gürgen ve kestane ağacı kullanılarak yapılan boncuk ve halkaları beşik salladıkça ses çıkarır.
Ahşap Süsleme ve Oymalar:
Betonarme evlerin yaygınlaşmasından önce ev inşaatında ahşap, tüm Doğu Karadeniz’de olduğu gibi Rize’de de yoğun olarak kullanılırdı. Kiremit kullanımının yaygınlaşmasından önce çatı örtüsü olarak dahi hartama denilen tahtalar kullanılırdı. Ahşap kullanımının yaygın olması, ahşap ustalarının zaman içinde sadece ihtiyaca cevap vermekle yetinmeyerek sanat zevkini ortaya koyabilecekleri seviyeye ulaşmalarını sağlamıştır. Buna karşın süslemelere daha çok nayla ve bazı köy evlerinin cephelerinde rastlanır. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Ordu ve Artvin arasında 30 yıl kadar önce hemen her köy evinin yanında görülen yiyecek depolanan ambarlara Trabzon ve Rize illerinde serender veya nayla denilir. Tamamen ahşaptan yapılan naylalar, yapımına gösterilen özen ve ahşap işçiliğiyle dikkat çeker. İşinin ehli ustalar naylayı, bir yerden başka yere nakledilebilmeleri için hiç çivi kullanmadan, tamamen ahşap geçme usulüyle yaparlar. Evlerdeki ahşap işçiliğine nazaran naylalardaki ahşap işçiliğinin daha gösterişli olduğu hemen fark edilir. Türk kültüründe nimet kutsaldır. Bu yapıların inşasında gösterilen özenin sebebini de yiyeceğe gösterilen saygı da aramak yanlış olmayacaktır.
Süsleme ve oymacılık yörede en üst seviyede, bazı ahşap camilerde görülür. Özellikle minber işçiliğinde sanat değeri yüksek örnekler bulmak mümkündür.
Mısır Fidesi ve Yaprağıyla Yapılan Örgü İşleri:
Taze mısır fidesi koparılıp kaynatılarak örgü malzemesi haline getirilir. Mısırın dış kabukları da (kapçık) soyulup kaynatılarak örgü malzemesi olarak kullanılır. Kaynatılıp yumuşatılan yapraklar ince parçalara ayrılır. Bu ince parçalar üçlü burgular halinde dokunup uzatılır. Bu şekilde elde edilen iplere çami adı verilir. Bu çamiler iskemle üzerinde dört taraftan gezdirilerek örgü tamamlanır (Güvelioğlu, 2007: 34). Günümüzde geleneksel örgü malzemelerinin yerine sentetik iplikler kullanılarak iskemle örücülüğü yapılmaktadır.
İp haline getirilen kapçıklardan iskemle, koltuk, kazan ve tencere altlığı, şapka, çanta, zembil, el sepeti ve çamaşır sepeti örülür.
Pazar ve Ardeşen ilçelerinde örgü iskemle, sandalye ve koltuklar daha yaygındı. Örgü olarak yapılanlarda mısır yaprağı ya da sarmaşık kullanılırdı. İskemle ve sandalyelerin ayak kısımları çeşitli ağaçlardan, genellikle şimşir ve fındık ağaçlarından yapılırdı.
Mısır bitkisinin sadece yaprağı değil, gövdesi de örme işinde malzeme olarak kullanılabilir. Ekilen mısırdan verim alabilmek için, fideler 30-35 cm boya ulaştıklarında “rokopi” denen seyrekleştirme işlemine tabi tutulur. Koparılan mısır gövdeleri güneşte bekletilip kurutulur. Boyları örücülüğe uygun olanlar seçilerek suda pişirilir. Pişirilen mısır sapları tekrar kurutulur. İyice kuruduktan sonra ip şeklini almaları için birbirlerine sarılarak çevrilirler. Bu şekilde ip oluşturulur. Mısır saplarından paspas, hasır, tava-tencere altlığı gibi basit eşyalar üretilirdi.
Sarmaşık örücülüğü:
Doğu Karadeniz’de yetişen sarmaşığın Rize dışında işlendiğine rastlanmamıştır. Güve tutmayan sarmaşık bu özelliğinden dolayı örücülükte tercih edilmiştir. Toplanan sarmaşıkların yaprak ve dalları temizlenir. Büyük kazanlarda suda pişirilir. Pişirildikçe üst zarı soyulmaya başlar. Zarı soyulan sarmaşıklar kazandan çıkarılır. Zarları temizlenir. Sonra ortadan ikiye bölünür. Gövde çok kalınsa üçe de bölünebilir. Pişirilip kurutulan sarmaşıklar işlenmeye hazırdırlar (Rize El Sanatları, 2004: 30). Sarmaşık kullanılan eşyalar genellikle iskemlelerdir. Naylon ipler çıktıktan sonra sarmaşıktan örülen ürünler kaybolmaya başlamıştır. Çay tarım alanlarının yaygınlaşması, sarmaşığın seyrekleşmesine yol açmıştır.
