ORDU HALK KÜLTÜRÜ

Sosyal Normlar

Toplum içerisindeki insan davranışlarını düzenleyen sosyal normları; moda, teamül, görenek, âdet, gelenek, örf ve töre şeklinde sıralamak mümkündür. Halk biliminin özünü oluşturan bu kavramları kesin tanımlar ve sınırlarla birbirinden ayırmak oldukça zordur. Ayrıca günlük kullanımda da bu kavramlar çoğu zaman birbiri yerine kullanılmaktadır. Bununla birlikte gerek özellikleri gerekse fonksiyonları bakımından sosyal normları belirli noktalarda birbirinden ayırarak açıklamak mümkündür. (Eroğlu, 2015: 300-301)

Divanü Lügati’t-Türk’te sosyal normları karşılamak üzere “töre” ve “âdet” kavramlarına rastlanmaktadır. “Töre”nin Arapça “resm” kelimesiyle açıklandığı, “resm” kelimesinin birkaç anlamından özellikle “usul, kural, düzenleme” anlamlarının tercih edildiği görülmektedir. Kaşgarlı Mahmut’un, eşanlamlı kabul ettiği “âdet” ve “ögreyük” kelimeleri ise “önceki kuşaklardan aktarılan kalıplaşmış davranışlar” anlamında kullanılmaktadır. Her ikisi de birer sosyal norm olarak kabul edilmekle birlikte “töre (resm)” ve “âdet (ögreyük)” kavramları arasında belirgin bir fark olduğu gözlenmektedir. “Töre”, devletle, ülke yönetimiyle ilgili yazılı olmayan çeşitli düzenlemeleri içerir ve yaptırım gücü oldukça fazladır. Âdet (ögreyük) ise “birtakım kalıplaşmış davranışlar” anlamındadır ve yaptırım gücü töre kadar kuvvetli değildir. Kaşgarlı Mahmut’un kendi dönemindeki halk hayatından seçtiği inanç ve uygulamaları tanımlarken kullandığı kavramlar, aralarındaki farkı ortaya koymaktadır. Örneğin, “hakandan iki seviye aşağıda bulunan kimselere unvan verilmesi” “resm”, yani töre olarak adlandırılırken “ölü için yemek verilmesi” âdet olarak kabul edilmiştir. Bunlardan ilkinde yasal ve bürokratik bir zorunluluk öne çıkarken, diğerinde “inanç yönü de bulunan kalıplaşmış bir davranış olma” özelliği vurgulanmaktadır (Düzgün, 2007: 212-214).

Gözler’e göre örf ve âdet kuralları; kişinin içinde bulunduğu belirli bir toplumsal çevre tarafından konulan ve insan davranışlarını düzenleyen uyarma, kınama, dışlama gibi müeyyideleri olabilen emir ve yasaklardır. Örf ve âdet kurallarının dört özelliği vardır:

1. Örf ve âdet kuralları da özü itibariyle hukuk, din ve ahlâk kuralları gibi emir ve yasaklar içerir. Örneğin “kapalı mekânlarda karşılaştığın insanlara selam ver”, “bayramlarda akrabalarını ziyaret et”, “namusunu koru” gibi. Bu açıdan hukuk kuralları ile örf ve âdet kuralları arasında bir fark yoktur.

2. Örf ve âdet kuralları da hukuk kuralları gibi insan davranışlarını düzenlemeye yöneliktir. Yani örf ve âdet kurallarının muhatabı insanlardır.

3. Örf ve âdet kurallarının koyucusu, belirli bir toplumsal çevredir. Bu kurallar uzunca bir zaman boyunca sürekli olarak tekrarlanan davranışların bağlayıcı olduğu düşüncesiyle oluşmaktadırlar. Dolayısıyla hukuk kuralları devletin yetkili organları tarafından yaratılırken, örf ve âdet kuralları, toplumun kendisi tarafından yaratılmaktadır. Ülke çapında geçerli örf ve âdetler söz konusu olduğunda bu kuralları yaratan toplumsal çevre tüm ülke vatandaşlarıdır. Ancak ülkemizin belirli bölgelerinde etkili olan “kan davası” gibi bölgesel düzeyde ise, o örf ve âdetin koyucusu bölgenin halkıdır.

