GÜMÜŞHANE HALK KÜLTÜRÜ

El Sanatları

El sanatları sanayi öncesi toplumların en başta gelen tarım dışı faaliyeti olarak, pek çok alandaki ihtiyacı karşılamaya yönelik olduğundan çok geniş bir alanı kapsamaktadır. El sanatları kullanılan malzemenin türüne ve bu malzeme işlenirken kullanılan tekniğe göre çeşitlenmektedir.  Gümüşhane yöresinde tespit edilebilen el sanatları farklı biçimlerde tanımlanabilir.  Yörede ham maddeler esas alındığında ağaç, toprak, maden, taş, deri, lif, ince dal, sap işlemeciliği başlıklarında el sanatları görülmektedir.

Taş İşçilği

Fırıncılık

Fırıncılık da zahmetli işlerden biriydi. Fırında ekmek pişirilecek alanın düzenlenmesi, taban taşının yerleştirilmesi, bacasının yapımı herkesin yapabileceği iş değildi. Fırının alt kısmına yörede uygun yerlerde çıkarılan düz yassı taş yerleştirilir. Bu taşa biley denir. Ekmek pişirilen kısmın üstü ise kubbeli olarak yapılır. Bu bölümün arka tarafına baca yapılır. Ustası az bulunduğu için fırın yapan ustalara, fırını yapıp bitirdikten sonra ücretinin haricinde çeşitli hediyeler de verilirdi.

Taş Ustaları ve Taşçılık

Taş ocaklarından kaba olarak çıkarılan taşı çeşitli amaçlar için kullanılmak üzere işleyen yontan şekil veren süsleyen üzerine yazı yazan ustalara, taş yontucuları veya taş ustaları denmektedir. Taş ustalığı, yapıların kesme ve yontma taş kullanılarak yapıldığı dönemlerin gözde mesleğiydi. Taş işçiliği taş ocaklarından başlar. Taşçılar ocaklarda külünk denilen kesici ve yontucu aletleri ile zeminde yuva açarlar. Daha sonra yuvalara ağız tarafı ince demir keskiler çakarak taş bloğu bulunduğu yerden kırarak çıkarırlar. İyi bir taş ustası taşın damarını bularak balyoz ve keskiyle istenilen boyutta taşı çıkarabilir. İnşaat alanına yığılan taşlar önce külünk ile düzeltilir daha sonra ise tarak denilen aletle dikdörtgen şekilde yontulurdu. Taşların kenarlarının dik olması için gönye ile kontrolü yapılırdı. Beş yüzeyi yontulan taşın bir yüzeyi taraktan geçirilmez. Bu yüzeyine taşın sırt tarafı denir. Yapıda kullanılırken yontulmamış sırtlar yapı ustaları tarafından sırt sırta getirilir ve araya harç atılır. Taş ustalarının maharetli ellerinde bu taşlar şekillenir ve yapıya uygun hale getirilir. Taş ustalarının kullandıkları aletlerden bir tanesi de tarak denilen çelik ağızlı bir alettir. Her iki tarafı keser ağzı gibi ince ve 2-3 mm diş derinliği olan tarak şeklindedir. Taşın yüzeyini aşındırırken bu tarağın dişleri taşın yüzeyinde çizgiler oluşturur.

Geleneksel mimaride dış cephe ve iç mekân süslemesi taş işçiliğinde önemli bir yer tutmaktadır. Taş işçiliğinin mimari dışında en çok kullanım alanı mezar ve mezar taşlarıdır. Oyma, kabartma, kazıma gibi teknikler uygulanmaktadır. Kullanılan süsleme öğeleri, bitkisel, geometrik motifler ile yazı ve figürlerdir. Mimari süslemenin yanı sıra, büyük değirmen taşları, el değirmenleri taşları su yalakları, çeşmeler de üretilmekteydi. El değirmenleri buğday ve mısır yarması öğütmek için bazı yerlerde hala kullanılmaktadır. Taş yontuculuğu günümüzde unutulmak üzere olan mesleklerden biridir.

Değirmencilik

Değirmen, Türkçe bir kelime olup "öğüten araç veya alet, içinde öğütme işi yapılan yer” manalarına gelmektedir. Tarih boyunca çok sayıda türü kullanılmıştır. Arkeolojik araştırmalardan edinilen bilgilere göre ilk kullanılan çeşidi muhtemelen el değirmenleridir. Ayak değirmenleri, su değirmenleri, köle ve hayvanların çevirdikleri değirmenler diğer bazı ilk örneklerdir. Zaman içerisinde çeşitleri artmış, teknolojik olarak gelişmiş şekilleri kullanılmıştır. Kaynakların verdiği bilgilere göre değirmenler, hemen hemen insanlık tarihi kadar eskidir. Büyük ihtimalle insanların sahip oldukları ilk teknolojilerden biridir. Buğday, arpa, mısır, darı gibi tahılların öğütülerek un haline getirildiği yerlere değirmen, bu gibi yerleri işleten veya çalıştıranlara da değirmenci denir. Değirmeni inşa eden ustalara da değirmenci denirdi. Yöredeki değirmenler sahiplerinin adlarıyla anılırdı. Değirmencilik bugün yok olan mesleklerin başında gelmektedir.