Sepet Örücülüğü:
Bitkisel örücülüğün hemen bütün Doğu Karadeniz’de olduğu gibi Rize el sanatlarında da önemli bir yeri vardır. Köy yerleşimlerinin hemen tümü dik yamaçlar ve engebeli araziler üzerinde kurulu olan Rize’de ulaşım yakın zamanlara dek ancak iki kişinin yan yana yürüyebileceği dar patika yollardan sağlanabiliyordu. İnsanlar yüklerini şayet at veya eşekleri yoksa bu patika yollarda sırtlarındaki sepetlerde taşıyorlardı. Otomobillerin yüksek köylere ulaşmasına imkân veren yolların yapımına kadar yörede yaşayan insanlar için fındık veya kestane çubuklarından örülerek yapılan sepetler gündelik hayatın vazgeçilmez bir parçasıydı. Bugün yöreye ait eski fotoğraflara baktığımızda örgü sepetleri, doğu Karadeniz kadınını temsil eden bir sembol olarak da görebiliriz. “Genellikle kadınlar, kıyıyla köy arasındaki başlıca ulaşım aracı idiler. Karadeniz kadını kendi yükünü kendi taşır ve nereye gitse sepeti arkasından eksik etmezdi” (Zihnioğlu, 1998: 21). Türkü ve manilerde de sepetten çokça bahsedilmiştir: Ahmet Kabil ile İlyas Kazdal arasındaki atma türküden derlediğimiz dizeler bunun bir örneğidir:
Ahmet Kabil: Yağmur yağdı kesmedi kontenjanum dolmayı
İlyas Kazdal: Ekisper seçtirmeden çayımızı almayı
Ahmet Kabil: Taşıdım sepetleri bak dizlerum tutmayı… (http://orhannaciak.com/kitap.aspx?kitapid=12&sayfano=65)
Üretilen sepetler daha çok çay, mısır, fasulye ve çeşitli yüklerin taşınması amacıyla kullanılır. Sepetlerin yapımında fındık, komar, kestane gibi ağaçlar tercih edilir. Fındık ve kestane çubukları sepetin örgüsü için, komar ağacı ise sepetin ayakları için kullanılır. Sepetler, örgülerine göre kalın ve ince örgülü olmak üzere iki gurupta incelenebilir. Ağır yükler için yapılan sepetlerde kalın örgüler, hafif yükler için yapılan sepetlerde ince örgüler kullanılır.
Fındık dallarını çıtlatıp kırdıktan sonra çakıyla kesilen düz şeritlerle örülen sepetler ayaklı (topuklu) ve ayaksız olmak üzere iki türlüdür. Topuksuz parçalar yayvan gövdeli ve genellikle saplı tasarımlara sahiptir. Topuklu parçalar ise tek topuklu, ağız kısmına doğru genişleyen üzüm toplamaya yarayan, ince uzun gövdeli tiyeter / teyeter, daha büyük boyutlu iki topuklu ve topuklarına ip bağlanarak sırtta taşınan çay sepeti / sırt sepeti ve üç topuklu yük sepetidir (KK. Bekir Hervenik; Barışta, 1997).
Yöre insanı bir şey imal ederken öncelikle dikkat ettiği konu işlevselliktir. Sepetler de kullanım amaçlarına göre farklı formlarda örülür ve değişik isimlerle anılırlar (http://ozhanozturk.com/2017/08/29/sepet-cesitleri/).
Çiten / Hercel / Küfe / Paska: Çalı sepeti de denilen bu sepetlerin örgüleri geniş aralıklı olur. Taze fındık çubukları hiç yontulmadan, geniş aralıklarla dizerek örülür. Kuru yaprak taşımak için kullanılan büyük sepetlerdir.
Galat: Meyve taşımak için kullanılanlara denir.
Garnal: Yaygın şekilde kullanılan el sepetidir. Kola takılarak taşınır. Yöreye göre “karnal, karnali, ğençkeli” gibi isimlerle de anılır.
Gudeli: Yüksek boylu ağaçlardan meyve toplamak için yapılan, ince-uzun yapılı sepet çeşididir.
Humi: Kestane ağacının kabuğundan yapılan meyve sepetlerine denir.
Kalaf: Daha çok gübre taşımak için kullanılan büyük boy sepettir.
Kalati: Fındık veya kestane ağacının çubuklarıyla örülen bir sepet çeşididir. Daha çok çay taşımak için kullanılır.
Karnal / Garnal / Karnali: Kolda taşınan, derinliği 15-20 cm kadar olan sepetlere denir.
Kuiça / Kuviça: Meyve taşımak için kullanılan, elde taşınan sepetlere denir. Kuviçaların üstlerinde yuvarlak bir de sapı vardır.
Metruş / Metuşi / Metroşika: Sırtta taşınan orta boy sepetlere denir.
Peçehter: Yaprak taşımada kullanılan, çitenden daha küçük sepetlere denir.
Tikina: Çay ve fındık taşımak için kullanılan orta boy sırt sepetine denir.
Tiyeter / Teyeter: Daha çok üzüm toplamak ve taşımak için yapılan ince ve uzun sepetlere denir. Tiyeterlerin dip tarafı sivridir. Dar ve uzun yapısı sayesinde sepetin içindeki üzüm salkımları ezilmeden taşınabilir.
Toka / Sele: Sapı yoktur. Toka ile bele bağlandığı için bu isimle anılır. Hafif yükler için kullanılır.
Sepet Yapımı
Çubuklar kesildikten sonra bir hafta kadar bekletilir. Sonra bir çentik açılarak dizde eğilmek suretiyle tomaç (temeçi) denilen şeritler elde edilir. Şeritlerin bazısının bir tarafı bazısının iki tarafı kabuğundan tamamen soyulur, beyazlatılır. İki tarafı beyaz olanlara diyoçi ve istami denir. Bunlar sepetin boyuna, dikme olarak kullanılır. Tek tarafı beyazlaştırılanlara tomeçi veya ifadi denir.
Sepet yapmaya sepetin ağzı için bir adet kalınca çubukla başlanır. Bunlara merali denir. Bunlar yan yana uzatılıp dikmeler üzerine örülerek sıralanır. Sonra daire haline getirilir ve dikmelere tomeçiler bir alt bir üst şekilde örülür. Dibe doğru sepet daraltılır. İki adet çatallı komar odunu dip kısma karşılıklı olarak yerleştirilir. Bunlara topuk denir. Omuzlara geçirilecek iplerin bir ucu sepetin yarıdan biraz yukarısında, sonmeral denilen çubukla sağlamlaştırılmış kısma bağlanır. İplerin diğer uçları topuklara sabitlenir.
