Sözlü Edebiyat
Adlandırmalar
İnsan İsimleri
İsimler, tarihsel ve kültürel özgüllüğü simgeleyen kolektif bir hafızadan süzülüp gelmeleri nedeniyle, toplumsal dünyaya ve kimliğe referans olurlar. İsimler, sosyokültürel bağlamda şekillenen anlam ve formları bakımından toplumsal kimliğin sembolik araçlarıdır. İsimler kişileri tanımlamanın dışında, onları genel toplumsal ve kültürel sisteme refere ederler, ortak dil dünyası içinde anlamlı bir sürece katarlar, geçmişle bağlantı kurarlar.
Modernleşmeden önce isimler, kültürel aidiyeti tanımlama konusunda önemli işleve sahiptir. Ancak modern dünya, farklı bir anlayış ve işleyiş dinamiğine sahiptir. Örneğin isimlendirme konusunda geçerli olan inanç, anlayış, uygulama ve ritüeller, modern kültür ortamlarında geleneksel işlevlerini sürdürememektedirler. Geleneksel toplumda isimler kişiyi geçmişe bağlayan, kökenle irtibatı kuran sembolik kodlar mahiyetindedir.
Yörede ad koyma çok önemlidir. Çünkü verilen adın özelliklerinin taşınacağına inanılır. Dini kaynaklı olarak daha çok; Ahmet, Selahattin, Rahim, Fatma / Fatıma, Büşra, Şeyma, Ayşe vb. gibi isimlerin sıklıkla tercih edildiğini görmekteyiz. Yine bitki, taş, gökcisimlerinin kullanıldığı; Kiraz, Filiz, Toprak, Kaya, Elmas, Deniz, İnci, Yıldız, Gündüz, Zühre vb. isimler kullanılmaktadır. Renk isimlerine dayanan adlardan; Maviş, Çakır, Yeşim, Gökçe vb. isimlere rastlıyoruz (Semiz, 2007: 28). Yörede asıl ismin yanı sıra göbek adı koyma geleneği de vardır. Göbek adı çocuğa göbeği kesilirken konulur. Yakın geçmişe kadar ad seçilirken ailenin büyüğünün sözleri geçerliydi. Aile yapısının genişten çekirdeğe dönüştüğü süreçte büyüklere ait olan ad seçimi hakkın yerini gençlerin isteğine, tercihine bırakmaktadır.
2017 yılı verilerine göre Türkiye ve Samsun’da en çok kullanılan isimler
Türkiye | Samsun | ||
Kadın | Erkek | Kadın | Erkek |
Zeynep | Yusuf | Fatma | Mehmet |
Elif | Eymen | Emine | Mustafa |
Hiranur | Ömer | Ayşe | Ahmet |
Defne | Mustafa | Hatice | Ali |
Miray | Miraç | Hanife | Hasan |
Ad seçiminde yakın zamanda ailede vefat eden biri var ise onun isminin verilmesi de yaygın şekilde görülen bir durumdur. Havza ve çevresinde Perşembe ve Cuma günleri ezan okunurken çocuğa ad vermek iyi sayılır (Nami, 1960: 2221). Samsun’da kırsal yerleşimlerde Döne, Döndü, Yeter, Dursun isimlerine rastlanır. Art arda kız çocuk sahibi olanlar, bir sonraki çocuklarının erkek olması için kızlarına “Yeter” ismini verirler ki “kız çocuk yeter, bundan sonraki erkek olsun” manasındadır bu. “Döne,” “Döndü” isimleri de bu maksatla verilir. “Kız oluyor ama artık erkek olacak, kızdan dönecek” manasındadır. “Yeter” ismi, çok çocuklu ailelerde de görülür. Daha fazla çocuğu olmasını istemeyen aile, doğan çocuğuna bu adı verebilir.
“Yaşar” gibi “Dursun” ismi de çocuğa, yaşaması için verilir. Çocuğu yaşamayanlar, çocuklarına Dursun ismini vererek yaşaması temennisini tahkim ederler. Çocuğu yaşamayan birinin evladı olduğunda, çocuğu yaşayan herhangi bir kimseye gidip; “çocuğu sana on kuruşa sattım” diyerek temsilen satar. Çocuğu satın alan kişi çocuğa kendi çocuklarının giysilerini giydirir (Tahsin, 1960: 2213).
Lakap ve Unvanlar
Soyadı kanununda önce kullanılan şân, şöhret, nişan, lâkap ve unvanlar, kişilerin yahut ailelerin belirgin özelliklerini yansıtıyordu. Lâkaplar genellikle kişilere özgü değil sülâleler için, soyadı yerine geçerdi ve insanlar birbirlerini bu şekilde tanırlardı. Lâkap takmak bazılarınca pek hoş karşılanmasa hatta bazen ayıplansa da Samsun yöresinde sürdürülen bir gelenektir.
İlçe merkezinde genellikle insanlar arası iletişimde gerçek adlar ve soyadlar kullanılırken köylerde daha çok insanlara başka adlar verildiği, ailelerin farklı isimlerle nitelendirildiği görülür. Bir lâkap topluluğun da onayından geçince adlandırılan kişinin kimliğinin önemli bir ögesi olur. Lâkapların, insanın fiziki yapısı ve davranışları olmak üzere iki temele dayanılarak oluşturulduğu söylenebilir (Aydın, 2006: 28). Bazen bir insanın soyu ve etnik kökeni de lâkabında kullanılır; Göçmen Sabri, Arnavut Mehmet gibi.
Lâkapların önemli bir bölümü basit adlardan oluşmaktadır: abugat, gayış, geçi, tosun gibi. Şahıs adlarından oluşturulmuş; Garafanın Yakup, Hantazın Kemal, Tokurun Yaşar gibi lâkapların yanısıra, Sülale veya baba adıyla kullanılan; Masmaslar, Pootcular, Çolaklar, Tüysüzler, Gıbışlar, İnceler, Memikler, Kamburlar, Araplar, Mıstıklar, Şildenler, Meslüler, Gonzalizeler, Hafızoğulları, Töngelliler, Samsaklar gibi lâkaplar da görülür (Semiz, 2007: 29).
Yer Adları
Yer adları belli bir bölgenin coğrafi yapısı, bölgede yaşayan toplumun sosyal ve kültürel yapısı ve bunların yanı sıra o bölgenin tarihi hakkında araştırmacılara bilgiler verir. Türkiye’deki il merkezi olan 81 kentin; 26’sı fizikî şartlara dayanan adlar, 45’i de insanlara ve topluluklara dayanan adlar taşımaktadır (Güner & Ertürk, 2004: 39). Köy yerleşimleri isimlerini genellikle yöredeki dağ, ırmak ve bitki örtüsünden alır. Aşiret, boy, sülale isimleri de köy adlarına kaynaklık edebilmektedir. Bir yere ad olan isim, o yerle ilgili özel bir durumu da işaret edebilmektedir: Samsun şehir merkezine 3 km mesafedeki Dündartepe’nin bir diğer adı Öksürüktepe’dir. Tepenin bu isimle anılma nedeni, öksürüğü olan hastaların şifa bulmak maksadıyla buraya gitmesidir (Sarcan, 1966: 10).
Samsun ili Osmanlı Devleti döneminde idari birim olarak Canik Sancağına bağlıydı. Canik kelimesinin geçtiği en eski metinlerden biri 13. yüzyılın ortalarında yazılmış olan Danişmendname’dir (Özcan, 673). Samsun'un Osmanlılar tarafından ilk fethine katılan Schiltberger yöreyi Genyck, Zyenick ve Zegnick olarak adlandırmıştır (Öz, 1999: 27).
Çarşamba ilçesi adını, 14. yüzyılda ilçe merkezinde çarşamba günleri kurulan panayırdan almıştır (Ersan, 2011: 162). Osmanlı döneminden kalan bazı kaynaklarda Çarşamba ve Asarcık'ı içine alan bölge “Arım” olarak adlandırılmıştır. Arım sözcüğü kumlu yer, verimsiz toprakları anlamında kullanılmıştır.
Canik’teki yer adlarının büyük bölümü kişi ad ve unvanlarına dayanmaktadır. Bundan başka, çevrenin coğrafi özelliklerine atıf yapılarak oluşturulmuş yer adları da sıklıkla tercih edilmiştir.
Selçuklular zamanında kurulmuş olan Vezirköprü’nün ismi, kurulduğu dönemde Gedekara idi. Gedekara’nın Köprü köyünde şehzade ve paşaların ikamet ettiği bir köşk yaptırıldıktan sonra, bölge “köprü” diye anılmaya başlamış. Arnavutluk doğumlu Mehmet Paşa, sipahi olarak Köprü’ye gelip yerleşir. Mehmet Paşa’nın oğulları Fazıl Ahmet ve Fazıl Mustafa, Osmanlı Tarihine damgasını vuran sadrazamlar oldukları için Köprü kasabası, Vezirköprü adıyla anılmaya başlanır.
Ladik ismi, 4. Mithridates’in annesi Laodika’dan gelmektedir. Şehri ilk olarak Laodika kurmuş ve bu nedenle de onun adıyla anılmıştır (Sarcan, 1966: 19).
Asarcık ilçesinin ismi Osmanlı Devleti döneminde burası için söylenen Hisarcık’tan gelmektedir. Çevresi dağlarla çevrili olduğu için buraya “Hisarcık” denmiş, zamanla sözcüğün başındaki “h” sesi düşmüş ve “Asarcık” denilmeye başlanmıştır (Erdem, 2001: 8).
Samsun’da ilçelerin eski adları
Yeni adı | Eski adı |
Alaçam | Zelika / Zalekhos |
Asarcık | Biçincik / Biricik / Hisarcık |
Atakum | Matasyum / Matasyon |
Ayvacık | Keskin |
Bafra | Bavra / Paura |
Çarşamba | Miskire / Arım |
Havza | Hançere / Gançere / Ancere |
Ladik | Leodika |
Ondokuzmayıs | Engiz / Ballıca |
Salıpazarı | Bereket |
Terme | Themiskyra / Thermodon |
Vezirköprü | Gadegara |
Yakakent | Gumenez |
Hayvan Adları: Ahır hayvancılığının doğu Karadeniz’de yaygın olduğu dönemlerde her ahırda 1-2 büyükbaş hayvan bulunurdu. Evin ihtiyaç duyduğu süt, peynir ve yağ gibi gıda ürünlerini sağlayan inekler, beslenmeleri, bakımları ve sağılmaları dolayısıyla evin kadınlarıyla gün içinde birkaç defa temas halinde olurlardı. Gerek bu yakın temas gerekse ahırda mutlaka birden fazla hayvan bulunması, ineklerin özel isimlerle çağırılmalarına neden teşkil etmiştir.
Ahır hayvanlarına ad seçilirken öncelikle hayvanın fiziki özellikleri belirleyici olur. İneklere renkleri dolayısıyla Kınalı, Sarıçiçek, Karalı gibi isimler verildiği görülür. Fiziksel özellikleri nedeniyle Balaban (boynuzu kırık ineklere bu isim verilebilir), Aynalı, Kadife gibi isimler seçilir. Boğaç, Keçeli (inatçı), Palamut gibi isimler, hayvanın huyuna göre seçilmiş isimlerdir. Bu saydıklarımızdan başka bitki ve çiçek isimleri, çocukların yakıştırdığı isimler, televizyon dizilerindeki karakterlerin isimleri (Mangır, 2015) hayvanlara ad olarak verilebilmektedir.