Toprak İşçiliği

Tandırcılık

Tandırcılık Gümüşhane’de başlı başına bir meslek grubu oluşturamamıştır. Tandırcılara ait bir çarşı, pazar, dükkân, tezgâh yoktu. Tandırcının iş yeri aynı hane içindedir. Eski evlerdeki merek, ahır, aşhane gibi geniş bölmelerde yapılan bir zanaat dalıydı. Tandırcılar, kırmızı tandır toprağını arabalarla getirirler, ailece tandır yapımı ile uğraşırlardı. Tandır yapmak oldukça zahmetli bir işti.

Guduculuk (Çömlekçilik)

Gümüşhane'de hem bir yemek çeşidi hem de bu yemeğin pişirildiği kaba adını veren güveç halk arasında gudu ya da gudi olarak bilinir. Özellikle Ramazan aylarında gittiğiniz her yerde bir güveç muhabbeti vardır. Fakir zengin her aile Ramazan boyunca mutlaka bir iftarda güveç yapmaya çalışır. Misafirler güveçle ağırlanır. Gümüşhane'nin önemli bir kültür öğesidir. Özellikle yemek kabı veya araç olarak kullanılan güveci tanıyalım: Genel olarak güveç adı altında su testisi, küp, kırıs, gudu, kıylı ve çanak çeşitleri vardır. Eskiden ilçe merkezlerinde ve birçok köyde çömlekçilik yapılırdı. Son dönemlerde sadece merkeze bağlı Dölek Köyü’nde yapılmaktadır. Anadolu'da genellikle bayanların dokuma işlerinde daha becerikli olduğu, bunun dışındaki ağaç, taş ve toprak işlemeciliğinde ise erkeklerin ustalığının ön plana çıktığını görmekteyiz. İlginçtir ki  Dölek Köyü’nde bu işi ustaca yapan bayanlardır. Bu sanat anadan kıza devam etmektedir. Bundan dolayı eski yıllarda Dölek’ten başka köylere kız verilmediği söylenir. Böylece bu sanat kuşaktan kuşağa günümüze kadar devam ettirilmiştir. Dölek Köyü’nün kıraç tarlalarının toprağı güveç yapmak için uygun yapıya sahiptir. Köyün dışından alınan topraklar taşları ayıklanıp, daha sonra su katılarak çiğnenir. Kıvamına gelen çamurdan tamamen ilkel yöntemlerle güveç yapımına geçilir. Çamur gurufa denilen tahtanın üzerinde elde işlenerek şekil verilir. Düzgün şekil vermek için tarak kullanılır. Granzı denilen parça ile ağzına şekil verilen güveç, gogoç denilen parlak taş ile ıslatılıp düzlenir. Fırınlamaya hazır hale gelir. Fırınlama, tezek ve odun ateşiyle ısıtılan tandırda yapıldıktan sonra pişen güveçlerin yemek yapılacak hale gelmesi için zillenmesi gerekir. Zilleme sütle ya da ayranla güvecin pişirilmesi olayıdır ki, bu yapılmazsa güveç dayanıklı olmaz. Bu şekilde hazırlanan güveçler satışa sunulur.

Ağaç İşçiliği

Yapı malzemesi olarak, çevrenin ormanlık olması dolayısıyla ahşap çok kullanılmıştır. Köy ve yayla mimarisinde ahşap hala vazgeçilmez malzemedir. Ayrıca çeşitli ev ve mutfak eşyaları da ahşaptan üretilmektedir.

Marangozluk ve Oymacılık

Marangozluk, yaşamın geniş bir alanına dönük mamulleri üreten geleneksel bir meslek dalıdır. Marangozlukta dolap, masa, sandalye, raf gibi ev ve yapı içi kullanım malzemelerinden; kapı, pencere, sandık vb. araçlar gibi bir ürün yelpazesi söz konusudur. Bazı yörelerde marangozlar büyük ahşap malzemelerin yanı sıra tabure, yer sofrası, kasnak, havan, beşik, topaç, oturak, takunya gibi mamulleri de üretmektedir. Ne var ki daha önceleri yapılan araba, fırıldak, topaç gibi çocuk oyuncakları artık eskisi gibi aranmamaktadır. Oyuncak yapan marangozlar bu yüzden azalmıştır. Marangozların yaptığı önemli gereçler içinde fırın malzemeleri, süt ürünleriyle ilgili malzemeler ve hamur işlerinde kullanılan araçlar da yer almaktadır. Fırın küreği, hamur tahtası, oklava, hamur teknesi, yal külekleri, süt, yoğurt ve ayran külekleri, yayıklar, turşu küpleri, sofra, kovan, kova çeşitleri bunlar arasında sayılabilir.

Marancılık

Gümüşhane’de kağnı arabasının tekerine maran, bunu yapana ise "marancı" denir.  Kağnı arabalarının yaygın olarak kullanıldığı yıllarda doğal olarak marancılık mesleği de çok yaygındı. Maran yapımında sert ve dayanıklı ağaçlar kullanılırdı. Yöredeki öküz arabalarında kullanılan maran genellikle üç parçalıdır. Maranın orta bölümü kenarlara göre daha kalındır. Kenarlara doğru incelir. Ortada yer alan parça daha kalındır ve ortasında mazı deliği bulunur. Yanlardaki parçalar yarım ay şeklindedir. Günümüzde marancılık kaybolmuş sanatlar arasında yerini almıştır.