Sepetler boyutlarına ve kullanım amaçlarına göre farklı şekillerde ve boylarda üretilirler.
Çocukların da kullandığı meyve sepetlerine bazı yerlerde dingina denir.
Çok büyük boydaki sepetlere kilelik de denir. Kile, dört kot yani iki tenekelik bir ölçü birimiydi. Bu ölçüler daha çok mısır tartmada kullanılırdı.
Tulum çalgısı gövde, ağızlık ve nav olmak üzere üç kısımdan oluşmaktadır. En basit tanımıyla tulum, içi boşaltılan tulumun uçlarından birine nav diğerine de ağızlık takılarak üretilir. Tulum, hayvan derisinden elde edilir.
Tulum yapımı üç aşamada gerçekleşir. Birinci aşamada gövdeyi oluşturan tulum hazırlanır. 6-7 aylık bir oğlak kesilir ve hiç bıçak kullanmadan derisi yüzülür. Kıllarını tamamen temizlenebilmesi için derinin iç kısmına kireç ve mısır unu sürülür. Daha sonra süt ya da peynir şırasına yatırılır. Bir miktar tuz, şap ve mısır unuyla terbiye edilir. Terbiye edilen derinin bel ve boyun kısımları bağlanır, arka ayakları gövdeye kadar kıvrılıp dikilir (Taş, 2015: 175).
İkinci aşama nav ve ağızlık yapımıdır. Bu parçalar mutlaka şimşir ağacından yapılır. Şimşir ağacı çok sert ve dayanıklı olduğu için tercih edilmektedir. Nav kısmına bir veya iki tane perdeli kamış yerleştirilir. Tek kamışlı navlarda üstte 6, altta 1; iki kamışlı navlarda ise birinde 2 diğerinde 5 olmak üzere 7 tane delik bulunur (http://www.rizekulturturizm.gov.tr/TR,113022/tulum-yapimi.html). İki kamışla yapılan tulumla çalınan ezgiler genellikle iki sesli olarak icra edilir. Tulumda 6 nota vardır; mi, re, do, si, la ve tüm delikler kapalıyken çıkan sol sesi (https://www.frmtr.com/muzik-enstrumanlari/5745697-tulum-ve-notalari.html). Tulum ezgileri çoğunlukla Hüseyni makamındadır. Çünkü bu makam dışındaki sesleri çıkarmak özel beceri gerektirmektedir. Tulumun her iki kamışı da aynı ses aralığına sahiptir. Bu sayede ezgiler, tulum çalan kişi tarafından çok sesli bir şekilde icra edilebilmektedir
Son aşama, derinin üzerine geçirilecek kılıfın yapımıdır. Bu kılıflar kadife kumaştan yapılmaktadır. Buna süsleme amacıyla simli iplerle yapılan sutaşları eklenmektedir. Tulum, sıcak havalarda kuruyabilir, ıslanırsa da çürüyebilir, bunlara karşı bakım amacıyla badem yağı sürülerek, hafif nemli kalması sağlanır.
Kemençe yapımında erik, dut, ardıç gibi sert ağaçlar tercih edilmektedir. Sert ağaçlardan yapılan kemençe hem iyi ses verir hem de dayanıklı olur.
Kemençe yapımında “tekne” denen ana gövdenin yapımıyla başlanır. Dört köşe olarak kesilen parçanın üzerine kemençenin ana hatları çizildikten sonra gövdenin iç kısmı oyularak boşaltılır. Daha sonra “boğaz” adı verilen kemençenin üst kısmı şekillendirilir. Tellerin bağlanacağı kort kulakları, kemençenin boğaz kısmına takılır. Tekne kısmının üzeri ladin ağacından yapılan kapakla kapatılır. Kemençenin ön yüzünde, kapağın üzerinden tellerin geçtiği kısma kravat adı verilir.
Gövdenin alt uç kısmına kurbağacık adı verilen parça telle tutturulmaktadır. Daha sonra kapağa birbirine paralel iki ince delik açılmaktadır. Bu deliklerden birinin alt kısmına küçük bir ağaç parçası yerleştirilmekte ve bu can direği olarak adlandırılmaktadır. Bu takılmadan kemençenin ses çıkarması mümkün değildir.
Teller takılmadan önce cila ve vernik işlemleri yapılır. Telleri taşıması için gövdeye, “eşek” adı verilen ters “u” biçiminde bir parça eklenir. Telleri takılan kemençe akordu yapılarak kullanıma hazır hale getirilir.
Kemençe, uzun ince bir çubuğa takılan at kuyruğu veya misina teli ile yapılan yay ile çalınır. Kemençenin fiyatını çıkardığı ses belirler. Bu nedenle daha iyi ses çıkarması için yay tellerine reçine sürülür.
Demircilik
Türklerin en eski mesleklerinden biri olan demircilik Rize’de çeşitli tarım aletlerinin imalatıyla sınırlı olarak yaşamaya devam etmektedir. Önceleri kaza ve nahiyelerde dahi mutlaka bir demirci bulunurdu. 1960’lı yıllara kadar kazma, balta, orak, çapa gibi tarım aletlerinin yanı sıra ev inşasında gerekli olan kapı tokmakları, menteşeler, ev içinde ocaklarda gerekli olan zincir, sac ayak ve hayvanları koşumları için gerekli olan aletler için demircilere ihtiyaç duyuluyordu. Günümüzde Rize’de mesleğe devam eden demirciler kazma, balta orak gibi aletler yapmaya devam etmektedir KK. İrfan Karaali).
Körük ve örs demirci atölyesinin bel kemiğidir. Çeşitli boylarda çekiçler, kızgın demiri tutmaya yarayan kıskaç ve maşa, pürüz gideren törpü, keski, makas gibi aletler demircinin eli ayağıdır.