Atasözleri ve Deyimler
Yörede söylenen atasözleri ve deyimlerde yöre kültürünün, değerler yapısının yansımalarını görmek mümkündür. Sözlü kültür ürünleri olmaları bakımından, kültürün korunması ve gelecek kuşaklara aktarılmasında önemli işlevlere sahiptirler. Gerek sözlü ifadelerde gerekse yazıya aktarılan metinlerde atasözü ve deyimlerin kullanılması bu bakımdan ayrıca önemli ve gereklidir.
Atasözleri
Abdal Abdalın ne umduğunu ister ne bulduğunu.
Acele eden kancık kör doğurur.
Acı sirke kabına, tatlı söz sahibine.
Acı sirke kabını ekşitir.
Acın koynunda çörek eğlenmez.
Acıkan doymam, susayan kanmam sanır.
Aç it fırın yıkar.
Açın üzerine yedi kat yorgan örtmüşler, yine de uyuyamamış.
Ağaç, kurdu içinde besler.
Ağzı yımbıldıyanın sırtı gümbürder.
Ağalık verme ile yiğitlik vurma ile olur.
Akıllı adamın çarını (çarığını) köpek yimezmiş.
Akıllı düşünene kadar deli kızını satmış, oğlunu evermiş.
Akşamdan gelen sabah er gider.
Aldatan aldanır.
Allah Kemal, güzellik cemal.
Allah süsücü hayvana boynuz vermez.
Altın parayı gümüş parmak tutar.
Anasına bak, gızını al; darana (tarağına) bak, bezini al.
Arap atı kıl çul içinde de belli olur.
Arife günü yalan söyleyenin bayram günü yüzü kara çıkar.
Arkadaşı dıştan değil içten seç.
Aslan varken kediye ciğer düşmez.
At ağasına göre şahlanır.
At kişnemeyince tay gelmez.
At kocamayınca kadri bilinmez.
Ata göre kamçı vurulur.
Atan eşek ise de plarını üstüne atma.
Atanın önünden geçeni Allah sevmez.
Ateşin üzerine ateşle gidilmez.
Avare durmaktan, bedava çalışmak iyidir.
Aynaya bak, aynan yoksa komşuya bak.
Balı parmağı uzun olan yememiş, kısmeti olan yemiş.
Balcıya pekmez satılmaz.
Baskısız yongayı yel atar.
Bekâ gözünlen gız alınmaz.
Beşikte kiren teneşîde çıkâ.
Bilenle bilmeyen bir olmaz.
Bir ağacın altında bir koyun yatar.
Bir ağaçtan çeç küreği de çıkar, bok küreği de.
Bir avuç altının olacağına bir avuç toprağın olsun.
Bir ekmeklik unun varsa erbabına yaptır.
Bir kaşıkla yedi kişi yemek yemiş, biri de çatlamamış.
Bir koca koyun başı bişişleyin, dokuz toklu başı bişer.
Boş tobaya (torbaya) at gelmez.
Cahilden, dostun olacağına bilginden düşmanın olsun.
Can yanınca tay anasını geçer.
Cehenneme gidiyorum diyen gelmiş, şimdi gelirim diyen gelmemiş.
Cıbırın merdi olmaz.
Cömert derler maldan ederler, yiğit derler candan ederler.
Çağrılan yere erinme, çağrılmayan yere görünme.
Çalışan kul mahrum kalmaz.
Çamur olmayan yerde hamur olmaz.
Çocukla itin hatırı kalmaz.
Çok söyleme arsız edersin, aç bırakma hırsız edersin.
Dağ başında çam kadı, pelit müftü olur.
Damlayı hor görenin yurdu yanar çöl olur.
Delikli taş yerde kalmaz.
Deme dostuna der dostuna. O da der dostuna. Sonra ot basarlar postuna.
Demi ıscakken dövülüü (Demir sıcakken dövülür).
Demir kapı ağaç kapıya muhtaç olur (muhtaçtır).
Derin sular durgun olur.
Dirgene dayanmayan porsuk harman kıyısına çıkmaz.
Dost beğenmeyen dostsuz kalır.
Dost bizi iyi yola öğütleyendir.
Dost yüzünden, düşman gözünden belli olur.
Dumansız baca, nizasız karı koca olmaz.
Dut yaprağını açtı yaz, döktü kış.
Duvarı nem, yiğidi gam yıkar.
Düğün günü tüfek düzülmez.
Düğün pilavı ile it tavlanmaz.
Dünya duayla kurulmuş.
Düşmanı olmayanın arkadaşı da yoktur.
Düşüne düşüne görmeli işi.
Eğik boynu kılıç kesmez.
Eğriden tok, doğrudan aç görülmez.
Ekmek buldun giriş, iş buldun sıvış.
Ekmek buldun ye, dayak buldun kaç.
Ekmeksiz köpeksiz ev olmaz.
El ağzı ile çorba içenin ağzı yanar.
El atına binen tez iner.
El elin eşeğini türkü çalarak arar.
El gözü taşı eritir.
El terazi, göz kantar; gönül istediğini tartar.
Ele verir talkımı, kedisi yer salkımı.
Elden kalan elli gün kalır.
Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.
Elekçiyi paşa yapmışlar da “ille kasnak” demiş.
Elmayı görmeden taş atma.
Emanetin canı az olur (azdır).
Erine göre bağla başını, tencerene göre gaynat aşını.
Eşeğin büyüğü ahırda (damda durur).
Et giren eve dert girmez.
Evdeki buzağı öküz olmaz.
Ev yıkanın evi olmaz.
Evlek evlek sattık, böyle böyle battık.
Fakir hırsızlığa çıkmış, ay eritenden doğmuş.
Fareye:”Sidiğin ilaç.” demişler. O da gitmiş, denize işemiş.
Gadaş (kardeş) gadaşa gerek, kesesi ayrı gerek.
Gelen atın başına vurulmaz.
Gelen kovulmaz, doğan bovulmaz.
Gezen tilki yatan aslandan iyidir.
Gız evlâdından kölge olmaz.
Gız gelin olmadan, tosun öküz olmadan ahlâkı belli olmaz.
Gitme düğüne, kalkarsın oyuna.
Gizini dövmeyen dizini döve, oğlunu dövmeyen kesesini döve.
Gurbette öğünmek, hamamda türkü çağırmaya benzer.
Gün battı, gavur yattı.
Gün geçer , kin geçer.
Gündüzden fenerini hazırlamayan gecenin karanlığına razıdır.
Güzellik katık olmaz.
Hamama gidenin bohçası olur.
Hanım yapınca güç, bey yapınca suç.
Harmandaki ökzün boğazı tutulmaz.
Her ağaç kökünden çürür.
Her gün tavuk yaşamaktan bir gün horoz yaşamak hayırlıdır.
Her koyun aynı çubukla dövülmez.
Her şey incelikten ,insan kabalıktan kırılır.
Her tarlada bir tezek, her köyde bir gazep vardır.
Hesabın küçüğü büyüğü olmaz.
Hile ile iş gören minnetle can verir.
Hop demekle hutbeye (minareye-kubbeye) çıkılmaz.
İki taşar bir pişer, güzelin aşı dünden pişer.
İncir yaprağı devetabanı kadar olmadıkça yaz gelmez.
İnsanı dert, ağacı kurt yer.
İş insanın nasıl olduğunu ele verir.
İşten artmaz, dişten artar.
İtin iyisi ölüsünü göstermez.
İti havlatmaktansa, bükü dolaşmak iyidir.
İtin akıllısı havlamaktan hoşlanmaz.
Kabaktan terazinin, kozaktan dirhemi olur.
Kadından olursa evliya sokma avluya.
Kapı danasından öküz olmaz.
Karıncadan ibret al, yazdan kışı karşıla.
Karpuz kesmekle yürek soğumaz.
Kasım yüz, gerisi düz.
Kazanmayınca kazan kaynamaz.
Kısmeti kesik köpek, kurban ayında sılaya gider.
Kışın koca öküze bakmazsan, yazın derisini yüzersin.
Kız gittiği, oğlan bittiği yerde ekmek yer.
Kızını katma akranına eşine, horoz küçükse tavuk düşer peşine.
Kızını serbest bırakırsan ya davulcuya ya da zurnacıya kaçar.
Kızımı evlendirdim boğa aldı, oğlumu evlendirdim düğe aldı.
Kocadır göl eder, kocadır kül eder.
Kork korkmazdan utan utanmazdan.
Köpeksiz köyde köteksiz gezilmez.
Kumarbazın sermayesi küfürdür.
Kul bunalınca Hızır yakındır.
Kuş nereye uçarsa yavrusu da oraya uçar.
Lafını bilmeyen hödükler, sönmüş alevi körükler.
Mart dokuz, çuval omuz.
Mart kapıdan baktırır, kazma kürek sapı yaktırır.
Maşa gada (kadar) gocası olan garının paşa gada hükmü olu.
Maşa kadar koca olan paşa kadar hüküm sürer.
Maşa varken el ateşe sokulmaz.
Merdivensiz dama, tüfeksiz ava çıkılmaz.
Meymeneti olmayanın merhameti olmaz.
Nazar insanı mezara, hayvanı kazana sokar.
Oğlan büyür koç olur, kız büyür hiç olur.
Oğlum oldu, ayrıldı; komşum oldu.
Oldu olacak, kırıldı nacak.
Olmayınca akıl neylesin sakal, tilkiyi yoldan çıkarır çakal.
Ortak atın beli sakat olur.
Oturmam diyen minder çürütmüş, yemem diyen sofra kurutmuş.
Öfke gelir, söz kararır; öfke geçer, yüz kararır.
Öğünmesi kolay ama komşun olmasa.
Öküz olacak dana varır öküzün yanına yatar.
Ölüsü olan bir gün, delisi olan her gün ağlarmış.
Pastanın tokluğu, dolandırır pokluğu.
Rahvan atın tersi seyrek olur.
Sabahtan kalkan yol almış, erkenden evlenen döl almış.
Sabahtan yağarsa gir yoluna, ikindiden sonra yağarsa gir foluna.
Sağ baş yastık istemez.
Sahipsiz sürüye kurt parasız bekçilik yaparmış.
Samanın iyisini marta koy, öküzün derisini arta koy.
Sarımsak içli dışlı, soğan yalnız başlı.
Saygı sayana, terbiye alana göredir.
Sen işi bırakma, iş seni bıraksın.
Soydum ektim soyuna çekti, soyundum ektim yine soyuna çekti.
Sokacak yılan dilini göstermez.
Su damlaya damlaya suyu deler.
Sudur akar, gözdür bakar.
Şeytanla kabak ekenin, kabak başına patlar.
Şaraptan azan sirke sert olur.
Şalgamın sıkından seyreği daha iyidir.
Talihsiz dağa çıkmış, dağ başına yıkılmış.
Tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz.
Tarlayı düz, kadını kız al.
Taşa ekin ekilmez.
Taştan kopar, yoktan kopmaz.
Tekkeyi bekleyen çörek yer.