Sepetçilik

Ağaçların ince sürgünlerinden, bitkilerin odunlaşmamış saplarından faydalanılarak yapılan örgü ve el sanatıdır. Sepetçilik sanatı insanlık tarihiyle başlar. Toplumların kültür tarihlerine katkısı bulunan sanatlardan birisidir. Sepetçilik güzel bir el sanatı olmakla birlikte, bu sanatta uğraşanların iç dünyalarını da dışarıya aksettirir. Sepet örgülerindeki zarafet, renk, doku, desen, şekil çeşitlerinde bunu görmek mümkündür. Sepetçilik genelde bir el sanatı olduğu için her yöreye göre çeşitli şekilleri vardır. Örülen sepetin hangi amaçla kullanılacağı, örgüsünde kullanılacak malzemeyi ve şeklini belirler. Sepetçilikte genellikle ot, mısır sapı, saz, saman sapı, bitki saplarıyla, bodur söğüt, fındık, vb. gibi ağaç filizleri kullanılır. Sepetin yapılacağı malzeme, sepetçi ustası tarafından “yarma demiri” adı verilen bir alet ile düz ve uzunlamasına yarılır. Elde edilen yassı şeritler aralarına yontulmamış çubuklar konularak, bir alttan bir üstten geçirilerek örgü yapılır. Bu örgü hasır örgüsüne benzer. Kökü çok eskilere dayanan sepet örme, sepetçilik sanatı; günümüzde ambalajlama tekniğinin gelişmesiyle biraz gerilemiştir. Çünkü eskiden malların piyasaya sürülmesi, tarım, bahçe, bağ ürünlerinin taşınması, pazara götürülmesi ve pazarlanmaları hep sepetle olurdu. Yörede sepet en yaygın olarak hayvanlara saman, ot taşımak için kullanılırdı. Sepetler kullanılacakları yerlere göre çeşitli boy, biçim ve isimde yapılır ve kullanılırdı.

Külekçilik

Külek; bal, yoğurt, yağ, pekmez, süt gibi gıda maddelerini saklamaya ve taşımaya yarayan kulplu veya kulpsuz mutfak aleti olarak kullanılır. Külekler sayesinde çabuk bozulabilecek yiyecek ve içecekler köylerden kasabalara, kasabalardan şehirlere taşınır. Bozulmadan her şeyi muhafaza edebilen küleklere ekmek ve tuz da konulur, hatta bunların kendine özgü bir şekli olurdu. Külek yapımında beyaz dut, siyah dut, sultani söğüt ve ceviz ağacından elde edilen keresteler seçilir. Testerelerle pürüzsüzce kesilen tahtalar marangoz boyası ile boyanır. Boyanan tahtalar iyice ıslatılır ve ısıtılır. Böylece yumuşatılan ahşap kırılmadan hazır hale getirilir. Kol gücüyle çalışan merdaneli ilkel makineden geçirilerek kıvrık hale getirilir ve çivilenerek kuruması beklenir. Kuruyan tahtalar birleştirilerek perçinlenir. Daha sonra istenirse sap ve kapak takılır.

Sapçılık

Sap, bir aletin, bir kabın elle tutularak kullanılan kısmıdır. Sapı yapanlara da “sap ustası” denir. Kazma, bel, kürek, balta, keser, çekiç ve benzeri gibi aletlerin sapları aletlerin boylarına ve kullanılacakları amaca göre seçilir. Saplar eğer balta, kazma gibi fazla güç gerektiren işlerde kullanılacaksa bunlar için meşe, gürgen gibi sağlam keresteli ağaçlar tercih edilir. İstiflenen saplar istenilen boyutlarda kesilerek ortalama on gün kadar güneşte bekletilerek sağlamlığı ölçülür ve fırınlanır. Daha sonra da istenilen aletlerde kullanılmak üzere ayrılır. Ne yazık ki günümüzde benzer işlerle uğraşan esnafa rastlamak oldukça zordur.

Ambarcılık

Yörede eskiden tahıl ürünleri ambarlarda muhafaza edilirdi. Hemen hemen her evde bir ambar bulunurdu. Ambarın bulunduğu bölüme “ambar evi” denirdi. Bu ihtiyacı karşılamak için ambarcı ustaları devreye girerdi. İlk olarak ambarın iskeleti kurulurdu. Daha sonra tahtalar geçmeli sistemle iskelete monte edilirdi. Ustalar, hünerlerini göstermek için ambarların alınlarına çeşitli motiflerden oluşan süslemeler yaparlardı. Ambarlar bulgurluk, unluk ve buğdaylık olmak üzere bölmeli olarak yapılırdı. Bu ambarlar üstten kapaklı olduğu gibi önden kapaklıları da vardı.