Demire su verme, yapılacak alete göre değişik usullerde yapılır. Kızdırılan demire çekiç darbeleriyle istenilen şekil verildikten sonra tam korlaşmadan suya veya yağa daldırılıp söndürülerek su verilir. Bu işlem üç defa tekrar edilir. İlk denemede çok kızdırılırsa alet ters olur ve atar. Son su vermede tuz veya potas da kullanılır. Sebebi ise demir tavında iken hava ile temasını kesmektir.
Teneke fener:
Çayeli’nin tenekeciler çarşısında yakın zamana kadar bulunabilen fenerler teneke olarak isimlendirilen ince galvanizli sacdan yapılmaktaydı. Gelberi ve likmen olarak açıkta yanan türleri de bulunan fenerlerin üstündeki halka ile asılan, üçgen prizma tepelikli ve kenarları camdan yapılmış dikdörtgen gövdelileri de vardı. Aydınlanmak için balıkyağı yakılan fenerlerde sonraları gaz yağı kullanılmaktaydı.
Bakırcılık
Bakır, kolay işlenen bir metal olduğu için eski çağlardan beri alet yapımında kullanılmıştır. Rize’de ve çevre illerde bakır madenciliğinin tarihi çok eskidir. Madenciliğe bağlı olarak bölgede bakır işçiliğinin tarihi çok eskidir. Osmanlı döneminde, 19. yüzyıla kadar işletilmeye devam eden bakır madenlerinden elde edilen hammadde, Rize ve çevresindeki bakır işçilerinin elinde çeşitli ev eşyalarına dönüşürdü. Rize’de bakır işlemeciliği 19. yüzyılın sonlarına kadar yerli Rumların tekelindeydi. Bakırcılık sanatını Rumlardan ilk öğrenenler Salarhalı (Çaykent) ustalardır.
Rize bakırcılar çarşısı 20. yüzyılın başlarında kuruldu. En haraketli zamanını 1950-1960 yıllarında yaşadı. Bu tarihlerden sonra önce alüminyum daha sonra da çelik tencere ve mutfak eşyaları yaygınlaşmaya başladı. Bakır eşyalar eskisi kadar talep görmez oldu. Bakırcı ustaları geçim sıkıntısıyla başka işlere yöneldi ve çarşıdaki çekiç sesleri azalmaya başladı. 1990’lı yıllara gelindiğinde çarşıda sadece 5-6 dükkân kaldı. Günümüzde Rize’de bakır eşya yapan usta bulunmamaktadır. Mevcut bakırcılar ihtiyaç halinde bakır eşyaları onarmakta ve başka şehirlerden getirttikleri ürünleri satmaktadırlar (KK. Şaban Dal).
Yörede, bakır eşya üretiminde kullanılacak malzeme Rize’den elde edilebildiği gibi Zonguldak, Trabzon, Samsun gibi çevre illerden de temin edilebiliyordu. Örs, tokmak, çekiç, makas, körük, eğe, kaynak makinesi gibi araçlarla, daha çok dövme tekniği kullanılarak bakır şekillendiriliyordu.
Rize bakırcılığında genellikle dövme tekniği uygulanır. Rize bakır dövmeciliği daha fazla işçilik isteyen ince çekiç dövmeciliğine dayanır. Bakır işçiliğine ham bakırın, yapılacak eser ölçüsünde makasla kesilmesiyle başlanmaktadır. Kesilen parça yapılacak ürüne göre, tokmakla dövülerek şekillendirilir. Kabaca şeklini alan parça, körükle ısıtılarak yumuşatılır. Üzerine tuz, şap yağı, nişadır ve suyla yapılan karışım sürülür. Bunun ardından çekiçle dövme işlemine geçilir. Yapılan eşyaya sap eklenecekse lehim yerlerine teneşir ve kaynak tozuyla yapılan karışım sürülür ve kaynak makinesiyle lehim yapılır. Son olarak yüzeydeki pürüzler eğeyle alınıp zımpara ile parlatılır. Rize’de yapılan güğüm, kazan ve ibrik gibi eşyaların alt bağlantı yerleri geçme-dövme şeklinde daha dayanıklı yapılır.
Bakırcılıkta üretilen başlıca ürünler: Güğüm, istemi (büyük güğüm), ibrik, maşrapa, el leğeni, bakraç, sağacak, süzgeç, çamaşır leğeni, hamur teknesi, lahmi kazanı (ineklere yiyecek pişirilen büyük kazan), tava, tencere, pekmez tavası, sahan, lenger (yayvan büyük sahan), tas, sini, tepsi, çaydanlık ve cezvedir.
Bakır İşlemeciliği:
Bakır işlemeciliğinin en önemli özelliği, bu ürünlerin tek parçadan imal edilmesidir. Bu şekilde yapılan bakır eşyalarda lehim, kaynak ve benzer metalleri birleştirici işlemler kullanılmaz.
İşlenecek olan bakır parça ocakta tavlanır. Yumuşatılan bakır çekiçle dövülerek istenen şekle getirilir. İşlenecek olan desen çizildikten sonra çekiçle dövülerek işlenmeye başlar. İşlemelerde en çok kullanılan motifler bitkisel desenler, kuş şekilleri ve hayvan motifleridir (Çiçekoğlu, 2014: 31).
Mutfak eşyası olarak kullanılacak ürünler kalaylanır. Kalaysız bakır eşya kullanımı çok azdır. Kalaycılık da bakırcılığa paralel olarak canlı bir dönem yaşamıştır.
Çok emek isteyen bakırcılık mesleği, hazır mutfak eşyalarının yaygınlaşmasıyla birlikte tercih edilir olmaktan çıkmıştır.