4. Örf ve âdet kurallarının müeyyidesi ayıplama, kınama, dışlama, dövme ve hatta öldürme gibi değişik şekillerde ortaya çıkmaktadır (Gözler, 2010: 23-24). Sosyal normları yaptırım gücüne göre; moda, teamül, görenek, âdet, gelenek, örf ve töre şeklinde sıralamak mümkündür.

Dayanışma ve Yardımlaşma

İşte Birlik, İmece Usulü: Tarla kazma, fındık toplama, fındık ayıklama gibi köy hayatındaki birçok faaliyetlerinde köy sakinleri imece usulüyle beraberce yürütmektedir. Bu çalışma usulü yörede birlik beraberliği sağlamak, aynı zamanda yapılması gereken işlerin çok yorulmadan, zamanında bitmesini mümkün kılmaktadır (Kılıç, 2014: 277). Eski dönemlerde köylerde yapılan işlerin imece (imeci) usulüyle yapılması sıkça karşılaşılan bir durumdu fakat günümüzde artık önemini yavaş yavaş kaybettiği görülmektedir. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte yaşayışı da değişen halk artık köylerde yaşamak yerine şehirlere göç etmektedir. Şehirlerde insanlar günlük hayatlarında sürekli bir koşuşturma içinde olduklarından hayatlarını uzmanlaşmış oldukları işleri gerçekleştirerek kazandıklarından imece usulünün şehirlerde uygulanmadığı görülmektedir. Eskiden köylerde hasat zamanlarında, düğünlerde, bayramlarda, özel kutlamalarda imece usulüyle işlerin yapıldığı bilinmektedir. Topluca yapılan işlerde yöre insanı işlerini yaparken, çeşitli folklorik ögeleri de icra etmekteydiler. Örneğin insanlar fındık toplarken, ayıklarken ya da tarlada kazma kazarken bir yandan işlerini görmekte bir yandan da karşılıklı mâniler, türküler söyler bilmeceler sorarlardı (Sırtbaş, 2016: 158).

Misafirlik: Bir eve misafir gidildiğinde en güzel yemekler yapılır, misafirin rahat etmesi için ev sahibinin elinden neler geliyorsa yapmaya çalışırdı.

1. Komşunun komşuya gitmesi: Yörede komşuluk ilişkileri büyük öneme sahiptir. Komşular kendi aralarında misafirlik de yapmaktadırlar. Uzun kış gecelerinde bir araya gelip bu zamanlarda güzel vakitler geçirmektedirler.

2. Akrabanın akrabaya gitmesi: Akrabalık ilişkilerinin gelişmişlik gösterdiği yörede akrabalar arasında ziyaret amacıyla misafirlik için karşılıklı gidip gelinmektedir.

3. Dışardan gelen misafir: Dışardan gelen seyyar satıcı, eski toplayıcı, gibi geri dönmesi zor olan misafirler uygun evlerde misafir edilmektedir. “Her geceyi Kadir bil, her geleni Hızır bil.”  felsefesiyle hareket edilmektedir. Bundan dolayı gelen yabancı misafirler en güzel şekilde ağırlanmaktadır. Misafirliklerde özellikle uzun kış gecelerinde televizyon, radyo olmadığı dönemlerde gaz lambalarının yandığı odalarda mâniler söylenir, bilmeceler sorulur, hikâye ve masallar anlatılmıştır” (Sırtbaş, 2016: 80).

Kız kaçırma, Başlık Parası, Görücü Usulü ve Sağdıç Adetleri: Evlenme dolayısıyla yapılan şenliğe düğün denir. Birçok örf ve adetlerin sergilendiği düğüne Ordu ilinde büyük önem verilmektedir. Çünkü anne ve babanın evladının en büyük mürüvetini gördüğü bir andır düğün. Düğün öncesi ve düğün sırasındaki başlık, görücü, söz kesme, şerbet içme, nikâh, kına gecesi, düğün, sağdıç, yenge, kadın, çeyiz, gelin alma, duvak gibi merhalelerin ayrı bir önemi sosyal yaşantımızda belli bir geleneği, töresi vardır. Bugün Ordu yöresinde başlık parası diye bir şey kalmamıştır. Ayrıca sağdıç ve yenge kadın da pek az görülmektedir. Daha önce düğünün yapılmasına bir engel teşkil eden başlık parasının ortadan kalkması kız kaçırma olaylarını büyük çapta etkilemiş, nadir görülen bir olay durumuna düşürmüştür. Diğer hususlar ise günümüzde de devam etmektedir. Toplumsal yapının ve sosyal hayatın sanayi ve teknolojik gelişmelere dayalı olarak değişmesi, evlenmeyi büyük çapta etkilemekte, yurdun çoğu yerlerinde olduğu gibi Ordu’da da evlenmeler yüksek maliyetleri bulmaktadır.

