ORDU HALK KÜLTÜRÜ

Halk Hekimliği

İnsanlar modern tıp gelişmeden evvel pek çok hastalık için kendi kendilerine tedavi yöntemleri geliştirmişlerdir. Bu tedavi yöntemi bazen metafizik yöntemlere müracaat etmekle bazen de çeşitli doğal ilaçların kullanılmasıyla mümkün olmaktaydı. Ne şekilde gerçekleşirse gerçekleşsin doktorun, tıbbın, hastane ya da eski tabiriyle şifahanenin olmadığı yerlerde ve zamanlarda halk hekimliği pek çok hastalıkta kullanılmıştır. Yol, ulaşım, iletişim olanaklarının çok sınırlı ve zor olduğu yakın dönemlerde dahi insanların kendi kendilerine çeşitli tedavi yöntemlerine müracaat etmeleri gayet tabii karşılanmalıdır.

Halk tedavileriyle ilgili alanı üçe bölerek incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi insanlarda görülen hastalıkların tedavi yolları, ikincisi hayvanlarda görülen hastalıkların tedavi yolları, üçüncüsü ise inanca dayalı hastalıkların tedavi yollarıdır.

Tedaviye Yönelik Uygulamalar

Eski dönemlerde, yani sağlık kuruluşlarının yaygın ve ulaşılabilir olmadığı zamanlarda özellikle kırsal bölgelerde, mahallelerde kırıkçı, çıkıkçı, ebe ve benzeri sıfatlarla anılan diplomasız ve gayr-ı resmi yöntemlerle tedavi uygulayan kimseler vardı.

Bu gayr-ı resmi hekimler, örneğin birisinin bir yerinde herhangi bir yara çıksa oraya pazı, pezük gibi bitkiler sarılır, bu bitkilerin yarayı iyileştireceği, ağrıyı, acıyı alacağına inanılırdı.

Diğer taraftan yörede bulunan ve adına kan sülüğü denilen bir çeşit sülükle çeşitli hastalıkların tedavisine bakılırdı. Mesela birisinde bir yara veya sivilce yahut bir çıban çıkacak olsa oraya bu sülükler salınır, kirli kanı ya da cerahatı emmeleri ve böylece yaranın temizlenmesi sağlanırdı.

Ayağını burkan birisinin burkulan yerine tuzlu hamur sarılması, ağrıyan başa üzeri tuzlanmış patatesin kompres olarak uygulanması, çocukların kulağı ağrıdığında ağrıyan kulağa anne sütü dökülmesi, yine ağrıyan kulağa kişinin kendi idrarının dökülmesi, ateşi çok yükselen çocukların vücutlarının sirkeyle ya da ılık suyla yıkanması, öksüren kişiye pekmez içirilmesi halkın kendisinin geliştirdiği tedavi yöntemleridir. Bütün bu yöntemlerin kullanıldığında ilgili rahatsızlığa iyi geldiği çoğu zaman da test edilmiştir.

Mesela ishalin tedavisinde kişiye haşlanmış patates yedirilmesi, muşmula yaprağından yapılan çayın içirilmesi iyi gelmekteydi. İnsanlar bu yöntemleri belki defalarca deneyerek netice alıp alamadıklarını test edebildikleri için bu yöntemlerin sonuç aldırıcı olup olmadığı zaman içinde anlaşılmıştır.

Yörede özellikle fındık bahçelerinde, kehlerde (uçurum kenarı ya da çalılık, dikenlik yerler) bolca hüdayinabit şekilde çıkan ısırganın romatizmaya iyi geldiği bilinmektedir. Kaynatılan ısırgan otunun suyu ağrıyan yerlere sürüldüğünde ağrı duyulan yerde ağrının geçtiği pek çok insan tarafından tecrübe edilmiştir. Yine kaynatılan ısırgan suyu bir ay boyunca her sabah aç karnına içilirse romatizmal ağrılara iyi geleceği söylenmektedir (Kaya, 2011).