Dokumacılık
Doğu Karadeniz’de İç Anadolu bölgesinde dokunan kilim ve halıların şöhretinde halıcılık faaliyeti yoktur. Bunun bir nedeni hayvancılık faaliyetlerinin dokuma için gereken yün ve ip için yeterli olacak kadar fazla olmayışıdır. Bir diğer neden de el sanatlarının sadece ihtiyaçları karşılamakla sınırlı olarak üretilmesidir. Evlerde dokuma tezgâhlarının bulunduğu dönemlerde havlu, peşkir, mendil, peştamal ve benzeri giysiler dokunurdu. Yöre insanları keten bezi dışındaki dokuma ürünlerini ticari mal olarak düşünmemişlerdir. Yörede halı türünde sayılabilecek yolluk, paspas olarak kullanılan dokumalara rastlansa da bunlardaki işçilik özenli değildir.
Eski bez ve giysi parçaları ince olacak şekilde kesilip uçkur haline getirilir. Bu bez parçalarına purtuli denir. Purtuli topları dokuma tezgâhlarında işin ehli kişiler tarafından dokunarak kilim haline getirilirdi (Güvelioğlu, 2007: 34).
Dokumacılık konusunda Rize ve çevresi zengin bir geçmişe sahiptir. Herodotos’un tarihinde bölgedeki keten dokumacılığından söz edilmektedir (Herodotos, 2012: 165). Rize yöresinde dokumacılıkta kullanılan başlıca hammaddeler kendir ipi, pamuk ipi ve yün ipliktir. Kendir ipinden feretiko, ketan ve şut bezi üretilir. Kendir bezinin çözgüsü ve atkısı kendir ipliğinden olursa kaba ve kullanışsız olur. Çoğunlukla çözgüsü tire ipliği, atkısı kendir ipliği olarak dokunur. Dokumalar bir renkli (monokrom) ve birden fazla renkli (polikrom) dokumalar olmak üzere iki türlüdür.
Tek renkli dokumalar kendir ipi olarak isimlendirilen kenevir ipiyle dokunanlar, yalnız pamuklu iplikle dokunanlar ve kendir ipi, ipek iplik, pamuklu iplik bileşimleriyle dokunan yörede melez olarak isimlendirilen dokumalar şeklinde gruplandırılabilir.
Pamuk ipliğinden Rize bezi, masa örtüsü, çarşaf, peçete ve peştamal üretilir. Yün ipliğinden ise kilim, şal, heybe ve çorap üretilir. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde bahsettiği feretiko, önemini 1950-1960 yıllarına kadar korumuştur. Rize’den top top ihraç edilen kendir dokumaları çay tarımının yaygınlaşmasıyla ve kendir ekiminin yasaklanmasıyla üretimi durma noktasına gelmiştir (KK. Emriye Öksüz; Fatma Kapıcıoğlu).
Kendir bitkisinin ekimi yasak olduğu için geleneksel feretiko üretimi yapılamamaktadır.
Günümüzde üretimine devam edilen pamuklu dokumacılığın tarihi ise daha yakın bir tarihe, 1940’lı yıllara dayanır (Ak, 2000: 215).
Feretiko ve Rize bezi:
Rize’de yapılan dokumacılığın en çok bilinen ürünü Rize bezidir. Rize’deki geleneksel dokumaların en çok tanınmış olanı ise feretikodur. Geleneksel dokumalarda keten ve kenevir liflerinden elde edilen doğal iplikler kullanılıyordu. Kenevir ekimi yasaklandıktan sonra dokumalarda farklı hammaddelerden elde edilen iplikler kullanılmaya başlandı.
Seferberlikten önce Rize’de 200 ton civarında Keten bezi dokunurdu. Üretilen dokumalardan halkın ihtiyacı dışında kalanı ihraç edilirdi. Bu rakam, o günlerin şartlarına göre uluslararası önem taşıyan bir üretim miktarıydı. Bu bez ince, aynı zamanda dayanıklı ve de sağlamdı. Feretikodan yapılan iç çamaşırı, vücudun terini emip kurutabildiği için özellikle Arap ülkelerinde varlıklı kişilerin, şeyhlerin aradığı bir eşya idi. Erkeği gurbette bulunan kadın, tarlasından ihtiyacına göre elde ettiği kendir elyafından, kışın boş ve uzun günlerinde, 3 kilo kadar ipliği bükebilirdi.
Çay tarımı öncesinde, iklimin uygun olmasının sonucu kenevir ekimi Rize de geniş alanlarda yapılıyordu. Rize ikliminin az güneşli ve çok yağmurlu oluşu, kenevir liflerinin sertleşmesine engel oluyordu. Rize de yetişen kendirden elde edilen liflerden çok ince iplik bükülebilmekte ve bununla da kumaş / bez dokunabiliyordu.
Feretiko dokumanın evreleri:
- Genellikle Nisan mayıs aylarında ekilen tohumlar 5 ay sonra (Ağustos, Eylül aylarında) olgunluğa erer. Kendir bitkisinin boyu 1,5-3 m arasında değişir. Olgunlaşan kendir bitkileri koparılır. Tohumluk olarak bırakılan (kuvel) olgunlaşması için bir müddet daha koparılmadan saklanırdı.
- Hasat edilen kendir bitkisinin kökleri kesilir. Dal, yaprak ve başları temizlenerek açık havada serilir. Güneş ve yağmura maruz kalan bitkinin liflerinin odunsu kısmından ayrılması sağlanır.
- Kendirler elle kırılarak lifleri ayrılır. Kol kalınlığındaki life bağ, 40 adet bağa da yumak denir.
- Kendir yumakları tokmakla alt üst çevrilerek dövme usulü ile liflerin ayrılarak ince tanecikler haline gelmesi sağlanır.
- Dövülmüş yumaklar kofta ile kesilerek (uskuli) küçük yumaklar haline getirilir.
- Küçük yumaklar önce vurçi ile sonra ince odun tarakla taranarak iyisi (ros), kötüsü (ifale) ayrılır.