Tez kalkacağın yere oturma.
Turnanın kılavuzu karga olunca konacağı yer kazık tepesidir.
Tosya’ya pirince giderken evdeki bulgurdan olmak.
Turnanın kılavuzu karga olunca konacağı yer kazık tepesidir.
Turpun seyreği iyidir.
Ulu sözü dinlemeyen ulur.
Ulu kuş ağır uçar.
Ulular köprü olsa basıp geçme.
Üç elli yaz belli.
Üveyin özü, kızılağacın közü olmaz.
Üzümüm çok diyene kefenin küçüğünü göstermeli.
Vardığın yer topal ise ayağını sek, kör ise gözünü kırp.
Verdiğini güldür, vurduğunu öldür.
Yağmur yağar çişe çişe, bugün bizeyse yarın size.
Yaş kesen baş keser.
Yazın gölge hoş, kışın çuval boş.
Yazın ayransız, kışın yorgansız olmaz.
Yerini bilmeyen şalvarını tez eskitir.
Yığını yakan harmana yetişmez.
Yidi (yiğidi) kılıç kesmez, bi acı söz öldürü.
Zahmet olmadan rahmet olmaz.
Zaman satar samanı.
Zengin dili yürük olur.
Zenginin arabası dağdan aşar, fakirin arabası düz yolda şaşar.
Zenginin her sözüne evet, değilse doğru söyleyene de deli derler.
Zorla köpek ava gitmez.
Zürriyeti olmayanın merhameti olmaz.
Deyimler
Abdal abdalın ne umduğunu ister, ne bunduğunu.
Abraza gitmek, arbaza gitmek: Zıddına, inadına, dikine gitmek.
Ağalar, Paşalar gitti, kıyılar köşeler kaldı kellere, körlere.
Ağrımayan başına çembe (çember) sıkma.
Ağzına tat, yüreğine dert vermek: Verdiğini fazlasıyla ile geri almak.
Akdeniz biçinlik, Karadeniz ekinlik: Hiçbir şeyi umursamayan kişiler için kullanılır.
Akıl olmayınca neylesin sakal.
Aklı semt olmak: Delirmek, melankolik olmak.
Aldım alimimi, giydim nalınımı.
Alırken han kapısı, verirken kümes kapısı: Çok cimri kişiler için kullanılır.
Alnım ak, gönlüm pak, yolum hak: Dürüst olmak.
Anam olsa boğazı olmasa.
Aşığı yok yer süpürür: Boş yere hayal kurmak.
At kaçtı, torba düştü: Her şey bitti manasına gelir.
Atta karın yiğitte burun.
Ay edip yetmek, eşek edip binmek: Bir şeyi acımasızca kullanmak.
Aynı güneşte çamaşır kurutmak: Özellikleri birbirine uymak.
Babası asılmaya giderken kızı, "Baba, bugün kına al" demiş.
Babası oğluna bağ bağışlamış, oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş.
Babasını bilmeyen kimseyi bilmez.
Babasının akçası, anasının bohçası.
Başın sağlığı dünyanın varlığı.
Başında koyun postu yakalamak.
Başımın emeli, sırtımın semeri: İnsanın düşüncesi kendisine yüktür.
Bayıra vurmuş kart öküz gibi solumak.
Beni ister ensesi bitli, ben isterim beli divitli.
Beş kuruşu beğenmeyenin karısı hamamda kalmış.
Bir başım, bir perim: İnsanın zihninde çok şey bulunur.
Bucaktan del (değil), ocaktan al garıyı.
Congaya konmak.
Çamura basıp çalıya çamaşır asmak: Bir yandan yaparken diğer yandan yıkmak.
Çar başımda, çarığım ayağımda.
Çarık çarıkla, sarık sarıkla.
Çayı it etmek.
Çenende bir tutam kıl taşıyacağına yüreğinde bir damla nur taşı.
Çiçeği bölünmek: Kısmetine başkaları da ortak olmak.
Çok yaptık yalanı yarım kalsın kalanı.
Çola okumak: Yatıştırmak.
Dağ başında koçak, sende bir gün gezek: Muradımızı alalım manasındadır.
Damdan düştü gümbedek, efendi oldu züppedek: Bir makama hak etmeden gelmek.
Değirmene vardım derdim söylemeye, değirmen başladı fır fır dönmeye
Değirmene verdim, derdimi yemeye: Derdi çok manasına gelir.
Deli tuttuğunu tutar gibi tutmak: Çok acımasızca davranmak.
Demire demir, kömüre kömür demek: Her şeye hakkını vermek.
Dertsiz baş, mezara taş.
Diline sirke sarmak: Kötü sözlü olmak.
Doğurmamış, dokumamış.
Dünya yansa bir halbur samanı yanmaz: Hiçbir şeyi dikkate alıp önemsemez.
El ağzı ile çorba içmek: Onun bunun olmayacak sözüne itibar etmek.
El çuvala girmiş sende mi gireceksin: Her şeyi yapmaya kalkma.
El malı ile dost kazanmak: Kendinden bir şey olmadan başkalarının yardımı ile iyi görünmeye çalışmak.
Elmanın irisi, kalmadı gerisi: Sebze ve meyve satıcılarının kullandığı bir tabirdir.
Eltinin bohçası eltininkiyle kavga edermiş
Emmim dayım hepsinden aldım payım.
En akıllısı değirmende yoğurt öğütür: Hiçbir tanesinin yaptığı iş işe yaramaz.
Erkek hindi gibi kabarmak.
Eşeği yiyip sıpayı azığa almak.
Et pişirmeden nohut ıslamak: Münasebetsiz işler yapmak.
Fırın küreği kadar dili olmak.
Gelini oyuna kaldırmışlar yerim dar demiş, yerini genişletmişler derim dar demiş.
Giden gelen ökçe, iş bitiren akçe.
Görüm görüm gör taşı, gördüğün yerde vur taşı.
Göz değil, külhan penceresi: Bakışlarıyla etrafa korku salmak.
Gözlerini döndermek: Çok kızmak, hiddetlenmek.
Gözlerini içine çevirmek: Dertlerini içine atmak.
Gurbette öğünmek, hamamda türkü çağırmaya benzer.
Gün battı, gavur yattı.
Güney çiçeği gibi solmak: İstikrarsız olmak, çabuk sönmek.
Halım olsun, malım olsun.
Haline bakmaz, bal ili pekmez yer: Ayağını yorganına göre uzatmaz.
Hamamda kurna, düğünde zurna.
Hanım yaptı kazara, halayık yaptı pazara.
Har vurup, harman savurmak: Çok savurgan olmak, sorumsuz olmak.
Hayırlı evlat bir bakır süt getirir.
Haziranda kar yağdı, sattık samanı, yaptık hanı.
Hendek atlamak: Çoğu güçlükleri aşmış olmak.
Herk etmek: Nadasa bırakmak.
İki adama bir börek, sana ne gerek.
İki karga gelse, biri aç gider: Mevcut bir şeyin çok az olması.
İpekten kuşağa düşmüş: Çok şanslı olmak, talihi açık bulunmak.
İstedim vermedi, çaldım görmedi: Allah için vermeyenin malı kaybolur.
İşini, eşini, aşını bil.
İt ayağı yemiş gibi gezmek.
İt ite it de kuyruğuna.
İtten aç, yılandan çıplak.
Kadı yemeği yemek.
Kapandı gözler, tükendi sözler: Ömür bitince her şey biter.
Kapı kısırığı gibi kenarda durmak: Bir topluluktan çok uzak olmak.
Karga gibi kanırmak: Münasebetsiz şeyler söylemek.
Keçinin atladı yeden oğlak da atlâ.
Kedi her zaman keşkek yemez.
Kel baştan sekiz kopmak: Çok zor anlar yaşamak, meşakkat görmek.
Kelim var, sabunum da var: Derde göre dermanın da bulunması.
Kelin kulağı gibi kalmak: İşlenen suç karşısında herkese duyulmak.
Kendirden bez, öveyden öz olmaz.
Keşkeği keş ettin, her işi baş ettin.
Kezine basmak: Bir kimsenin hoşlanmayacağı bir yönünü açığa vurmak.
Kız dağ elması, oğlan bağ elması.
Kız evi vezir evi.
Kız kundakta, çeyiz sandıkta.
Kız yükü, tuz yükü.
Kimiş (Girmiş) içine sıska, ni yapsın ona mıska.
Köpek postuna peynir basmak: Kötü kişilerle beraber olmak.
Köye gelirken talını, şehre giderken dayını bilmemek: İçinde bulunduğu topluluğa uyum sağlayamamak.
Kuma gemisi yürümüş de elti gemisi yürümemiş.
Kuraklık, gelinin ayağından, çobanın dayağından olur.
Kuru kuru kıyafet, soğuk soğuk ziyafet: Bir şeye gösterilen önem ne ise alınacak semere de odur.
Kuru tıraş beş kuruş, sulu tıraş on kuruş: Bir işin emeğine göre değeri vardır.
Loğ taşı gibi oturmak.
Madası gezelemek: Canı çekmek.
Mengef atmak: Sevinçten uçmak, çok mutlu olmak.
Neri (nereye) gitsen okka dööt (dört) yüz direm (dirhem) olmak.
Oğul olsun da bok böcüğünden olsun.
Orta vurmak: Yardım etmek, iyilikte bulunmak.
Pastanın tokluğu, dolandırır pokluğu.
Salavatla tay öğretmek: Korkarak hareket etmek.
Samana kazık çakmak: Olmayacak işlere girişmek.
Sana bana kim bakar, yahniyi köpek kapar.
Sen ağa ben ağa ineği kim sağa.
Sesliğinde horlamak: herkes kendi dalında işini daha iyi yapar.
Sokak kelteği gibi olmak: Elaleme rezil olmak, ortada kalmak.
Surat asmak: İyi davranmamak, güler yüz göstermemek.
Suratı asık olmak: Kötü mizaçlı olmak, morali bozuk olmak.
Şap arpalık, mısır buğdaylık: Kendine hiçbir şeyi dert etmeyenler için kullanılır.
Tarlayı düz, kadını kız al.
Tembelliğe yapışmak: Hiç çalışmamak, boş boş oturmak.
Tencere tava, hepimizde bir hava: Herkesin ayrı ayrı hareket etmesi.
Ucu ucuna, dibi dibine: Her şeyiyle tam yeterli olmak.
Üflesen uçuyor, haykırsan kaçıyor: Çok korkak kişiler için söylenir.
Var dağının altında büyümüş: Çok savurgun olanlar için söylenir.
Varma dula, girme çula.
Vurdum duymaz, çaldım oynamaz: Gafilce hareket edenler için söylenir.
Yağmurlu günde tavuğa su vermek: Münasebetsiz işler yapmak.
Yanımdaki yanımda, karşımdaki canımda: Uzakta olan daha kıymetlidir.
Yazın aba, kışın yaba.
Yazın gölge hoş, kışın çuval boş.
Ye ekşiyi doğur Ayşe'yi, ye tatlıyı doğur Hakkı'yı: Aşeren kadın ekşi istediğinde kız, tatlı istediğinde erkek çocuk doğuracağına yönelik inanışı işaret eder.
Yelin yeldim yel verdim, emeklerimi sele verdim: Boşu boşuna uğraştım.