Öte taraftan sarılığa yakalananlara camış yoğurdunun yedirilmesi neticesinde sarılığın iyileşmiş olması halk hekimliğinin ürettiği çözümlerin işe yaradığını göstermektedir.

Yörede herhangi bir yeri kırılan ya da çıkan kişilerin gittikleri kırıkçı ve çıkıkçılar bulunmaktadır. Bu kişiler atalarından dedelerinden bu işleri öğrenmişler, icazeti büyüklerinden almışlardır. Çıkan kolun, kırılan bacağın iyileştirilmesi bu insanların uyguladığı tedavilerle olmaktadır. Kırsalda doktor ya da hastane bulunmadığından insanlar kırık çıkık gibi ağır durumlarda bile mahalli şifacılara başvurmaktaydılar.

Kendisini yabani arı sokan birisinin sokulduğu bölgeye yoğurt sürmesi ve neticesinde yaranın iyileşmesi, iğnenin girdiği yere metal bir aletin gezdirilmesi gibi yöntemler uygulanması halk hekimliği tecrübelerinin birer ürünüdür.

Altına sık sık kaçıran çocuklara inek dalağı yedirilmesi, bayılan insanlara sarımsak soğan koklatılması, grip olana ıhlamur içirilmesi ve pek çok hastalığın tedavisinde kuşburnu marmelatının kullanılması halk hekimliğinin tecrübeyle sabit uygulamalarındandır.

Bahçede uyurken ağzından yılan giren kişiye yapılan uygulama ise ilginçtir. Kişi başaşağı çevrilir ve altında süt kaynatılır. Süt kokusunu alan yılan tekrar ağızdan geri çıkar.

Gözde çıkan arpacığa fırından yeni çıkan ekmeğin sürülmesi, ateşi fazla yükselen çocuk için toprağın kazılması kızılağaç dallarının üzerine çocuğun yatırılması, üzerine tekrar kızılağaç ve çamur sürüldükten sonra bir süre burada bekletilmesi ve daha sonra buradan alınmasından sonra ateşinin düşmesi, burkulan ayağa ince çekilmiş ceviz ve ılık suyla ovma işlemi yapılması, bağırsaklarda oluşan parazitlerin aç karnına yenilen kabak çekirdeği ile düşürülmesi halk hekimliğinin bilinen başka uygulamaları arasındadır (Kaya, 2011).

Halk hekimliği öylesine zengin bir tecrübe alanıdır ki bunlardan başka insan üzerinde uygulanan tedavi yöntemleri de vardır. Ordu’da bolca yetişen ve adına taflan denilen meyve bolca yenildiğinde bağırsak tembelliğine iyi gelmektedir. Taflan’ın bağırsakları çalıştırıcı özelliği bulunmaktadır.

Başı ağrıyan birisine kendi saçından tütsü yapılarak baş ağrısı tedavisinde kullanılması ilginç başka bir örnektir.  

Bebeklerde oluşan bağırsak krampları ya da ağrıları için bir miktar dereotunun kaynatılıp içirilmesi, böbrek taşı için kurumuş kiraz sapı suyu içilmesi ve ayran kullanılması, bronşit için nane, kiraz sapı, ıhlamur ve maydanozun kaynatılarak içilmesi, cildin yumuşak ve canlı kalması için yüze limon, zeytinyağı, yumurta ve bal karışımından oluşan bir kür uygulanması da halk tedavilerinin ilginç diğer örnekleri arasındadır (Kaya, 2011).

Damar tıkanıklığı bulunan kişilerin damar otunu kaynatarak içtikleri ve tıkanık damarlarının bu sayede açıldığı vakayı yaşayan hastalarca anlatılmıştır. Üstelik daha evvel damar tıkanıklığı teşhisi konulan ve bilimsel olarak damarının tıkalı olduğu teyid edilen kişilerin bu otun suyunu kullandıktan sonra tekrar tetkik yaptırdıklarında damarlarının açılmış olduğunun kendilerine doktorlar tarafından söylenmiş olmasıyla da tedavi kesinlik kazanmıştır.