- Ros ve ifale lifler roçeye sarılır. Üstüne rokaat bağlanır. Roçe bir değneğin başına konur, değnek beldeki kuşağa sokulur. Yığ ve elle işlenerek iplik haline getirilir.
- İplikler kelepçeye çözülerek iplik yumağı (şina) haline getirilir.
- Şinalar kazana atılarak odun külü ve kaynar sudan yapılan kül suyu ile ağartılır.
- Ağartılan şinalar kendir lif vermesin diye 12 saat kadar mısır unundan yapılan hamurda bekletilir.
- Hamurdan çıkarılan iplikler yıkanır. Yıkanan iplikler anemiraya sarılarak sağra yardımı ile kalam ve masuralara sarılır.
- Kalama sarılan iplikler feretiko tezgâhına ros olarak sergilenir.
- Masuraya sarılan iplikle makoç haline konur. Tezgâha konan tek, çift ros ipliklerin arasında makoç bir sağa bir sola atılır. Her atıştan sonra atılan iplik tarakla sıkıştırılır. Bu işleme devam edilerek dokuma işi yapılır.
- Dokunan feretiko bezi çeşitli yöntemlerle ağartılarak kullanılacak hale getirilir.
Rize ırmak ve dere sularında fazla oranda ozonun varlığı, kasarlamada bezlerin beyazlatılmasında önemli rol oynamaktadır. Bazen beyazlatma, deniz suyunda varolan klor sayesinde sahilde de yapılmaktaydı. Rize suları kireç tenörü ölçeği 4 dereceden düşük olduğundan bu nitelik de üretiminden önemli rol oynamaktadır (Rize El Sanatları, 2004: 7-8).
Kendirin lifleri çok yumuşaktır. Bu lifler önce suya batırılarak yumuşatılır, sonra elde eğirilerek ince iplik haline getirilir. Daha sonra da o dönemde İngiltere'den ithal edilen Water cinsi pamuk ipliği ile el tezgâhlarında dokunarak bez haline getirilirdi. Ham kendirin rengini ağartmak için, deniz kenarındaki çakıllar üzerine serilen bu bezler sık sık deniz suyuyla ıslatılarak güneşte kasarlanmaya tabi tutulurdu.
Keten bezinden de gömlekler üretilirdi fakat Rize yöresinde daha çok feretiko gömlek giyilirdi. Feretikodan dikilen gömleklere iplik gömleği denirdi (Kazmaz, 1999: 376).
Feretiko bezi ketene göre çok ince aynı zamanda dört kat daha dayanıklıdır. Dokunduğunda bej rengindedir. Bütün bezler yıkandıkça solarken feretiko yıkandıkça beyazlanır. İpeksi görünüşte olmasına rağmen sert bir kumaştır. Gözenekli yapısıyla vücudun hava almasını sağlar (http://biriz.biz/rizebezi/index.htm).
Rize bezi:
Feretikodan farklı olarak bugün bilinen ve kullanılan Rize Bezinin tarihi çok eski değildir, imalatı ilk olarak İkinci Dünya Savaşı yıllarında yapılmaya başlamıştır. 1959 tarihinde yayınlanan bir makaleye göre Rize’de 1300 dokuma tezgâhı çalışmaktadır (Eren, 1959: 28). Kısa sürede yaygın şekilde üretimine devam edilmiş ancak çay tarımına geçilmesinden sonra Rize yöresindeki üreticiler için önemini yitirmiştir.
Rize bezinin deseni özeldir. Desenler oluşturulurken mahalli motifler kullanılır. İpliği sentetik karışmamış merserizedir. Sıhhat yönünden ter çekici ve serin tutucudur. Rize bezi, kışın sıcak, yazın serin tutma özelliğinden dolayı özellikle gömlek, atlet üretiminde, bunların yanı sıra perde, yatak odası – salon takımları gibi çeşitli ev eşyalarının yapımında da kullanılmaktadır.
Örgü İşleri
Yün Örgüsü:
Başlık, kazak, hırka, yelek, eldiven ve çorap türlerinden oluşan el örgülerinin arasında yün çoraplar, desenleriyle dikkat çeker. Ya kısa ya uzun konçlu olarak yapılan çorapların beş şişle örülenleri ünlüdür.
Çorap Örgücülüğü:
Çorap örme işi, yörede yaşayan kadınların, özellikle yaşlı kadınların, boş zamanlarını değerlendirdikleri uğraşlardan biridir.
Çorap örmede Rizeli kadınlar 5 şiş kullanır. Düz veya fantezi örgü denen iki farklı teknikle çorap örerler. Düz örgüde desen yoktur. Fantezi tekniğinde ise, örgü kabartılarak çoraba çeşitli desenler verilir.
Örgüye çorabın burun (peceh) kısmından başlanır. Çorabın uzunluğu baldır veya dize kadar olur. Sadece ayak kısmını örten çoraplara patik denir. Kadınlar için örülen çoraplar telli ve süslü olabilir. Süs amacıyla çoraplara üçüncü bir ip kullanarak çalik denilen kabarık desenler verilir ve bu çoraplara da “çalikli” denir. Çoraptaki desen ne kadar fazlaysa çorap o kadar değerli kabul edilir.
Genç kızlar çeyizleri için deseni ağır çoraplar hazırlarlardı. Ağır desenli bu çoraplar kaynana verilirdi. Yeni gelinler, kendilerini görmeye gelen misafirlere, onlara verdikleri değeri göstermek amacıyla yün çorap hediye ederlerdi.
Hemşin Çorabı:
Yörede çorap önceleri tamamen koyun yününden işlenerek ve dört şişle yapılmakta idi. İlk zamanlarda tek iplikle yapılan bu çoraplar sadece tek ve düz desenliydi. Yörede keşfettikleri bir bitkiden kök boya elde ederek yünleri boyadı ve desenlere renk kattılar (Rize El Sanatları, 2004: 22). Zamanla desende süslemeler gelişti, nakışlı çoraplar dahi üretildi. Yöreye özgü çoraplar daha çok desenleriyle dikkat çeker (KK. Reyhane Bozkurt; Özlem Kobal; Zehra Muslu).