Yiğit olan kimse saklar sırrını.
Deyimler
Abdal abdalın ne umduğunu ister, ne bunduğunu
Abraza gitmek, arbaza gitmek: Zıddına, inadına, dikine gitmek
Ağalar, Paşalar gitti, kıyılar köşeler kaldı kellere, körlere
Ağrımayan başına çembe (çember) sıkma
Ağzına tat, yüreğine dert vermek: Verdiğini fazlasıyla ile geri almak.
Akdeniz biçinlik, Karadeniz ekinlik: Hiçbir şeyi umursamayan kişiler için kullanılır.
Akıl olmayınca neylesin sakal
Aklı semt olmak: Delirmek, melankolik olmak.
Aldım alimimi, giydim nalınımı
Alırken han kapısı, verirken kümes kapısı: Çok cimri kişiler için kullanılır.
Alnım ak, gönlüm pak, yolum hak: Dürüst olmak.
Anam olsa boğazı olmasa
Aşığı yok yer süpürür: Boş yere hayal kurmak.
At kaçtı, torba düştü: Her şey bitti manasına gelir.
Atta karın yiğitte burun
Ay edip yetmek, eşek edip binmek: Bir şeyi acımasızca kullanmak.
Aynı güneşte çamaşır kurutmak: Özellikleri birbirine uymak.
Babası asılmaya giderken kızı, "Baba, bugün kına al" demiş
Babası oğluna bağ bağışlamış, oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş
Babasını bilmeyen kimseyi bilmez
Babasının akçası, anasının bohçası
Başın sağlığı dünyanın varlığı
Başında koyun postu yakalamak:
Başımın emeli, sırtımın semeri: İnsanın düşüncesi kendisine yüktür.
Bayıra vurmuş kart öküz gibi solumak:
Beni ister ensesi bitli, ben isterim beli divitli
Beş kuruşu beğenmeyenin karısı hamamda kalmış
Bir başım, bir perim: İnsanın zihninde çok şey bulunur.
Bucaktan del (değil), ocaktan al garıyı
Congaya konmak
Çamura basıp çalıya çamaşır asmak: Bir yandan yaparken diğer yandan yıkmak.
Çar başımda, çarığım ayağımda
Çarık çarıkla, sarık sarıkla
Çayı it etmek
Çenende bir tutam kıl taşıyacağına yüreğinde bir damla nur taşı
Çiçeği bölünmek: Kısmetine başkaları da ortak olmak.
Çok yaptık yalanı yarım kalsın kalanı
Çola okumak: Yatıştırmak
Dağ başında koçak, sende bir gün gezek: Muradımızı alalım manasındadır.
Damdan düştü gümbedek, efendi oldu züppedek: Bir makama hak etmeden gelmek.
Değirmene vardım derdim söylemeye, değirmen başladı fır fır dönmeye
Değirmene verdim, derdimi yemeye: Derdi çok manasına gelir.
Deli tuttuğunu tutar gibi tutmak: Çok acımasızca davranmak.
Demire demir, kömüre kömür demek: Her şeye hakkını vermek.
Dertsiz baş, mezara taş
Diline sirke sarmak: Kötü sözlü olmak.
Doğurmamış, dokumamış
Dünya yansa bir halbur samanı yanmaz: Hiçbir şeyi dikkate alıp önemsemez.
El ağzı ile çorba içmek: Onun bunun olmayacak sözüne itibar etmek.
El çuvala girmiş sende mi gireceksin: Her şeyi yapmaya kalkma.
El malı ile dost kazanmak: Kendinden bir şey olmadan başkalarının yardımı ile iyi görünmeye çalışmak.
Elmanın irisi, kalmadı gerisi: Sebze ve meyve satıcılarının kullandığı bir tabirdir.
Eltinin bohçası eltininkiyle kavga edermiş
Emmim dayım hepsinden aldım payım
En akıllısı değirmende yoğurt öğütür: Hiçbir tanesinin yaptığı iş işe yaramaz.
Erkek hindi gibi kabarmak:
Eşeği yiyip sıpayı azığa almak:
Et pişirmeden nohut ıslamak: Münasebetsiz işler yapmak.
Fırın küreği kadar dili olmak
Gelini oyuna kaldırmışlar yerim dar demiş, yerini genişletmişler derim dar demiş
Giden gelen ökçe, iş bitiren akçe
Görüm görüm gör taşı, gördüğün yerde vur taşı
Göz değil, külhan penceresi: Bakışlarıyla etrafa korku salmak.
Gözlerini döndermek: Çok kızmak, hiddetlenmek.
Gözlerini içine çevirmek: Dertlerini içine atmak.
Gurbette öğünmek, hamamda türkü çağırmaya benzer
Gün battı, gavur yattı
Güney çiçeği gibi solmak: İstikrarsız olmak, çabuk sönmek.
Halım olsun, malım olsun
Haline bakmaz, bal ili pekmez yer: Ayağını yorganına göre uzatmaz.
Hamamda kurna, düğünde zurna
Hanım yaptı kazara, halayık yaptı pazara
Har vurup, harman savurmak: Çok savurgan olmak, sorumsuz olmak.
Hayırlı evlat bir bakır süt getirir
Haziranda kar yağdı, sattık samanı, yaptık hanı
Hendek atlamak: Çoğu güçlükleri aşmış olmak.
Herk etmek: Nadasa bırakmak
İki adama bir börek, sana ne gerek
İki karga gelse, biri aç gider: Mevcut bir şeyin çok az olması.
İpekten kuşağa düşmüş: Çok şanslı olmak, talihi açık bulunmak.
İstedim vermedi, çaldım görmedi: Allah için vermeyenin malı kaybolur.
İşini, eşini, aşını bil
İt ayağı yemiş gibi gezmek
İt ite it de kuyruğuna
İtten aç, yılandan çıplak
Kadı yemeği yemek
Kapandı gözler, tükendi sözler: Ömür bitince her şey biter.
Kapı kısırığı gibi kenarda durmak: Bir topluluktan çok uzak olmak.
Karga gibi kanırmak: Münasebetsiz şeyler söylemek.
Keçinin atladı yeden oğlak da atlâ
Kedi her zaman keşkek yemez
Kel baştan sekiz kopmak: Çok zor anlar yaşamak, meşakkat görmek.
Kelim var, sabunum da var: Derde göre dermanın da bulunması.
Kelin kulağı gibi kalmak: İşlenen suç karşısında herkese duyulmak.
Kendirden bez, öveyden öz olmaz
Keşkeği keş ettin, her işi baş ettin
Kezine basmak: Bir kimsenin hoşlanmayacağı bir yönünü açığa vurmak.
Kız dağ elması, oğlan bağ elması
Kız evi vezir evi
Kız kundakta, çeyiz sandıkta
Kız yükü, tuz yükü
Kimiş (Girmiş) içine sıska, ni yapsın ona mıska
Köpek postuna peynir basmak: Kötü kişilerle beraber olmak.
Köye gelirken talını, şehre giderken dayını bilmemek: İçinde bulunduğu topluluğa uyum sağlayamamak.
Kuma gemisi yürümüş de elti gemisi yürümemiş
Kuraklık, gelinin ayağından, çobanın dayağından olur
Kuru kuru kıyafet, soğuk soğuk ziyafet: Bir şeye gösterilen önem ne ise alınacak semere de odur.
Kuru tıraş beş kuruş, sulu tıraş on kuruş: Bir işin emeğine göre değeri vardır.
Loğ taşı gibi oturmak
Madası gezelemek: Canı çekmek
Mengef atmak: Sevinçten uçmak, çok mutlu olmak.
Neri (nereye) gitsen okka dööt (dört) yüz direm (dirhem) olmak
Oğul olsun da bok böcüğünden olsun
Orta vurmak: Yardım etmek, iyilikte bulunmak.
Pastanın tokluğu, dolandırır pokluğu
Salavatla tay öğretmek: Korkarak hareket etmek.
Samana kazık çakmak: Olmayacak işlere girişmek.
Sana bana kim bakar, yahniyi köpek kapar
Sen ağa ben ağa ineği kim sağa
Sesliğinde horlamak: herkes kendi dalında işini daha iyi yapar.
Sokak kelteği gibi olmak: Elaleme rezil olmak, ortada kalmak.
Surat asmak: İyi davranmamak, güler yüz göstermemek.
Suratı asık olmak: Kötü mizaçlı olmak, morali bozuk olmak.
Şap arpalık, mısır buğdaylık: Kendine hiçbir şeyi dert etmeyenler için kullanılır.
Tarlayı düz, kadını kız al
Tembelliğe yapışmak: Hiç çalışmamak, boş boş oturmak.
Tencere tava, hepimizde bir hava: Herkesin ayrı ayrı hareket etmesi.
Ucu ucuna, dibi dibine: Her şeyiyle tam yeterli olmak.
Üflesen uçuyor, haykırsan kaçıyor: Çok korkak kişiler için söylenir.
Var dağının altında büyümüş: Çok savurgun olanlar için söylenir.
Varma dula, girme çula
Vurdum duymaz, çaldım oynamaz: Gafilce hareket edenler için söylenir.
Yağmurlu günde tavuğa su vermek: Münasebetsiz işler yapmak.
Yanımdaki yanımda, karşımdaki canımda: Uzakta olan daha kıymetlidir.
Yazın aba, kışın yaba
Yazın gölge hoş, kışın çuval boş
Ye ekşiyi doğur Ayşe'yi, ye tatlıyı doğur Hakkı'yı: Aşeren kadın ekşi istediğinde kız, tatlı istediğinde erkek çocuk doğuracağına yönelik inanışı işaret eder.
Yelin yeldim yel verdim, emeklerimi sele verdim: Boşu boşuna uğraştım.
Yiğit olan kimse saklar sırrını
Tekerlemeler
Tekerlemeler; söz cambazlığı ve hayal mahsulü oldukları için yarı anlamlı veya anlamsız olabilirler. Genellikle masalların başlarında, çocuk oyunlarının aralarında birbirine benzer kelimelerden yapılırlar. Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde cinler cirit oynuyorlarmış, gibi.
Tören Tekerlemeleri: Atatürk’ün Havza’ya gelişi dolayısıyla her yıl 25 Mayıs tarihinde Belediye ve Kaymakamlık önderliğinde festival düzenlenmektedir. Havza’da güreşlerden önce söylenen bir güreş tekerlemesi örneği;
Vah Allah, illallah,
Ata bakma, dona bak.
Gönül evinde sultana bak.
Hasmın karınca ise,
Mert oğlu merdâne bak.
El paçada, diz yerde,
Güreşelim düz yerde.
...
Elemeden, belemeden,
Yüzünü, gözünü toza bölemeden.
Analar besler kır tayı,
Babalar bilmez kıymeti.
Hepimiz âhir zaman peygamberi ümmeti,
Allah Allah, İllallah,
Salavat verelim Muhammed’e.
...
Pehlivan, pehlivan,
Ağustosta oğul veren arıdan.
Kocasından sonra kalkan karıdan,
Zemheri de ekilen darıdan,
Hayır gelmez pehlivan.
Arkasında iki cep,
Bunu da sorarsan;
Biri...
Biri de... (Özdemir, 2003: 153)
Oyun Tekerlemeleri:
Eveleme, develeme,
Kara kuş kovalama.