Kovancılık ve Kurunculuk

Eskiden yörede kovan yapımında söğüt, kavak, gürgen kestane ve ıhlamur çam, söğüt, ladin, köknar, gibi yumuşak lifli ağaçların kütüğü kullanılırdı. Bu kütüklerin içi “ayak keseri” ile silindir şeklinde oyulurdu. Bu kovan bazen de iki parça halinde oyularak daha sonra da birleştirilir başlarına kapaklar takılırdı. Bu kapaklardan biri sabittir. Ön kısmına ise arıların rahat bir şekilde girip çıkabileceği kapak monte edilmektedir. Bal imalatı süresince bu kapaklar açılmaz ve sürekli karanlık görünmesi sağlanırdı. Daha sonraki yıllarda teknolojinin gelişmesiyle birlikte fenni kovanlar üretilmeye başlandı. Kovan ustaları, kovan yapımından başka hayvanların su ihtiyacını karşılamak için yörede adına “kurun” denilen su yalakları yaparlardı. Yaklaşık iki üç metre uzunluğunda kalın ağaç gövdeleri tercih edilirdi. Ağacın gövdesinin bir yüzü önce yontularak düzlenir. Başları kapalı kalacak şekilde ayak keseriyle oyulur. Hazırlanan kurun bir çeşmenin önüne veya bir suyun önüne konularak içinde su toplanması sağlanır.  Bazen de suyu karşıdan karşıya geçirmek amacıyla aynı yöntemle su olukları yapılırdı.

Bitki Örme İşçiliği

Semercilik

Semer at, katır, eşek gibi yük taşıyan hayvanların sırtına konulur. Semer genellikle ağaç, çuval, deri ve sazdan yapılırdı. Üçgen çatılıdır ve hayvanın sırtında karnının iki yanına doğru açılan bir biçimdedir. Hayvanın sırtına değen iç tarafı saz doldurulmuş iki kanatlı bir çuvaldır. Yük vurulan üst tarafı semer ağaçları denilen ahşap küçük direklerle çatılır ve üstüne hayvan derisi veya çadır bezi dikilir. Hayvanların omuzları üstüne gelen bölümde üstte yükü bağlamaya yarayan öne doğru çıkıntılı iki kol vardır. Hayvana konulan yük, iple hayvanın sağrısı üstüne gelen bölümdeki kancalara bağlandıktan sonra tekrar omuz başı kollarında düğümlenir. Semer, hayvanın sırtına kolan, kayış veya denilen sağlam bir şeritle bağlanır. Kolanın iki ucu hayvanın kaburgalarından biri üzerinde tokalanır. Karın altından geçtikten sonra, semerin üzerine dolanan bu kolan, semeri hayvanın sırtında sıkıca tutturmaya ve yükün sallanarak düşmesini önlemeye yarar. Semerin omuz başı kollarına "kaş" denir. Semerler, hayvan sahibinin mali durumuna göre sade veya süslü olurdu. Kaşları, kolanları ve üzerine atılan çulu bazen işlemeli olurdu. Bu işi yapan ustalara “semerci” denirdi. Günümüzde evlerde ve bazı işyerlerinde minyatür semerler süs aracı ve dekorasyon malzemesi olarak kullanılmakta dolayısıyla bu el sanatımız azda olsa bu şekilde varlığını sürdürmeye çalışmaktadır.

Hasırcılık

Hasır, kurumuş bitki sapları ve saz gövdelerinin birbirne geçirilmesiyle örülen genellikle taban döşemesi bazen duvar ve tavan kaplaması olarak kullanılan bir cins yaygıdır. Gındıra otu biçilir. Gındıra otu, yemlik otuna benzeyen fakat daha uzun ve sert olan bir bitki türüdür. Biçilen otlar bağ yapılır ve ıslatılır. Kemk adı verilen ağaç tezgâh kurulur. Kendirden yapılan ipler tezgâhın üst ve alt kısımlarındaki ağaçlara sarılır. Bu sarma işlemine “ıyma” denir. Otlar bir defa bükülerek iplerin arasına sokulur ve kilim örme yöntemindeki gibi kirkit denilen aletle üstten vurularak sıkıştırılır. Gındıra otu yerine mısır koçanının iç kısmındaki açık renkli yapraklar da kullanılır.