Titer: Titer, kelebek cinsi bir böcektir. Çok hareketli olduğu için mecazi olarak yöre insanını tasvir eder.
Eğrili: Hemşin’in inişli çıkışlı ve zikzaklı patika yollarını, doğal yapısını tasvir eder.
Kereç: Bu desen ismini büyük meyve ağaçlarının meyvelerini toplamak için kullanılan araçtan almıştır.
Çalikli: Çalılık anlamında olup şive değişikliğine uğrayarak çalikli şeklini almıştır.
Buruk acı: Çamlıhemşinli için gurbet zarurettir. Gurbetteki yakınını düşünen kadının işlediği desenlerin adıdır.
Çorap desenlerinin sarmaşık, bukma (burgu), oluk, kiraz, sepet gibi çeşitleri de vardır.
Hemşin dışında İkizdere’de Cimil ve Kabahor yün çoraplarıyla ünlüdür.
Kıl Örgüsü:
Fındıklı ve Ardeşen’in keçi beslenen köylerinde keçi kılından çorap örülmektedir. Keçi kılları düz ve kıvrımsızdır. Sert keçi kılları, örüldükleri zaman kar ve su tutmaz. Böylece içeriye kar, ıslaklık ve nem sirayet etmez. Keçi kılından çorap, kazak, başlık, eldiven, süt süzgeci gibi eşyalar örülür.
Kırkılan kıllar güneşe serilir. İçlerinden yumuşak olanlar seçilir. Genç hayvanların kılları yumuşak, yaşlıların ki sert olur. Seçilen kıllar taranarak uzunlamasına yan yana getirilmiş olurlar. Taranan kıllar iplik haline getirilir. Keçi kılından yapılan ip ne kadar ince ise o kadar değerlidir.
Taranmış olan kıllar 20-25 gram ağırlığında parçalara ayrılır. Bu parçalara tapul denir.
Boyu 30-35 cm olan, ora kısmı şişman, uçları ince, odundan yapılmış yığ, tapulları iplik haline getirmek için kullanılır. Tapullar yığa takılır ve yığ döndürülür. Yığ döndürüldükçe tapullar ipe dönüşür.
İşlemeler
Yağlık, peşkir, seccade, bohça, yastık gibi bir şok ev eşyasına işleme yapıldığı görülür. İşlemelerde yaban gülü, çilek (hamacuna), kavlağan yaprağı, kiraz gibi bitkisel desenler; cami ve taka çizimleri ile üçgen, kare, dikdörtgen, daire gibi geometrik desenler tercih edilir.
Tenteneler ince örgü alanında büyük zenginlik arz eder. Genellikle yatak takımlarına, peşkirlere, bohçalara dikilen ya da tığla monte edilen tenteneler arasında yastık giymesi olarak adlandırılan yastık kılıfları hem işlemeleri hem de tenteneleriyle ilgi çekmektedir.
Kanaviçe, oya, dantel çeyiz işlemeleri için devam edilen işlemelerdir.
Tığ danteli, iğne oyası ve mekik oyası biçiminde çeşitleri olan dantel örücülüğünün Rize’de en çok görülen çeşidi tığ dantelidir.
Tığ danteli: Çember, çarşaf, yastık geymesi (Yastık kılıfı) ve peşkirlerin kenarlarını ve pencere perdelerinin alt kısımlarını süsler (http://orhannaciak.com/kitap.aspx?kitapid=10&sayfano=12).
Yorgancılık
Kökeni Orta Asya’ya dayandırılan yogurkan - yorgan, göçlerle Anadolu’ya gelip yerleşen insanlar tarafından üretilmeye devam edilmiştir (Taş, 2015: 182).
Genellikle yüzü ve astarı farklı ve kumaştan örneğin ipek atlas, mermeşahi, basma vs. kumaşlardan hazırlanan yorgan kılıflarının ya pamuk ya da yünle doldurulduğu, tek dikişle dikildiği ve ağırlıkla çift kişilik yorgan yapıldığı görülmektedir.
Yörede yorgan yapımında, diğer yöre yorgancılarının kullandığı gibi kumaş, tebeşir, pergel, makas, yüksük, makine ve kalıp gibi malzeme ve araçlardan yararlanılmaktadır.
Yapımı, ilk olarak deri ya da saten kumaşın, mermerşahiyle, bir kenarı açık kalacak şekilde dikilerek kılıf oluşturulmasıyla başlamaktadır. Kılıfın içi pamuk, yün ya da elyafla doldurulmaktadır. Elyaf, yorganın hafif olması için tercih edilmektedir. İçi doldurulan kılıf, içindeki malzemenin kabarması için hallaç motoruna atılmaktadır.
Kabartma işleminin ardından, kılıfın açık olan kısmı da dikilmekte ve hazırlanan bu parça, yüzeyinin düzleştirilmesi için sopalanmaktadır. Sopalama işleminin ardından, içindeki malzemenin kaymaması, yüzeye tutturulması için illeme (teyelleme) yapılmaktadır. İllemenin ardından, kıy işlemine yani kenar sıralarının çekilmesi aşaması gerçekleştirilmektedir. Yorgan yüzeyine uygulanacak deseni, renk belirlemektedir (Taş, 2015: 183).