Zengin zenfer,
Mürekkebin kızı.
Ne vakit geldin?
Yazın geldim.
Yazılasın cazılasın,
Vıccık, saçları kıvır çık.
...
Biren biren eğri diken,
Hacılardan börek gelmiş,
Galdır demiş, gıldır demiş,
Yavrul yırtıl, çık da kurtul.
...
Minarede kuş var.
Kanadında gümüş var.
Eniştemin cebinde,
Türlü türlü yemiş var.
...
Koca karı kalksana,
Lambayı yaksana.
Üç göbek atsana,
Seyrine baksana.
...
Yağ satarım, bal satarım.
Ustam ölmüş, ben bakarım.
Ustam rengi sarıdır,
Şatsam on beş liradır.
Zambak zumbak,
Dön arkana bak.
...
Daldan dala atladım,
San çiçek topladım.
Çiçeklerim döküldü,
Dere aldı götürdü.
Dere boyu çalılık,
Derede olur balık.
Oltayı attım,
Balığım tuttum.
Balık suya dalamaz,
Ebe beni bulamaz. (Özdemir, 2003: 153)
Eğlence Amacıyla Söylenilen Tekerlemeler:
Biz öyle zengin idik, öyle zengin idik ki,
Top ilen, tüfek ilen yıkılacak vaziyetimiz yok idi:
Bir kibrit kutusu buğdayımız var idi
Zibiç kuyruklu da bir kedimiz var idi.
Sıçanlar ambarın dibinde acından ölüyordu.
Evimiz öyle temiz, öyle temiz idi ki
Fıl fişkı diz avında idi.
Dokuz tavuk ilen yaylaya çıkardık.
Pire derisine peynir basardık.
Çatlaj kutusuna yağ basardık.
Bunları karıncalarla İstanbul’a sevk ederdik.
Evlek evlek sattık,
Böyle böyle battık.
...
Hey dost, velî dost,
Yetmiş iki dili dost!
Babadan kaldı bana
Eski bir post.
Ben dikerim, o sökülür,
Arasından pireler dökülür.
Dökülür, amma ne dökülür:
Ufacığı bakla gibi,
Büyücüğü toklu gibi.
Tuttum birini İstanbul’a gönderdim.
Vardım gittim ardı sıra.
Kimse bakmadı halime.
Bir pire atladı dalıma.
Bir tekme vurdu belime.
Ağrısından uyuyamadım.
Birisi şımardı çıktı yüzüme.
Bir cırnak attı gözüme.
Kör oldum uyuyamadım.
Haydarpaşa’dan attık demiri,
Ankara’dan aldık emiri.
Eşşek borazancılar eşşek gibi anırır.
Çavuş ve onbaşılar kol gibi hıyar kemirir.
...
Tereklikte tencere,
El uzattım incire.
Sen de oldun mu
Benim gibi bir çingene.
...
Türkü türkü,
Babamın eski kürkü.
Ben çektim o yırtıldı,
Babam ondan kurtuldu. (Özdemir, 2003: 158)
....
Türkü mürkü
Ninemin kürkü
Bir çektim yırtıldı
Ninem dikmekten kurtuldu
Kar yağıyor
Karga Bağırıyor
Anan çörek pişirmiş
Seni çağırıyor
Yağ yağ yağmur
Teknede hamur
Ver Allahım ver
Karagöz yağmur
Tahta tahta ben var
Uzun uzun şam var
Kalk öküze yem ver
Ben vermem sen ver
Üşüdüm üşüdüm
Daldan armut düşürdüm
Armudumu yediler
Bana cüce dediler
Bilmeceler
Abdest alır namaz kılmaz, cemaatten geri kalmaz. (Cenaze)
Ağaç üstünde ateş yanar. (Kiraz)
Ağaç üstünde kitli sandık. (Ceviz)
Ağadan gelin aldım, belayı satın aldım. (Nezle)
Ağzı var dişi yok. (Güğüm)
Ak tarlada kara tohum. (Yazı)
Akar akar akışır, üstüne et yakışır. (Pirinç Pilavı)
Akı tahta, üstü tahta, içinde kara zohta. (Kaplumbağa)
Akrep, öldürmeden nerede yaşar. (Saatte)
Aksarayın ortasında, sarı sultan oturur. (Yumurta)
Akşam hamur sabah çamur, hanımlar yakar, oğlanlar bakar. (Kına)
Alaca bulaca, çıkar ağaca. (Fasulye)
Alaca mezar, dünyayı gezer. (Göz)
Alaca taylar, dünyayı boylar. (Karga)
Alaçamın damarı, şimdi yersin şamarı. (Etek)
Alçacık boylu, kadife donlu. (Patlıcan)
Alçacık dallı, yemesi ballı. (Çilek)
Alçacık eşek yumuşacık döşek. (Koyun)
Alçak alçak sayfan, bunu bilmeyen hayvan. (Divan)
Allah yapar yapısını, bıçak açar kapısını. (Karpuz)
Allah’ın düvesi, Allah’tan boğası, tırnağından göğe gelir, boynuzundan buzağılar. (Buğday)
Altı ayaklı kırk dayaklı. (Kirpi)
Altı bacak, üstü saçak. (Ağaç)
Altı demir, üstü demir, içinde bir zalim emir. (Tüfek)
Altı deniz üstü saman, köpürdükçe saçar duman. (Nargile)
Altı göl gibi, üstü gül gibi. (Gaz lambası)
Altı mermer üstü mermer, içinde bir bülbül öter. (Ağız ve dil)
Altında dört teker, üstünde yük çeker. (Araba)
Altından süt içerim, üstünden ot biçerim. (Koyun)
Ana bir kız doğurur, ne ayağı var, ne başı; Kız bir ana doğurur, hem ayağı var, hem başı. (Civciv)
Annesi şişmancık, babası borucuk, abisi yavrucuk, ablası dumancık. (Soba)
Aşağı iner güle güle, yukarı çıkar ağlaya ağlaya. (Kuyu bakracı)
Ateşe girer yanmaz, suya girer ıslanmaz. (Güneş)
Atılmaz, kapılmaz, yıkılırsa duvarı yapılmaz. (Yumurta)
Attım rafa, bir kuru kafa Yemesi tatlı, maymun suratlı. (Ceviz)
Ayağını gömerler, başını döverler. (Çivi)
Baldan tatlı, baltadan ağır, elle tutulmaz, mendile konulmaz. (Uyku)
Başı var, kolu yok; gövdesi var, ayağı yok. (Mezar taşı)
Ben dedeme giderim, küçük küçük çörek ederim. (Baston izi)
Ben dururum o gider. (Ses)
Ben giderim ebeme giderim, küçük küçük çörek ederim. (Susam)
Ben giderim o gider, benden ileri gider, para kadar iz eder. (Değnek)
Ben giderim o gider, enseme dum dum eder. (Sakal)
Ben giderim, o gider, yanım sıra tın tın eder. (Baston)
Ben gittikçe, o da gider. (Gölge)
Benim bir ak sakallı dedem var, gece gündüz yufka açar. (Deniz)
Benim bir dedem var, sakalları yer aşağı büyür. (Pırasa)
Benim bir gelinim var; Kendisi içerde, saçları dışarda. (Mısır)
Benim bir kızım var, gelenin gidenin elini öper. (Kaşık)
Benim bir torbam var, akşamdan taşlanır sabahtan toplanır. (Gökyüzü)
Beyazla başladım, yeşille işledim, kırmızı ite bitirdim, cümle aleme yedirdim. (Kiraz)
Bi masalım vâ bil, ağzı içinde dil. (kaval)
Billur bir havuz, içinde kılavuz, ağzında sarı bir yavuz. (Gaz lambası)
Bilmece bildirmece, El üstünde kaydırmaca. (Sabun)
Bin bir minare gibi kare, binbir çiçek bir böcek. (Gökyüzü, yıldız, ay)
Bin ilik bin düğme, Ben diyeyim bilmeyeyim. (Ağ)
Bir ağıl koyunum var, Hep boynu kara. (Kibrit)
Bir atım var otlamaz, susuz yerde duramaz. (Köprü)
Bir avuç boncuğum var, gece saçılır gündüz toplanır. (Yıldız)
Bir gelin aldım babası imam. (Saat)
Bir demirim var çatal, her şeyimi o satar. (Terazi)
Bir gelinim var, kırk yamalığı var. (Kelem)
Bir küçük mil taşı, dolanır dağı taşı. (Işık)
Bir küçücük fıçıcık, içi dolu turşucuk. (Limon)
Bir küçücük kül taşı, dolanır dağı taşı. (Göz)
Bir sofrada sarı kabak, ortasında altın yanak. (Ayçiçeği)
Bir tepsi nar, herkeste var. (Ateş)
Bir yamada yarım evlek. (Kulak)
Biri dedi vay halim, biri dedi vay başım, biri dedi dayan bana, geliyor kardaşım. (Keser, çivi, tahta)
Bizde bir gelin var, gelenin, gidenin elini öper. (Kapı kolu)
Boğazı ip gibi, karnı küp gibi. (Testi)
Boş attım dolu çıktı. (Kova)
Boya kalkar kasılır, havlamadan ısırır. (Isırgan)
Burdan attım vızınan, otuz iki yıldızınan. (Tüfek)
Bük dibinde bir top çıra. (Çiğdem)
Bük dibinde bir yuğurum hamur. (Tavşan)
Çan çan imam, kubbesi tamam bir gelin aldım, babası imam. (Saat)
Çarşıdan alınmaz, mendile sarılmaz. (Uyku)
Çat dedim,pat dedim; Git duvara yat dedim. (Süpürge)
Çın demeden çalıya düşer. (Güneş)
Çınçınlı hamam, kubbesi tamam, bir gelin aldım, babası imam. (Saat)
Çıt çıtan ağacı, pat patan ağacı, bir kara leylek, pot beton ağacı. (Patlıcan)
Çıt çıtan ağacı, pıt pıtan ağacı, kırmızı leylek, çıt pıtan ağacı. (Biber)
Çildir çiçek, yerden direk. (Horoz)
Çit dibinde püsküllü horoz. (Mısır)
Çitten atladı, dibine yumurtladı. (Kabak)
Çum çum çukurda mısın, ak yumurta mısın, kızlar gitti çiğdeme, sen daha burada mısın? (Kar)
Cum Cum çukurda mısın, akbağ yumurta mısın, eller yaylaya gitti, sen daha burada mısın? (Mantar)
Dağ başında kadı gibi, gözleri var cadı gibi. (Baca)
Dağa gider dak gibi, kolları var budak gibi, eğilir su içer, bağırır oğlak gibi. (Öküz arabası)
Dağa gider seslenir, eve gider yaslanır. (Balta)
Dağa varır serilir, eve gelir bürülür. (Kolan)
Dağda olur, dağda biter, Ovaya iner, dum dum eder. (Davul)
Dağdan gelir tıkır mıkır, ayaklarının altı altın bakır. (El arabası)
Dağdan gelir yel gibi, oturur sultan gibi Hasır gibi serilir, esir gibi sürülür. (Kar)
Dal arasında boynu bükük. (Biber)
Dal dalda, dal belde, ak sarayda kara gölde. (Tabanca)
Dal ucunda ateş yanar. (Kiraz)
Dal ucunda torbacık. (İncir)
Dal üstünde kilitli sandık. (Ceviz)