Gerek sahil gerekse ilçe ve beldelerin büyük bir kesiminde görücü usulü ile evlenme de unutulan adetler arasındadır. Erkek evinde veya şehir merkezlerinde salonlarda yapılan düğünlerden bir gece önce kız evinde yapılan kına gecesi gelenekselliğini sürdürmektedir.

Kına gecelerinde bilhassa köylerde erkek evi kız evine kına, kız evi de erkek evine bohça götürür. Düğün kâhyası ve görevlendiren bir başka kişi öncülüğünde davul, klarnet, kemençe gibi çalgı takımı ile birlikte davetlilerin karşılanması geleneklerin düğün evi baca ve saçaklarını hedef alan tüfek ve tabanca atışları, düğün alanında önceden hazırlanmış yerlere oturtulması, davetlilerin çalgıcı başına bahşiş vermesi, geliş sırasına göre davetlilere başta keşkek olmak üzere yemek ikram edilmesi, mahalli oyunların oynanması, damadın hazırlandığı yerden bir evli, bir bekâr sağdıçlarla(ortada damat) alınıp düğün alanına getirilmesi, başta damat babası ve kardeşleri, enişte, dayı ve diğer akrabaları olmak üzere arkadaşları ve davetlilerden bahşişlerin toplanması, damat ve sağdıçların alınan yere götürülmesi, gelin almaya gidilmesi, gelin evinde karşılama, halk oyunlarının oynanması, gelin evinde sandık kapı bahşişlerinin verilmesi, gelin ve eşyalarının alınması, dönüş, bahşiş alma için yol kesmeler, geline bahşiş verilişi, kurban kesme gibi bölümlerden oluşmaktadır.

Bir Ticaret Düzeni ve Ticari Dayanışma Örneği: Ordu’da Kapan Müessesesi: Araştırmacı Naim Güney’in Sıtkı Çebi’nin Ordu’da Eski Yıllar isimli çalışmasından aktardığı bilgilere göre bir dönem Ordu’da Kapan müessesesi kendisine uygulama alanı bulmuştur (Güney, 2018). Osmanlı döneminde büyük şehirlerde özellikle zahire türünden ihtiyaç maddelerinin toptan alınıp satıldığı yer olan “Kapan” kelimesi, büyük terazi, kantar anlamına gelirdi. Kapanlar, Osmanlı merkezi yönetiminin başta İstanbul olmak üzere büyük ticaret pazarlarına sahip önemli kentlerde oluşturduğu toptancı halleri, mal çardaklarıydı. Geçen yüzyıllarda kentlere kara ve deniz yoluyla gelen getirilen yiyecek maddeleri öncelikle kapanlara boşaltılıyor, burada gerekli kontrol, değerlendirme ve narh işlemleri yapıldıktan sonra kent ölçeğinde dengeli bir dağıtım amaçlanarak toptan satışları sağlanıyordu.

Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet Unkapanı’nda kapan işlerini düzenlemek adına “Ehl-i Hiref Divanhanesi”ni kurdu. Burada muhtesip, kapan naibi ve esnaf temsilcileri gibi çalışanlar bulunmaktaydı. Bunların vazifesi kapan ve çardaklara gelen her türlü yiyecek maddesi ve emtianın kalitesini denetlemek, her birinin şer’i ölçü birimlerine göre tartımlarının ve ölçümlerinin doğru yapılıp yapılmadığını kontrol etmek, günlük fiyat oluşumuna göre fiyatlandırılmalarını sağlamaktı. Ayrıca malın kente adil bir biçimde dağıtımından da sorumluydular. Burada şehre gelen vergilerin vergileri de alınır, olabilecek usulsüzlüklere ceza da kesilirdi.