Urgancılık 

Hammaddesi keten, kenevir, pamuk, yün, keçi kılı vb. gibi ürünler olan ve birtakım işlemlerden geçtikten sonra dokumada kullanılmak üzere ortaya çıkan ürüne urgan denir. Bu işlemi bir takım alet ve teknik yardımıyla yapan kişilere ise “urgancı” denilmektedir. Urgan yapımında kullanılmak üzere koyundan kırkılan yünün temiz olması gerekir. Yörede hayvanların kırkılma zamanı olan mayıs haziran aylarında koyunlar yıkanıp makaslar yardımıyla kırılırlar.  Eğrilecek yünün çok temiz olması gerekmektedir. Yıkama işlemi sert bir zemin üzerinde “tokaç” denilen ağaçtan bir araçla yapılır. Yıkama sırasında yüne veya hammadde ne ise ona yapışmış olan dikenli tohumlar ayıklanır. Bu işlemden bir süre sonra urgan haline gelecek yünün gevşediği, çözüldüğü ve büyük oranda kokusunun gittiği görülür. İyice temizlenen yün kurutulur. Kuruyan yünün kalan pıtrak ve diğer yapışmış şeyleri elle temizlendikten sonra didilip, inceltilmesi için yün tarağında taraklanır. Taranmış yüne yapağı denir. Tarandıktan sonra yün, en önce el ile fitil haline getirilir. Sonra “kirmen,”  ya da “terşi”  ile bükülerek ip haline getirilir. Kirmen veya terşiye sarılan iplikler daha sonra yumak yapılır. Çeşitli bitkisel köklerden üretilen boyalar sayesinde hazırlanan iplerin boyanması da mümkündür. Boyama işleminde ilk aşama çıkarılan köklerin topraklarının temizlenmesidir. Temizlenen kökler iple birlikte ılık suyun içine bırakılır. Bu su kaynayana kadar beklenir. Kaynama, ipin kök boyayı iyice emdiği anlaşılıncaya kadar sürer. Bu işlem sonunda ip soğuması için bekletilir. Bu bekleme süresi genellikle bir gün sürer. Kuruma sonunda ipler soğuk suyla birkaç kez durulandıktan sonra tekrar kurutulmak üzere asılır. Urgancılık özellikle sanayinin gelişmesi ve iplerin tezgâhlar yerine makinelerde dokunmaya başlamasıyla giderek azalmış ve eski işlerliğini yitirmiştir.

Deri İşçiliği

Çarıkçılık

Çarık, insanoğlunun ayağını taştan, topraktan, dikenden koruyan ilk ayak giysisi olsa gerek. Tacirler uzun yolları çarıklı aşarlar, çiftçiler sabanlarının ve kotanlarının peşinde çarıkla yürürlerdi. Hal böyle olunca, geçmiş yıllarda nüfusun çoğunluğu rençper olan yöre insanının giyim ihtiyacını karşılamak için ortaya çıkan çarıkçılık, bir meslek halini aldı. Çarık yapımı şu aşamalardan oluşur: Deri ayağa göre kesilir. Deliklerin açılacağı kenarlarının kılları kazılır. Derinin işe yaramaz kısmı ip şeklinde kesilir. Bu ipe “sırım” denir. Daha sonra bu ip sert ağaçtan yapılan kalın iğne şeklindeki çarık çivisine takılır. Deri ayak üzerine doğru katlanarak burun yapılır. Açılan deliklerden çarık çivisiyle sırım çekilir. Deri başka amaçlar için de kullanıldığı için, ekonomik durumu iyi olanlar derinin sağlam ve kaliteli yerlerinden, ekonomik durumu iyi olmayanlar ise hayvanın kafa derisinden çarık yaptırırdı.

Ayakkabıcılık

Yörede ayakkabı tamirciliğinden başka, iki türlü ayakkabı yapım işi olduğu tespit edilmiştir. Lastik Ayakkabı Yapımı ve Tamiri: Traktör ve otomobil gibi araçların tekeri parçalara ayrılırdı. Elde edilen parçalardan ilk olarak ayakkabının tabanı uygun kalınlıkta kesilirdi. Başka bir parça yeteri kadar inceltildikten sonra ayakkabının üst kısmı kesilir ve yapıştırılırdı. Kesme yapıştırma işlemiyle fabrika üretimi lastik ayakkabıların tamiri de yapılırdı. Gabaralı Kundura Yapımı: Yörede eskiden yapılan ayakkabı türlerinden biridir. Tabanı kösele, üstü ise deriden yapılan bu ayakkabı türünde iplikli dikiş kullanılmaz. Kösele ayağın tabanına göre kesilir. Ayakkabının üstüne kullanılacak deri de kesilerek adına “gabara” denilen çivilerle tabana çivilenir. Baş tarafları mantar şeklinde olan bu çiviler sert ve dayanıklı ağaçlardan yapılırdı. Ağaç çivilerden dolayı yürürken ayakkabıdan kendine has sesler çıkardı.

Metal İşçiliği

Nalbantlık

Binek hayvanlarına bağlı olarak ortaya çıkmış bir sanat olan nalbantlık, demircilikle birlikte gelişmiştir. Yaz boyunca çeşitli işlerde çalıştırılan at, eşek ve öküzlerin tırnakları kırılmasın diye ayaklarına nal çakılırdı. Atı veya eşeği nallarken, bir kişi hayvanı yularından tutar, başka bir kişinin yardımı ile hayvanın nallanacak ayağı tutulup yukarı bükülür, özel bir kesici aletle (yonacak) ayağının altı hafif yontularak temizledikten sonra nalı yerleştirilir ve çivileri çakılır. Öküz nallaması daha zordur. Nallama yapılmadan önce öküz, tırnaklarının yumuşaması için bir süre suya bağlanır. Nallamaya yatırılacak hayvanın mutlaka aç olması gerekir. Aksi takdirde tok olarak yatırılan hayvanın ölümüne sebep olunabilir. Öküzün dört ayağına sicim bağlanır, birkaç kişinin yardımı ile yere yatırılır. Bağlı ayakların arasından, iki ayağı uç kısımda birleşen, uç kısmında ise sırık takmak için delik bulunan ters büyük Y şeklinde kalınca ağaçlardan yapılmış çatal takılır. Çatalın ucuna takılan sırığın üzerine birkaç kişi çöker ve öküz askıya alınır. Böylelikle öküz, ayakları yukarıda kalacak şekilde kımıldayamaz duruma getirilir. Ayak tırnakları yontulduktan sonra nal tırnağa yerleştirilir, mıhların ucu tırnağın üstünden çıkacak şekilde çakılır. Daha sonra mıhların uçları, nalların tırnaklardan düşmemesi için, çekiç ve kerpeten kullanılarak tırnağın üstüne doğru eğilir.  Ancak, öküzlerin ayaklarındaki tırnaklar çift (çift tırnaklı) olduğu için her ayağa iki parça nal çakılır. Bazen nalbant, mıhın yerini ayarlayamaz ve mıhlardan birisini tırnağa derin çakar ve öküzün bir süre topallamasına sebep olurdu. Bu duruma, “öküz mıh aldı” denirdi. Bu durum yöremizde şakalaşma konusu yapılmıştır. Topallayan birine; “hayrola mıh mı aldın” denirdi. Arazisi taşlık olan bazı köylerimizde, tırnakları zarar görmesin, ayakları acımasın diye inekler de nallanırdı. Gelişen teknolojiyle birlikte nalbantlık mesleği kaybolmaya yüz tutmuştur.