Dal verir budak vermez, ondaki ne ağızdır. (Geyik)
Dala konar, ele konmaz. (Kuş)
Dalda durur, elde durmaz. (Kuş)
Daldan dala, cımbırt göle. (Damla)
Daldan dala, kırmızı pala. (Sincap)
Dağdan gelir takla makla, aman abla beni sakla. (Koç)
Dağdan gelir ufacık, bacakları kısacık, tüyünü göreseniz, güle güle ölesiniz. (Kirpi)
Dam başına peri saçtım, ışığından geri kaçtım. (Yıldız)
Dam üstünde takır tukur, ben de sandım kızlar halı dokur. (Dolu)
Dedem fitil, babam çıra, işin yoksa beni ara. (Lamba)
Dere tepe, çıngıl küpe. (Kızılcık)
Dere tepe cıngıl küpe, bunu bilmeyen sarı sıpa. (kızılcık)
Dışı beyaz içi sarı. (Yumurta)
Dışı deri gibi, içi dan gibi. (İncir)
Dışı han, içi kan. (Karpuz)
Dışı kazan karası, içi peynir yuvası. (Kestane)
Dışı katık, içi kütük. (Zeytin)
Dışı var, içi yok; dayak yer, suçu yok. (Top)
Direksiyonsuz tavan, imansız can. (Gökyüzü, şeytan)
Dört ayaklı fil, aklın varsa bil. (Masa)
Dört kardeş bir kuyu kazarlar. (İnek memesi)
Dört köşedir beş değil, Başı sudan hoş değil. (Kesme Şeker)
Dumanı tüter, isterse gider, balık değildir, denizde yüzer. (Gemi)
Dür dür dürülmez, git git bitmez. (Yol)
Dürüm dürüm bazlamaç, yerim yerim karnım aç. (Kuran-ı Kerim)
Elde durmaz yerde durur. (Kuş)
Eliyemez, beliyemez, ocak başma gelemez. (Yağ)
En üstüne men üstüne, en küçüğü en üstüne. (Minare)
Evden eve tumtumacık. (dibek)
Evin içinde deniz, denizin içinde balık. (Lamba)
Ey bulutlar bulutlar, koyunu yedi kurtlar, bir acayip kuş gördüm, tepesinden yumurtlar. (Çeltik)
Fıraktudan atladım, karşıda yumurtladım. (Kabak)
Fırında pişer, mideye düşer. (Ekmek)
Gece gider, gündüz gider, bir metre yol gider. (Kapı)
Gece gökte bir kedi, hadi bunu da bil dedi. (Ay)
Gittim gittim tepeye, yular taktım eşeğe. (İğne, iplik)
Gökte açık pencere, kalaylı bir tencere. (Güneş)
Gökten bir elma düştü, on ikiye ayrıldı, onbirini yediler, birine dur dediler. (Ramazan)
Gökten gelir hızıyla, yetmiş bin yıldızıyla, ne toptur ne tüfek, bunu bilmeyen ördek. (Dolu)
Güm güm leğen, gümlemez oldu koca leğen. (Gök)
Gündüz hayvan yer, gece insan yer. (Oruç)
Güneş görür kızarır, topraktayken sararır, tencerede türlü aş, tadım ondan alır. (Domates)
Güzelin yanağıdır, temmuz onun çağıdır, yerini sorarsan, amasyanın bağıdır. (Elma)
Havaya çeviririm boşalır aşağı çeviririm dolar. (Şapka)
Hay filidi filidi, dün akşam gelen kim idi? (Uyku)
Hay indirü indirü, dağdan domuz indirü. (Bit)
Hayretleri kavuşturur, hasretleri barıştırır. (Bayram)
Hey ulu dağlar uludağlar, kürk üstünde kürk bağlar, ne satan ağlar ne alan ağlar, başını kesen ağlar. (Soğan)
Hırıl hırıl ses verir, dağa taşa süs verir, ne yerde durur ne gökte. (Rüzgâr)
Hürüdü mürüdü, tarlayı diken bürüdü, şu köyün uşağı, sırt aşağı yürüdü. (Ölü)
İçi daş, dışı daş, ha dolaş, ha dolaş. (Minare)
İki kanat bir kuyruk, kendi başına buyruk. (Tavuk)
İki tane kolu var, yirmi dört tane oğlu var. (Saat)
İl idi mil idi, küçük kapı kırıldı, akşam gelen kim idi? (Uyku)
İnci gibi dişlerim, odunları dişlerim. (Testere)
İnim inim inler, bin kişi dinler. (Davul)
İstanbul’da süt pişti, kokusu buraya düştü. (Mektup)
Kalası tarak gibi, kuyruğu orak gibi. (Horoz)
Kapısını vurdum güm dedi, içine girdim bum dedi. (Hamam)
Kara deve girmez eve, kes boynunu girsin eve. (Şemsiye)
Karınca kararınca, yolda gider ince ince. (Testere)
Karşıda ay doğdu, onu görenler oldu, annesi kundakta iken, kızının kızı oldu. (Göz)
Karşıda ebem oturur, tırnaklarını yere batırır. (Köpek)
Karşıdan baktım hop, yanına vardım altın top. (Kestane)
Karşıdan baktım kara bir taş, yanına vardım dört bacak bir de baş. (Kaplumbağa)
Kat kat döşek, bunu bilmeyen eşek. (Kuran)
Kazandan kara, kardan beyaz; Tavuktan alçak, adamdan yüksek. (Saksak)
Kızınca hav hav, gözleri lav lav. (Köpek)
Kocamış hantal, yan gelmiş yatar. (Kedi)
Köy içinde ağzı kara. (Fırın)
Kuyruksuz kedi, miyav miyav dedi. (Otomobil)
Küçük al yastık, içine kum bastık. (İğde)
Küçük kazanımın aşı tatlıdır. (Fındık)
Küçük kuşlar, camiyi taşlar. (Arı)
Küçük küçük kuşlar, her yeri taşlar. (Dolu)
Küçük mezar, dünyayı gezer. (Ayakkabı)
Mantosu yeşil, gömleği al, düğmesi siyah, yemesi ballı. (Kestane)
Masada kesilir, yenmez. (Fatura)
Masal masal maskara, ağzı burnu kapkara. (Fırın)
Masalı metten, sakalı etten. (Horoz)
Mavi atlas, iğne batmaz, makas kesmez, terzi biçmez. (Gökyüzü)
Mavi mavi maniki, dişleri var on iki. (Sarımsak)
Meselce meselce, ötmesi güzelce. (Keklik)
Ne canı var, ne kanı; beş tane parmağı. (Eldiven)
O onun içlikle, o da onun içinde. (Ayna)
Ocak başında burnu akar. (İbrik)
Ocak başında pusur yumak. (Kedi)
Oy bulutlar bulutlar, Yusuf’u yemiş kurtlar, aşağıdan su çeker, göbeğinden yumurtlar. (Mısır)
Oyanı mermer buyanı mermer, içinde kanlı Ömer. (Yumurta)
Ölüye elimi uzattım, ağzını açtı. (Makas)
Ötesi var urgan gibi, eni var yorgan gibi. (Deniz)
Padişah oğlu pat pat, gömleği kat kat. (Lahana)
Pencerede ay doğdu, görenler hayra yordu Anası kundaktayken, kızının kızı oldu. (Gül)
Pır pır uçar, ak ak sıçar. (Kaz)
Pişirirsen aş olur, pişirmezsen kuş olur. (Yumurta)
Samsun’da süt pişti, kokusu naza düştü. (Mektup)
Sarı sarı saldıran, kızları kandıran. (Altın)
Sarıdır özü, güldürür yüzü. (Altın)
Sarıdır sarkar, düşeceğim diye korkar. (Ayva)
Sayısı beş, yapışık kardeş. (El)
Semeri var eşek değil, boynuzu var öküz değil, ağaca çıkar kuş değil. (Salyangoz)
Sesi burada, kendisi orada. (Kurşun)
Sıra sıra çeperler, birbirini öperler. (Kirpik)
Sıra sıra dağlar, hırsızlar yakalar. (Tren)
Sıra sıra odalar, birbirini kovalar. (Tren)
Sizin evin arası, bizim evin arası, beş kilim parası. (Kar)
Suda cıp cıp. (Balık)
Suya düşer ıslanmaz, yere düşer paslanmaz. (Güneş)
Şekere benzer tadı yok, gökte uçar kanadı yok. (Kar)
Şu karşıda iki bey oturur, biri kalkar diğeri oturur. (Terazi)
Şu karşıda ufacık, belinde tabancacık. (Mısır)
Şu karşıda yaş kütük. (Burun)
Taşdandır demirdendir, yediği hamurdandır, dünyayı doyurur, kendi doymaz. (Değirmen)
Tavuktan küçük, insandan büyük. (Şapka)
Ufacık kuşlar, bahçeyi taşlar, kendi yemez, ele bağışlar. (Arı)
Uzaktan baktım bir kara taş, yanım gittim dört bacaklı baş. (Kaplumbağa)
Uzaktan tektim pek çok, yanına gittim hiç yok. (Sis)
Uzun uzun dervişler, akşam bize gelmişler Tepinmişler durmuşlar, çekilmişler gitmişler. (Yağmur ve dolu)
Uzun uzun söğütler, birbirini öğütler. (Telefon direği)
Uzun uzun ormancık, ucunda tatlı boncuk. (Irmak, deniz)
Üstü çayî biçülü, altı çeşme içilî. (koyun)
Yağmurlu havada göz kırpar. (Şimşek)
Yapan satar, alan kullansa da göremez. (Tabut)
Yapılmamış duvarda, doğmamış oğlan oturur, ekilmemiş bostanı, yolma diye bağırır. (Yalan)
Yar dibinde yağlı kayış. (Yılan)
Yaş ağaçta kuru budak. (Boynuz)
Yattığı yerde ot bitmez. (Ateş)
Yattım aşağıya, koydum onu koynuma. (Uyku)
Yazın giyinir, kışın soyunur. (Ağaç)
Yemesi tatlı, maymun suratlı. (Hindistan cevizi)
Yemesi yok, içmesi yok, nefes veriyor canı yok. (Körük)
Yer altında civcivli tavuk. (Patates)
Yer altında kalaylı tas. (Turp)
Yer altında kazan kaynar. (Karınca)
Yer altında kırmızı minare. (Havuç)
Yer altında kızıl çubuk. (Solucan)
Yer altında küçük asker. (Karınca)
Yer altında küflü ocak. (Soğan)
Yer altında uzun bıyık. (Pırasa)
Yere vurdum yumruğu, Allah’ın buyruğu, otuz okka gövdesi, üç okka kuyruğu. (Ramazan)
Yeşildir abası, sarıdır libası, içinde iliği var, bir sürü deliği var. (Beden)
Yeşillikte gök kamış, allah buna bakmamış. (Yılan)
Yol altında yağlı kayış. (Yılan)
Yol üstünde kilitli sandık. (Mezar)
Yol üstüne saç koydum, geleni geçeni aç koydum. (Ramazan)
Yuvarlak mermer taş, içinde renkli aş. (Yumurta)
Ninniler
Ninniler genellikle 4 mısradan meydana gelirler, mani tarzındadırlar, bu mısralarda hece sayısı yedi veya sekizdir. Hece vezninde ve çocuğun anlayacağı sade bir dille söylenir.