Ordu şehrinde de eski yıllara doğru gidildiğinde ilk “Un Kapanı” eski Vilayet binasının (Altınordu Kaymakamlığı) önündeki Çürüksulu Ali Paşa’ya ait Adliye olarak kullanılan binada, 1890’lı yıllarda kurulduğu söyleniyordu. Sonradan buradan kaldırılan “Un kapanı” daha elverişli bir yer olarak çarşıya yakın ve çevresi meydan olan ve Un kapanı olarak inşa edilen yeni binasına taşınmıştı. Burası, Vakıfbank’ın karşısındaki eski Belediye Binasının tam arka kısmındaki Sebze Pazarı yani eski Millet Düzü ile Kavaklar arasındaki Kumluk mevki denilen yerdi. Un kapanı binası tek katlı ve ahşap idi. 25-30 metre uzunluğunda,10 metre kadar genişliğinde üzeri beşik örtülü büyükçe ve yüksek tavanlı bir yapıydı.

Felekzade Süleyman Ağa, ilk Belediye Reisliği yaptığı sırada, Belediyeye gelir kaynakları sağlamak üzere, şunun, bunun elinde istismar edilen, gelirlerinden belediyenin yeterince istifade edemediği “Un kapanının “Kantar gelirini müzayede ile satışa çıkarmıştı. Müzayede yani ihalede en yüksek fiyatı yine kendisi vererek, Un kapanın kantar geliri işletmesini almıştı. Fakat gelirlerinden hâsıl olan parayı almayarak belediyeye irat kaydettirmişti.

Felekzade Süleyman Ağa bununla da kalmayarak Un kapanı çalışanlarının ücretini de kendi cebinden ödemişti. Un kapanına Ordu’nun çevre köylerinden çarşıya getirilen mısır, mısır unu, hububat, un, arpa, kuru fasulye, nohut, yumurta, çeşitli zahire, ceviz, bal, pekmez, tereyağ, armut, elma ve fasulye kurusu gibi yerli ürünler, ancak “Kapan”da satılabiliyordu. Ordu Belediyesinin bir memuru tarafından Un kapanındaki “Kantar” da tartılar yapılır; kantar ücreti olarak belirli bir “Belediye rüsumu” alındıktan sonra, bu ürünlerin perakendeci veya pazarcı esnafa, yine Unkapanından satışlarının yapılmasına izin verilirdi.

Un kapanına getirilerek perakendeci esnafa satılacak olan ürünlerin başka bir yerde, kapan dışında, hatta köyden gelirken yol boylarında pazarlanması kesinlikle yasaktı. Kapan’da gerektiği şekilde rüsumu ödenmeden ve bilhassa toptan olarak başkalarına satılmasına da müsaade edilmezdi. Yani, günümüzdeki “Toptancı Hali”nin bir çeşidiydi. Kapanlar, toplayıp dağıtma işini yaptıkları mahsul veya mal’ın adlarıyla anılırdı. Örneğin; İstanbul’a gelen yiyecek ve ihtiyaç maddelerinin, ekspertiz, ölçüm, fiyatlandırma ve dağıtım işlerinin yapıldığı devasa kapanlara “yağ kapanı, bal kapanı, un kapanı ve ipek kapanı” gibi çeşitli adlar verilmişti.

Bu yüzden, Ordu çarşısındaki kapanlardan birine “Un kapanı”, diğerine de “Tahıl kapanı” veya “Tahıl Pazarı” denmişti. Tahıl pazarı, esasında; Un kapanın kaldırılmasından sonra yeni kurulmuştu. Ancak, Tahıl pazarı, Un kapanı gibi hiçbir zaman disiplin altına sokulamamıştı. Kapanlarda “Kantarcılık” yapanlar, kapana getirilen ürünleri tartıp, günlük yapılan giriş ve çıkışları kayıt altına alırlar, kapanın temizliğini ve muhafazasını yaparlardı. Bu işi yapanlar, Ordu Belediyesine “Kapan kirası” verirlerdi. Kendileri de Kapan’a gelen ürünlerden belli bir oranda “Rüsum” olarak bir çeşit vergi alırlardı. Ordu’nun bir zamanlar toptancı hali durumunda hizmet veren “Un kapanı” 1930’lu yıllarda yıktırılarak, “Kapan” usulüne son verilmiş ve bir müessese de tarihe karışmıştır.