Demircilik

Orak, balta, saban, keser, nal, anahtar vb. ürünlerin üretilmesi işine demircilik denir. Fabrika üretimi öncesi pek çok eşya ve alet, insan eliyle demirden yapılırdı. Demirci, demiri dükkânında döver, biçim verirdi. Yorucu, ağır bir meslekti. Daima ateş karşısında, kömür ve demir tozlarına bulanarak çalışılırdı. Örs üzerinde demirin ağır balyozla dövülmesi pazı kuvveti, beden takatı ve sağlam vücut gerektirirdi. Demircilikte ustalar, çırak-usta geleneğiyle yetişirlerdi. Bir kalfa herhangi bir malzemeyi yapabilecek duruma gelince, usta unvanını alır ve kendine bir dükkân açabilirdi. Ancak bu yeni ustanın iş yapabilmesi için eski ustası tarafından yeterliliğinin ilan edilmesi gerekmekteydi. Demircilikte kendine has kıyafetler vardır. Çırak dizlerine kadar uzanan meşin ya da bezden bir önlük giyer. Kalfa ayaklarına kadar uzanan meşin giyer ve ayaklarının üzerinde “ayaklık” denilen meşin de bulunur. Usta ise göğüsten ayaklara kadar uzanan meşin giyer. Görüldüğü gibi demircilik mesleğinde giyilen kıyafet işyerindeki derece ve görevleri de belirtmektedir.   Demircilik mesleğinin önemli özelliklerinden biri de her demirci esnafının kendine has bir sembolünün bulunmasıdır. Geçmişten günümüze kadar sürmekte olan bu gelenek bir malın kalitesinin ve hangi usta tarafından yapıldığının simgesi olması açısından önem taşımaktadır.

Kalaycılık

Kalaycılığın Türk kültürünün bir parçası olduğu çeşitli kaynaklarda anlatılmaktadır. Eski Türkler, bütün ihtiyaçlarını el becerileri ile karşılayarak hayatlarını devam ettirmekte idi. Kalaycılık da bu becerilerden biriydi. Türkler aşlarını kalaylı kaplarda pişirmeye özen göstermişler, yoğurtlarını kalaylı kaplarda mayalamışlar, düğün yemeklerini kalaylı leğenlerde ve kazanlarda pişirmişlerdir. Yörede kalaycılık usta-çırak ilişkisiyle gelişip öğrenilen bir meslekti. Bakır kapların üzerini kalayla kaplayanlara kalaycı denir. Kalaylanacak kaplar önce örs ve çekiçle düzeltilir. Ezik ve kırık yerler düzeltilir, gerekirse yama veya kaynak yapılır. Sonra kum ve kömür parçaları ile temizlenir. Oksitlenen, kararan veya kalay yapılacak yerler parlatılır, yıkanır ve kurutulur. Bu iş için genellikle el ve ayaklar kullanılır

Mühür Kazıcılığı

Çok küçük bir yüzeye birkaç harfin en anlamlı şekilde sığdırılması usta mühürcülerin başlıca hünerlerinden biriydi. Okuryazar olmayan insanlarımız resmi işlerinde imza atamadıkları, imza yerine ad ve soyadlarının, yazıldığı mühürler kullanırlardı. Mühürler, bakır ve kalay karışımından yapılmış pirinç dökümlerin üzerine kazınırdı. Mühür yaklaşık 0,5 cm eninde ve 2,5 cm. boyunda olur, dikdörtgen düz bir yüzeye sivri bir "tığ" ile isim kazılırdı. Arkasında 2 cm. kadar bir sapı vardır. Kazıma ve oyma işleminden önce mengenede yazı kazınacak yüzey, törpüyle düzleştirilir. Boş mührü kazırken tutmak, sabitlemek için, ortadan yarılmış yaklaşık 4 cm çapında ve 25 cm. boyundaki kuru bir meşe ağacı alınır. Bir ucuna 5-6 cm. mesafeden hazırlanan bir oluktan iple birbirine bağlanır. Mührün sapı bu ağaca kıstırılır ve sabit kalması için de arka kısmın arasına kama şeklinde bir tahta kıstırılır. Bundan sonra ucu sert ve sivri tığ ile ad kazınırdı. Yörede mühürcülüğün en önemli yanı, bu işe gönül verenlerin toplum içinde itibarlı ve güvenilir kişiler olmasıdır. Mühürler basıldıkları zaman düz okunabilmeleri için malzemenin üzerine ters kazınırdı. Mührün üzerine ismin baş harfiyle birlikte soy isim kazınırdı. Yörede okuma yazma oranının artmasıyla birlikte imza kullanımı yaygınlaştığı için mühür kazıyıcılığı da tarihe karışmıştır.