Ağlama bebek ağlama
Yüreğimi dağlama
Annen gelir şimdi
Yüreğimi dağlama
Ağlama bebeğim,
Bebeğim girdi bir yaşına
Dönecek şimdi baban
Yürüyecek şimdi çayırda
Anne baba nedir bilir misin?
Ninnide ninni oğlum
O güzel boncuk gözlerin de
Uyusunda benim ninni oğlum
Babasının bir tek yavrusu
Benim kıymetli tatlım
Ne güzel uyumuş
Ninnisine bürünmüş.
Bebeğim süt kokuyor
Melek gibi kokuyor
Eeeee uyusun da
Benim kuzum ninni
Benim güzel yavrucuğum
Uyu da sen çocuğum
Çabuk büyü oğulcuğum
Uyursun da büyürsün yavrum
Benim yavrum mama yemez
Ninni gülüm ninni
Elbisesini de giyemez
Ninni yavrum ninni
Çitlik dolu malın oosun
Boban saa köle dursun
Benim yavrum uyusun
Ninni yavruma ninni
Mışıl mışıl uyursun
Karanlıkta büyürsün
Beşikten çıkmak için
Yandan yana dönersin
Ninni yavrum ninni
Seviyor annen seni
Sallar iken birlikte
Diziyor maniler ninni. (Semiz, 2007: 100)
Dualar
Manzum Sofra Duaları:
Biz yedik yerine gelsin,
Yemeyenlerin canına değsin,
Koyup gidenler nur gölünde yatsın,
Çalışanlara, uzun ömür versin,
Biriciğini bin etsin.
Börekler şöyle dursun,
Çay içmeye ne dersin?
Bugün yine çok doyduk,
Allah bereket versin.
Elmayı nazik soydum,
Yerime azık koydum.
Afiyet olsun yârim,
Sen yedikçe ben doydum.
Yarabbi çok şükür.
Biz yedik Allah artırsın,
Sofrayı kuran kaldırsın.
Yatmadan önce okunan dualar;
Biz yedik yerine gelsin,
Allah bereket versin,
Çalışanlara uzun ömür,
Öküzlerimize kuvvet versin.
Sofrada fakir olsun,
Tabaası çukur olsun,
Karnı doyduktan sonra,
Duayı okur olsun.
Manzum Uyku Duaları:
Yattım sağıma, döndüm soluma.
Şeytan gelemez benim yanıma.
Melekler şahit olsun,
Dinime, imanıma.
Yattım Allah kaldır beni,
Nur gölüne daldır beni
Can bedenden çıkarken,
İmanla gönder beni.
Dua Örnekleri:
Afet yüzü görmeyesin.
Allah aç bırakmasın.
Allah ahir ömründe imanla gitmek nasip eylesin.
Allah akıl fikir versin.
Allah analı babalı büyütsün.
Allah cümlemizi dinden imandan ayırmasın.
Allah çocuklarınızın acısını göstermesin.
Allah daraltmasın, kimseyi bunaltmasın.
Allah dermansız dert vermesin.
Allah dert verip derman aratmasın.
Allah geride kalanlara selamet versin.
Allah gökden yâdîsın, yeden toplatsın.
Allah hayırlı müşteri versin.
Allah kazalardan belalardan esirgesin.
Allah kesene Halil İbrahim bereketi versin.
Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin.
Allah maldan da önce sağlık sıhhat versin.
Allah mürüvvetini göstere.
Allah namerde muhtaç etmesin.
Allah nazardan esirgesin.
Allah ne muradın varsa versin.
Allah seni büyük adam ede.
Allah seni görünür görünmez beladan esirgesin.
Allah seni namerde muhtaç etmesin.
Allah seni nur gölünde yatırsın.
Allah sevdiğine kavuştursun.
Allah tuttuğunu altın etsin.
Allah yazdıysa bozsun.
Allah yoluna taş koymasın.
Allah zihin açıklığı versin.
Bereketli olsun.
Beterin beteri var.
Bîken bin olasın.
Dünyadan gel geç, yokluk görme.
Gızına gomşu olasın.
Gözünaydın.
Güle güle git uğullar uğul olsun.
Muradına kavuşasın.
Muradına tez eresin.
Mutlu olasın.
Mutluluklar dileriz.
Nasibin bol ola.
Nazar değmesin.
Nurlar içinde yatasın.
Ocağın şen ola.
Ocağın yansın, tütsün.
Ocağın yıkılmasın.
Of demeyesin.
Otun yeşere.
Oğlun, kızınla komşu olasın.
Ömrün su gibi uzun olsun.
Ömrün uzun olsun düğünün güzün olsun.
Ömrün uzun olsun.
Saçın sakalın ağara.
Sakalın göbeğine ine.
Saçın sakalın çoluk çocuğunla ağarsın.
Tedbir bizden, şife Allah’tan.
Tuttuğun altın olsun.
Uğurlu gademli olsun.
Yolun açık olsun.
Beddualar
Bölgede, tekrar kendilerine döneceği inancından dolayı beddua çok da yaygın değildir. Bu inançtan dolayı beddua yerine “Allah’a havale ediyorum.” diyerek de duygularını dile getirdikleri görülür (Semiz, 2007: 138).
Tersine kargışlar:
Allah seni susuz derelerde boğsun.
Göçmüş duvar üstüne yığılsın.
Gözün kör olmasın.
Ölü kargalar gözünü oysun.
Beddua Örnekleri:
Acından bir dilim kura ekmeğe muhtaç olasın.
Ağzında tavun otu bitsin.
Allah belanı, hoca selam versin.
Allah dînâklanı (tırnaklarını) döksün.
Allah elinde avucunda ne varsa alsın.
Allah ocağını batırsın.
Allah sana uyuz versin tırnak vermesin.
Allah seni susuz derelerde boğsun.
Allah seni taş etsin de olduğun yerden kımıldayama.
Allah seni yedi kapıdan dilendirsin.
Bacan yıkıla.
Bacana baykuş tünesin.
Başın kopsun.
Boğazın kurusun da bir yudum su veren olmasın.
Boynu çıkası.
Cehenneme tıkaç olasın.
Çocuksuz kalasın da soyun kuruya.
Damında baykuş ötsün.
Gidişin olsun, dönüşün olmasın.
İki elin yana gelsin.
Kolların dibinden kurusun.
Kulağına kurşun aksın.
Ölme de sürün.
Ölmesinde sürünsün.
Önündeki ağzın ensene dönsün.
Sırtından kambur, elinden kalbur eksik olmasın.
Topal şeytanından bul.
Yata yata bir yanın çürüsün.
Yediğin boğazında kala.
Yeminler
Buradan eve varmayayım.
Dilim gâvur dili olsun.
Ekmek gözüme.
Üçten dokuza şart olsun.
Yıldırım başıma düşsün.
Maniler
Maniler törenlerde, eğlencelerde, çeşitli inanış ve adetlerin uygulanması sırasında, eğlenme, haberleşme gibi vazifeler yüklenmiş ezgiyle söylenen anlatı türleridir. Daha çok aşkı sevdayı anlatan manilerde toplumla ilgili hemen bütün meselelerden de söz edilmektedir. Samsun’da eğlenceli toplantılarda, kına gecelerinde ve düğünlerde mani söyleme geleneği vardır.
Samsun ilinde tütün tarımının mazisi oldukça eskidir. 19. yüzyıldan itibaren tütün tarımı il genelinde yaygınlaşarak Samsun halkının önemli geçim kalemlerinden birisi haline gelmiştir. Pek çok çiftçi geçimini uzun yıllar boyunca tütünden sağladı. Bundan dolayı deyimlerde, menilerde ve tabii türkülerde tütünden çokça söz edilir.
Ay bulutta bulutta
Mendilim kaldı dutta
Kalırsa kalıversin
Yenisi var sandıkta
Çırakman’ın evleri
Tütüncüdür beyleri
Tütüncülük olmasa
Ne olacak halleri
Haydin gidelim kızlar
Bafra’ya tütüne
Bu sevda nasıl sevda
Yandık bütün bütüne
Ölürsem mezarımı
Yolun üstüne kazın
Mezarımın taşına
Sevdadan öldü yazın
Uzun uzun uzasın
Koyunlar kuzulasın
Sabredelim sevdiğim
Altınlar ucuzlasın
Kara kara kazanlar,
Kara yazı yazanlar,
Ölmesin de sürünsün,
Aramızı bozanlar.
Gök ceviz tepeleri
Kaybettim küpeleri
Beni yardan ayıran
Şu köyün kahpeleri
Kunduz’da mısırım var
Dibinde hasırım var
İti kâfiri puştu
Neremde kusurum var
Kar yağar serpe serpe
Kapandı dere tepe
Bir sağlam pabuç yok ki
Giyelim depe depe
Ey gemici gemici
Nerden aldın pirinci
Şu Samsun’un kızları
Her biri birer inci
Telgrafın telleri
Pamuk gibi elleri
Beni baştan çıkaran
Şu Samsun dilberleri
Al şalım yeşil şalım
Dağları dolaşalım
Aramızda fitneler
Biz nasıl kavuşalım
Ramazan Manileri:
Ramazan gecelerinde Samsun’un pek çok köyünde sahur vakti Ramazan davulcuları evleri tek tek gezerek hem davul çalar hem de maniler söyleyerek sahur vaktini haber verirlerdi.
On bir ayın sultanı
Kıymetlidir her anı
Hoş geldin ya Ramazan
Süslersin şu cihanı
Şükür bu aya girdik
Akşam hilali gördük
Sevinçlere garkolup
Yüzü secdeye sürdük
Hanım kızlar yattınız mı
Baklavayı yaptınız mı
Sahur vakti geldi çattı
Şerbeti kattınız mı?
Herkes sabırla bekler
Ziyan olmaz emekler
İftara geliyoruz
Hazırlansın yemekler
İftara geldi sini
Sakın unutma beni
Kırk gündür karnım aç
Yerim doymam hepsini
Ramazanım merhaba
Bizlere verdin sefâ
Rabbimize hamd olsun
Her nefeste bin defâ
Aşağıdan gelir tatar
Ne yaman mâniler atar
Ufak paraya, kim bakar
Ağa bize ellilik atar
Kaşık saldım ayrana
Kızlar çıktı seyrana
Aldatmayın hey kızlar
On beş gün kaldı bayrama
Sevda ve Ayrılık Konulu Maniler:
Samsun’un tren yolu
Etrafı ağaç dolu
Öyle bir yar sevdim ki
Anasının bir oğlu
Zeyrek ektim yel aldı
Pirinç ektim sel aldı
Merak ettim yar sevdim
O yâri de el aldı
Ay doğdu bedir Allah
Bu sevda nedir Allah
Ya benim muradımı ver
Ya beni öldür Allah
Bafra bağlı bahçeli
Yolu iki keçeli
Yüreğime kan damlar
Senden ayrı düşeli
Aya bak yıldıza bak
Aklımı alan kıza bak
Kız Allah’ını seversen
Basını kaldır bize bak
Aya baktım ay beyaz
Kıza, baktım kız beyaz
Keseye baktım para az
Bu kız bana yaramaz
Atma beni tas ile
Gözüm dolu yas ile
Nerelere gideyim
Bu sevdâlı baş ile
Ay bulutta bulutta
Mendilim kaldı dudda
Kalır ise kalsın
Yenisi var sandıkta
Ayağında çizmesi
Şu yar ile gezmesi
Şu yarin cilvesine
Sanki şeker ezmesi
Dere akıyor dere
Kumunu sere sere
Al beni götür dere
Yarimin olduğu yere
Dolmuş geliyor dolmuş
Tekeri ben olayım
İçindeki şoförün
Sevdiği ben olayım
Çayırda kara kuzu
Kıvrım kıvrım boynuzu.