Yine göz ağrısına anne sütü damlatılması, güneş çarpmalarında yivdin otunun başa sarılması, halsizlik durumunda kerevizle maydanozun kaynatılarak içilmesi, hemoroit için yaban fındığının, yabani gül kökünün ve böğürtlen kökünün yakılıp közünün elekten geçirilmesi, yumurta ile ekmek gibi pişirilmesi ve sabah akşam yenmesiyle bu hastalığının iyileştiğinin tespiti ilginç halk tedavileri uygulamalarındandır.

Yörede yanık vakalarında da çeşitli tedavi yöntemleri kullanılmıştır. Mesela zeytinyağı ile eritilmiş balmumu karıştırılıp yanığa sürüldüğünde yanık olan lokasyonun iyileştiği öne sürülmüştür.  

Zatürree karşısında alınan tedbir ise taflan yaprağının kaynatılması ve hastaya içirilmesidir.

Ebe kömecinin boğaz ağrıları için kullanılması, altını ıslatan çocuklara tavşan dışkısı yedirilmesi, çocuğu olmayanlara böğürtlen kökünün suyunun içirilmesi, uyuz hastalığına sarı avu bitkisinin uygulanması halk tedavilerinin bitkilerle yapılan yöntemleri için diğer örnekleri oluştururlar. (Kılıç, 2014) Yöre pek çok bitki türüne ev sahipliği yaptığından halk tedavilerinde çok sayıda botanik türün kullanılması garip karşılanmamalıdır. Bugün modern bilim de mesela ısırganın, kuşburnunun ve benzeri bitkilerin faydalarını teyit etmektedir.

Muska ve Nazar Duası İle Tedavi

Şifa Muskaları, iyi niyetle yazılmış olan muskalardır. Bu muskaları hasta olanlar şifa bulmak amacıyla hocalara yazdırırlar. Muskanın içerisinde nazar ve şifa ayetleri bulunmaktadır. Hoca okurken “Şifa Allah’tandır” diye belirtmektedir (Sırtbaş, 2016).

Çocukları olmayan çiftlerin de muska yazdırdığı bilinmektedir. Muska yazdıran eşler muskalarını üzerlerinde taşıyarak şifa bulacaklarına inanmaktadırlar. Bebeği olan bazı anne babalar çocukları çok ağladıklarında, bebek bir şeyden korkup huzursuz olduğunda şifa muskası yazdırdıkları bilinmektedir. Mesela yöreden bir hanımın bebeği bir şeyden korkup sürekli olarak, ağlarken nefes almakta zorlandığından, huzursuz olduğundan şifa muskası yazdırmıştır. Yazdırmış olduğu muskayı bazen bebeğin yastığı altında bazen de bebeğin beşiğine asarak saklamıştır (Sırtbaş, 2016).

Kişi kekeme ise, bir şeylerden korkuyor korunmak istiyorsa muska yazdırır. Yazdırmış olduğu muskayı yedi yıl boyunca üzerinde taşır. Çeşitli hastalıkları olan kişiler için şifa muskaları yazılmaktadır. Kişiler yazılan muskayı bir bardak suyun içine koymakta yedi sabah aç karnına bu suyu şifa bulacağına inanarak içmektedirler. Bölgede şifa muskası yazan çok sayıda kişi yaşamıştır (Sırtbaş, 2016).

Yörede kendine nazar değdiğini düşünen insanlar, kendilerine bir erkek ve bir kadına nazar duası okuttururlar. Bu şekilde nazarın geçeceğine inanılmaktadır. Nazar duası okuyan kişinin gözünden yaş gelirse ve sürekli esnerse kişide nazar olduğuna kanaat getirilir. Eğer kişide nazar varsa duayı okuyan kişi bir çay kaşığı şeker ister ve şekeri yer (Sırtbaş, 2016).