Tekstil İşçiliği

Dokumacılık

Dokuma işlemleri makine ya da el ile yapılır. Kilimler enine ve dikey, iki ya da daha çok iplik grubunun birbiri arasından değişik şekillerde geçerek oluşturulan dokumalardır. Tamamen el ile dokunurlar. Dokumacılık Anadolu halk sanatlarının en önemli sanatı ve mesleğinden biridir. Örneğin, ipliğin eğrilmesi ve boyanmasından başlayıp, çeşitli dokuma teknikleri kullanılarak renkleri, motifleri arasında uyum ve biçim bütünlüğü olan bir kilimin oluşturulması uzun bir geçmişe dayanan bir birikime dayanmaktadır.

Zili Kilim

Kelkit İlçemizde üretilmekte olan zili kilimlerin tarihi Orta Asya ya dayanmaktadır. Kilimler günümüzde tek parça halinde çok büyük ebatta üretilmelerine rağmen seccade tipleri de çok nadir örneklerdendir. Zili Kilim dokumacılığı heybe, yastık, yolluk, duvar süsleri, nazarlık, isimlik, seccade olarak üretilmektedir. Eskiden çuval olarak dokunan zili kilim motifleri günümüzde bile sanat değeri taşımaktadır. Dokumada genellikle koyu renkler tercih edilmektedir. Zemin renkleri kırmızı, bordo, siyah, lacivert, yeşil, sarı kullanılmakta, bütün renklerde kök boya ve indiga(çivit) kullanılmaktadır. Natürel ve pastel renkler isteğe göre kullanılmakta, kimyasal boya kullanılmamaktadır. Dokumada kullanılan ipler yapağı olup, değerli oluşundan sesli anlamında "zili" ismi verilmiştir. Yöresel bir isimdir. Zili kilim dokumasında kullanılan ipler el eğirmesidir. Dokumalar tek taraflı, tek yüz kullanılır. Kilim motifleri kabartmalıdır. Boya olarak kullanılan bitki ve kökler doğal bitkilerden elde edilmektedir. İlçede dokunan zili kilimlere özgü yöresel motifler; aynalı perler, permalar, yaslamalar, eğri zincir, tırmık dişleri, boncuklu gözler, küçük perler, kıvrımlar, tavşan tabanı, koçboynuzu, kurbağacık zincir. Zili kilimin hammadde kaynaklarından üretimine kadar gerekli bütün unsurların Kelkit ilçemiz yöresinde mevcut olması teknolojik gelişmeye kolayca adapte edilebilmesi, üretilen kilimlerin ve bağlı ürünlerinin pazarlanmasında sorun olmaması, Kelkit ve yöresine önemli miktarda ekonomik katkı sağlamaktadır.

Ala Kilim

Şiran ilçesinin bütün köylerinde el tezgâhlarında dokunan ala kilim yöremiz el sanatları içinde önemli bir yere sahiptir. Ala kilimin iğmeleri keçi kılından, örgüsü yünden, tabii kök boya ile boyanmış yün ipliklerden olup, çeşitli model ve motiflerden, ağaç tezgâhlarda genel olarak 1.5x3 ve 3x4 ebatlarında dokunmaktadır.

İpek  Halı

Kürtün İlçesinde üretilmektedir. İpek halı dokumacılığı, yörede eskiden beri bilinmektedir. Hemen, hemen her evde yapılabilmektedir. Bununla birlikte özel atölyelerde de üretilmektedir. İpek halı dokumacılığı için halı tezgâhı, makas, kirkit gibi araçlar gereklidir. İpek halı dokumacılığı uzun zaman alan zahmetli bir iştir. Öyle ki bir halı iki kişi tarafından iki ayda dokunabilmektedir.

Cecim Dokuma

Çözgü, atkı iplikleri arasına renkli desen iplikleri atılarak sıkıştırılmak suretiyle meydana getirilen dokuma türüdür. Cecim tersten yapılan dokumadır. Atkısı kıl olanları da oldukça yaygındır. Dokumanın yüzeyinde, sonradan iğne ile işlenmiş gibi kabarık desenler oluşturmaktadır. Cecim dokumacılığında desenler oluşturulurken atkı iplikleri ile desen iplikleri sıra takip etmektedir. Atkı ipliği atıldıktan sonra yapılacak desene göre, desen ipliği bir veya birden fazlı çözgü ipliği üzerinden atlatılarak desen oluşturulmaktadır. Cecim dokumalarda, dokumanın yüzeyinde meydana getirilen desenler, ipliğin kalınlığına, inceliğine, serpme motifler halinde oluşuna göre değişik görünüm almaktadır. Cecim dokuma ile heybe, sofra altı, minder, divan örtüsü, tandır örtüsü, namazlık, yaygı, yastık, yolluk vb. yapılmaktadır.