Taş İşçiliği
Doğu Karadeniz’de görülen kesme taştan yapılan geleneksel evler tuğla ve betonarme malzemelerin yaygınlaşmasından sonra seyrekleşmeye ve giderek kaybolmaya başladı. Göz dolma ev ve serender yapımı tamamen durmuştur. Bakanlıkların veya kişisel meraklar ile restore edilen evler pek nadir görülmektedir. Restore edilmeyen evler yıkılmakta yerine geleneksel mimarinin ürünü olmayan betonarme yapılar inşa edilmektedir. Su değirmenleri eskisi gibi rağbet görmediği için, taş köprüler de yerlerini modern yapılara bıraktıkları için taş işçiliğinin gerektiren iş alanı kalmamıştır. Bu gelişmelere bağlı olarak da kesme taş ustalarına Rize yöresinde artık rastlayamıyoruz.
1960’lı yıllara kadar Rize’de yaygın bir iş koluydu taş işçiliği. Özellikle Çayeli ilçesinde Taşhane ve Kesmetaş Mahallelerinde taş işçiliği yaygın olarak icra edilyordu. Çayeli’ndeki taş ocaklarından daha çok kapı ve pencere kenarlıkları, fırınların içinde kullanılan taşlar çıkarılıyordu. Kesmetaş mahallesindeki taş ocağından alınan taşlar diğer ocakların taşlarına nisbetle daha yumuşaktı. Yumuşak oluğu için pileki yapımına elverişliydi ve bu ocaktan çıkarılan taşlarla uzun süre pileki yapıldı. Burada yapılan pilekiler yakın çevreye ve Rusya’ya gönderilirdi (Kazmaz, 2002: 949).
Rize’nin taş işçiliği örnekleri arasında yakın zamanlara kadar üretimi devam etmiş olan pileki (peleki) adı verilen pişirme kaplarının önemli bir yeri vardır.
Pileki İşçiliği
Pileki, taştan oyularak yapılan, içinde daha çok mısır ekmeği pişirilen ancak kullanımı ekmekle sınırlı kalmayan, mısır ekmeğinin yanı sıra içinde çeşitli yemeklerin de pişirildiği kaplara denir.
Ev içindeki yer ocağının önemli bir parçası olan pilekiler Doğu Karadeniz’in kırsal meskenlerinde 1970’lere kadar olan yaygın şekilde kullanılmıştır. Bu tarihlerden itibaren aşhaneler bölünerek yerlerini oturma odaları ile mutfaklara pilekiler de kuzinelere veya elektrikli fırınlara bırakmaya başlamıştır (Uzun, 2008: 39).
Geleneksel Karadeniz evlerinde pileki, aşhanenin vazgeçilmez öğelerinden biriydi. Eski evlerde ev içinde yere kazılmış olan hafif çukur, ocak olarak kullanılırdı. Pileki, ocak çukurunun içine, üst kenarı zemine denk gelecek şekilde gömülerek sabitlenirdi. Mutfak bacasından ocağın üzerine sarkan bir zincir bulunur. Ucunda çengel olan ve boyu alçaltılıp yükseltilebilen bu zincirin ucundaki çengellere kazanlar ve güğümler asılır. Pileki ile duvar arasında 10-15 cm yüksekliğinde ve 30-40 cm genişliğinde bir basamak bulunur. Buna tömele taşı / temel taşı denir. Yemek hazırlanırken bu taşın üzerine konan gaz lambalarıyla aydınlatma sağlanırdı. Temel taşı bu nedenle “ışıklık” olarak da adlandırılır. Basamağın üzerinde her an ocakta kullanılabilecek pileki sacı, sacayağı ve kıylık gibi aletler hazır bulunur.
Pileki işlenebilen, ısıyı ileten, ısınınca çatlamayan, homojen dokulu, su ve havayla temasta bozuşmayan kayalardan oyularak elde edilir. Rize’nin İyidere ve Çayeli ilçelerinde pileki yapmak üzere açılmış taşocaklarında, yapısında andezit ve bazalt bulunan ve pileki yapımı için çok uygun olan kayalar vardır. İyidere’nin Taşhane köyündeki Pileki Mağarası, uzun yıllar pileki imal eden ustaların çalıştığı yapay bir mağara olup günümüzde müze niteliğinde bir ziyaret yeridir. Pileki mağarası, pileki yapımına uygun taş katmanlarının özellikle yatay yönde kesilmesiyle genişlemiştir. Bu işleme “kaya kesme” denilmekteydi (Uzun, 2008: 26).
Pileki taşı zeminden kesiliyorsa buna döşeme, cepheden kesiliyorsa buna da kaya denir. Döşemeler aşağı doğru geliştikleri için farklı özellikteki kayaları keserler. Kayalar ise yatay yönde gelişir ve daima aynı özellikteki taşlardan olurlar. Kaliteli pileki için kesici ve yontucu ustaların mahareti kadar taşın cinsi de önemlidir.
Hamsi pişirmek için kullanılan “hamsi pilekisi” veya “hamsi taşı” ve hamsi saklamak için kullanılan “hamsi küpü” de yine pileki çıkarılan taş ocaklarından çıkarılıyordu. Hamsi küpü yaklaşık 45 cm yüksekliğinde ve silindir biçimdedir. Temizlenmiş hamsiler tuzlanarak hamsi küplerinde saklanırlardı (KK. Mustafa Yılmaz).
Taşhanelerde pilekiden başka yemek pişirmede kullanılan “frenk ocağı” ile “güveç kabı” da yapılmaktaydı. Mantuz, mantız da denilen frenk ocakları tüp gazlı ocaklardan önce daha çok memur aileleri tarafından kullanılmaktaydı. Alt kısmına kömür konularak ısıtılır ve üzerinde yemek pişirilirdi. Frenk ocakları ısınmak amacıyla da kullanılırdı. Bugün çok sınırlı da olsa Ünye yöresinde mantuz yapımı devam etmektedir.
Boyutlarına göre çeyrek, yarım, üççeyrek, koltuk ve büyük koltuk olarak adlandırılan bu gereç, özellikle gömme (gömeç) mısır ekmeği pişirmek için kullanılmaktadır (Taş, 2015: 187).