Kolan Dokuma

Yün, pamuk, keten, kıl ipliklerinin çözgü, atkı olarak kullanıldığı, yassı, enli kuşak ve bağ gibi dokumalardır. Kolan dokumada yere çakılan iki kazık arasına, dokunacak yere göre boyu ayarlanan çözgü ipleri gerilir, arasına bir çubuk geçirilir. Çubuğun döndürülmesiyle açılan çözgü aralığından atkı ipi atılıp kılıçla sıkıştırılarak dokuma yapılır. Dokunan kolanlar genellikle at, eşek gibi hayvanlara vurulan yükleri bağlamak için kullanılırdı.

Örücülük

Yün Çorap Örücülüğü: Koyunlardan kırkılan yünler yıkanıp temizlendikten sonra yün tarağından geçirilerek iplik yapmaya uygun hale getirilir. Daha sonra kirmen ve terşilerle eğrilerek iplik yapılır. Elde edilen bu ipliklerle yün çoraplar dokunur. Yün çorap dokumada beş adet şiş kullanılır. Dört şiş ilmeklerde takılıyken bir şiş boşta kalır. Boştaki şiş örülecek kısımdaki şişle birlikte kullanılarak dokuma yapılır. Çoraplara dokuyucunun maharetine göre nakışlar yapılır. Bazı yerlerde nakışlar renkli ipliklerle de yapılır. Örülen çoraplar genç kızların çeyizlerine konulur veya günübirlik giyilir.

Tiftik Papak ve Tiftik Çorap Örücülüğü: Keçilerden taranarak elde edilen tiftik özel işleyiş biçimleriyle giyim eşyası olarak değerlendirilir. Elde edilen tiftik yıkanıp temizlendikten sonra taranır. Terşi adı verilen eğirme aletiyle eğrilip iplik haline getirilir. Tiftik giyecekler el örgü şişleriyle örülür. Örüldükten sonra sıcak ekmek arasına baskıya bırakılarak yumuşatılır. Tiftik giyeceklerin kabartılıp saçaklandırılması bu yöntemle yapılır. Tiftikten kazak, atkı ve eldivende yapılır.

Kıl Çorap Örücülüğü: Keçilerden kırkılan kıllar yıkanıp temizlendikten sonra, kirmen veya terşi gibi araçlarla eğrilerek iplik haline getirilir. Daha sonra bu ipliklerden çeşitli büyüklüklerde çoraplar dokunur.

Heybe Dokumacılığı: Binek hayvanının eğeri üzerine geçirilen veya omuzda taşınan, içine çeşitli malzemeler koymaya yarayan halı veya kilim türlerinden dokunmuş iki gözlü torbaya heybe denir. Yörede dokunan heybelerin yaygın şekli dikdörtgendir. Klasik heybelerde kullanılan motifler kara nakış, kurbağacık vb. motiflerdir. Motifler kalın ve ince kuşaklara yerleştirilirler. Heybelerde kalın kuşak merkezde yer aldığı gibi, kalın kuşakların heybenin torbalarında da kullanıldığı olur.

Palaz Dokumacılığı: Yaygı olarak kullanılan ve üzerinde çeşitli gıdaların kurutulduğu düz ve kaba dokumalara “palaz” denir. Boyuna ve enine şekiller verilerek dokunur. Çözgüsü şerit halinde ve renklidir. Keçi kılından da dokunur. Gıda kurutmak için dokunan palazlarda beyaz renk yün kullanılır. Bu beyaz zemin üzerine genellikle siyah yünden şeritler motiflenir. Diğer bir motif uygulaması ise, beyaz zemin üzerine değişik renkli motiflerdir. Palazların vazgeçilmez süsleri nazar boncuklarıdır. Bu boncuklar palazların iki başına, ilmek aralarına serpiştirilir.

Çuval Dokumacılığı: Çuval, çeşitli dokuma türleri ile elde edilmiş torbadan biraz daha büyük olan taşıma eşyasıdır. Bazen çuvalların taşınması için kolandan kulpları da olur. Heybe tarzında iki gözü olanlarda vardır. Yörede üretilen çuvallar farklı tahıllar için kullanılmasına rağmen genellikle bulgur çuvalı olarak adlandırılırlar. Bu çuvallar oldukça renkli olurlar.

Çanta Dokumacılığı: Yörede dokunan çantalar da heybe dokumacılığında olduğu gibidir ve genellikle omuzda taşınır. Çantalarda motifler genellikle tek renk üzerine serpiştirilir.

Mitil / Çul Dokuma: Eski elbiseler gelişigüzel olarak yaklaşık 2-3 cm eninde kesilerek zaman içerisinde yumak haline getirilirdi. İstenilen kadar yumak elde edildiğinde bu ipler tezgâhlarda kilim dokur gibi dokunurdu. Elde edilen ürüne “mitil” veya “çul” denir. Üretilen mitil(çul) genellikle yaygı olarak kullanılırdı.