Yaktı kuruttu beni
Muhtarın küçük kızı.
Pancar kesik değil mi?
Ciğer ezik değil mi?
Ben sevdim muhtar aldı
Bana yazık değil mi?
Altın ibrik doldurdum.
Dolu diye kaldırdım.
El oğlunun yüzünden,
Gül benzimi soldurdum.
Çarşıda urganım var
İpekten yorganım var
O kız benim olursa
Koçluktan kurbanım var
Kır atıma yükledim
Kaba tütün tayları
Benim gibi sevdiğim
Sayar mısın ayları
Yılan inceden öter
Tütün Samsun’da biter
Yavaş sallan yosma kız
Cahilim aklım gider
Çırakmanın evleri
Tütüncüdür beyleri
Tütüncülük olmasa
Ne olacak halleri
Haydin gidelim kızlar
Bafra’ya tütüne
Bu sevda nasıl sevda
Yandık bütün bütüne
Armut daldan düşer mi?
Günden yanı pişer mi?
Bir annenin bir kızı,
Dul kişiye düşer mi?
Arpalık dize kadar,
Gel yârim bize kadar.
Sana çorap öreyim,
Topuktan dize kadar.
Şu dereler olmasa
Mor çiçekler solmasa
Ölüm Allah’ın emri
Ah ayrılık olmasa
Garibim bu gülşende
Baykuşlar ötüşende
Gariplik ne çetinmiş
Baş yastığa düşende
İnce iğnede sarı iplik
Böyle mi olur gariplik
Sen orada ben burda
Çekilmiyor hasretlik
Kabak diktim dal attı
Dibine yılan yattı
Kör olasıca babam
Beni gurbete attı
Kara tren ak tren
Şu halime bak tren
Hareket et gidelim
Yolumuz ırak tren
Ay doğar arılığa
Gün doğar kuruluğa
Buna can mı dayanır
Yedi yıl ayrılığa
Evlilikle İlgili Maniler:
Kayadan indim düze
Beş yüzeyim beş yüze
Beş yüzü veren alır
Veremeyen bekâr kalır.
Kayadan atın beni
Kızlara katın beni
Ben kaymakam kızıyım
Bahalu satın beni
Mor taksi iki kat
Bir katını bana sat
Başlıktan korkuyorsan
Yastığa sarıl da yat.
Kamyon gelir yayladan
Tekerleri aynadan
Kız parası değil mi,
O muhtarı ayardan.
Uzun kavaktan aştım
Baktım bu işe şaştım
Bin kuruşluk kız idim
Yetmişlik muhtara düştüm.
Tarlalarda pıtırak
Gelin kızlar oturak
Oturmaktan iş çıkmaz
Satılak da kurtulak
Muhtarın evi alçak
Çamura mı batacak
Gidin sorun muhtara
Kızını kime satacak
Kayalardan atın beni
Karılara katın beni
Ben muhtarın gızıyım
Hocaya satın beni
Evleri yakın yarim
Etrafa bakın yarim
Sana nazarlar değer
Hamayli takın yarim
Duman duman üstüne
Duman dağın üstüne
Öldürürüm kendimi
Gitmem kuma üstüne
İnce ekmek yazarım
Ben kumadan bezerim
Kuman ölmüş deseler
Sere serbest gezerim
Cip geliyor geliyor
Arkası muşambalı
Almalı muhtar kızı
Dünyada yaşamalı
İki gemi yan yana
Sallana biliyon mu
Üstüne kuma gelmiş
Dayana biliyon mu
Denizin dalgası var
İçinin halkası var
Çok evlenen deyusun
Günde bir kavgası var
Ocak başı yan taşı
Ben yemem bulgur aşı
Teneşürde yıkansın
Kaynanamın kel başı
Sıra sıra beşikler
Sıralanmış eşikler
Kaynanamdan kıymetli
Ahırdaki eşekler
Tereğe kapak koydum
İçine kepek koydum
Kaynanamın adını
Kuyruklu köpek koydum
Ak mısırın gavuzu
Kaynananın yavuzu
Komutandan çetin olur
Kaynananın domuzu
Köprünün altı kazık
Gaynanan öldü yazık
Gaynanana acımam
Bir top kefene yazık
Sini sini nişasta
Evde kaynanam hasta
Ne yapayım hastaysa
Çekişmeye pek usta.
Büyük evin kilimi
Dut kaynana dilini
Dutmuyodun dilini
Niye aldın gelini
Kayalardan kayarım
Yoktur benim ayarım
Kes sesini kaynana
Kabak gibi oyarım
Taş dönmeye dönmeye
Taşta bulgur ölmeye
Kör olası kaynana
Pişirdiğin yenmeye
Dere boyu giderim
Kara koyun güderim
Kaynanam bura gelirse
Ben bu yayladan
Karanfil verdim sana
Kanın kaynasın bana
Seni büyüten ana
Olsun bana kaynana
Nefesler
Sefa geldin
Biz de hanedana gider der idik
Mihman canlar bize sefa geldiniz
Belli olmaz baharımız yazımız
Mihmanlar bize sefa geldiniz
Beli dedik bir gerçeğin destine
Canım kurban olsun hakkın dostuna
Her sabah her sabah yüz üstüne
Mihman canlar bize sefa geldiniz
Gitti yoldaşlarım kaldım yalnız
Bahçede açılan gonca gülümüz
Şeker muhabbetiniz tatlı diliniz
Mihmanlar siz bize sefa geldiniz
Baykuş gibi ne beklersin Virani
Şükür olsun sizi bize vereni
Sultan Hatayının için yeneni
Mihmanlar siz bize sefa geldiniz
Düvaz İmam
Alevi topluluklarında oniki imamı ad ve özellikleri ile anlatan şiirlerdir.
Oniki imamlar
Dinleyin ey sofular evvel imamınız kim idi?
Salavat indi şanına Muhammed ali Ehl-i din idi.
Birincisi İmam Ali
İkincisi İmam Hasan
Üçüncüsü İmam Hüseyin
Dördüncüsü İmam Zeynel Abidin
Beşincisi İmam Muhammed Bakır
Altıncısı İmam Cafer Sadık
Yedincisi İmam Musa Kazım
Sekizincisi İmam Rıza
Dokuzuncusu İmam Muhammed Taki
Onuncu İmam Ali Naki
Onbirinci İmam Hasan Askeri
Onikinci İmam Muhammed Mehdi sahip zaman gele
Derviş Alim bakışına böyle mi girdi düşüne iki cihan güneşine veladdalin
Kur’an’dır (Özdemir, 2008: 118).
Halk Şairleri / Aşıklar
Türk halk edebiyatının âşık tarzı halk edebiyatı ürünleri, halk ozanı âşıkların eliyle günümüze kadar ulaşmış zengin bir birikimdir. Halk âşıkları içinde yetiştikleri toplumun kültürünü, değerlerini, dertlerini ve sair meselelerini ezgiyle söyledikleri şiirleriyle dile getirirler.
Âşık Kemali Bülbül: 1928 yılında Kavak’ın Kozansıkı köyünde doğdu. Tam ismi Kemal Bülbül’dür. 1939 depreminde babasını ve başka birçok yakınını kaybetti. Doğup büyüdüğü köyde, köye gelen halk şairleri ve âşıkları görüp onlara özendi. Önce dinleyerek daha sonra söyleyerek âşıklık geleneğini öğrendi.
Âşık Kemali Bülbül 18 yaşına geldiğinde “Kırık Sesler” adı altında bir şiir kitabı yayınladı. Bulunduğu şehirde ve yurdun çeşitli şehirlerinde şenlik ve festivallere katılıp şiirler – türküler söyledi. Katıldığı şenliklerde düzenlenen yarışmalarda dereceler kazandı, ödüller aldı. 1975 yılında Halk Ozanlarını Tanıtma ve Eserlerini Yaşatma Derneği kurucuları arasında yeraldı ve ilk başkanı seçildi.
Samsun’da bir süre “Torun” ve “Vicdan Sesi” gazetelerini çıkardı. 1951-52 yıllarında “Büyük Cihâd” gazetesinin yazı işleri müdürlüğü yaptı. Gerek “Vicdan Sesi” ve gerekse “Büyük Cihâd” gazetelerindeki bazı yazılar sebebiyle asliye ceza ve ağır ceza mahkemelerinde yargılandı ise de açılan davaların hepsinden de beraat etti. 1960 ihtilâlından sonra Ankara’ya yerleşti. 1993 yılında emekli olup Samsun’a dönene kadar çeşitli işlerde çalıştı. 23 Eylül 2012 tarihinde 84 yaşında vefat etti.
Vay Halime Vay
Gözümle gönlümle arası açık
Kavgaya dönerse vay halime vay
Dünya geniş olmuş kabir daracık
Kandilim sönerse vay halime vay
Gözler bedenimde gönül de bende
Birisi yaşarken biri ölende
Ömrümün çilesi benden de önde
Gün günü yenerse vay halime vay
Dağı dev mi deldi Ferhat değil de
Piri kim uçurdu kanat değil de
Kaybolan insan mı sanat değil de
Can kuşum tünerse vay halime vay
Halıdan yumuşak gelir teneşir
Kimi ağlaşır kimi söyleşir
Kemali Bülbül’ü dört kişi taşır
Kurtulmak hünerse vay halime vay
Âşık Obalı / Mustafa Bilir: Asıl adı Mustafa Bilir olan şair, 1958 yılında Artvin’in’de doğmuştur. Doğduğu köyün adına izafeten kendisine “Obalı” mahlasıyla tanınmıştır. Öğretmen olan babası tayini gereği 1959 yılında Samsun’a gelmiş, Mustafa Bilir de bu vesileyle Samsun’da büyümüştür. Lise öğrenimine devam ederken şiirlerini yayınlamaya başladı. Bir süre özel sektörde çalıştıktan sonra, 1994 yılından itibaren Samsun Belediyesinde çalışmaya başladı. 2016 yılında emekli olana dek Belediye’deki görevine devam etti. 2016 yılında Gürcistan vatandaşlığını da almıştır.
Âşık Obalı, yurt içi ve yurt dışında pek çok faaliyete âşık kimliği ile iştirak etmiştir. Çeşitli sempozyumlara bildirileri ile katkıda bulunmuştur. Samsun merkezli yerel bir TV kanalında (Klas TV) 2004-2005 yılları arasında 26 hafta canlı olarak sunulan bir program hazırlamış, programda Samsun’un kültür-sanat hayatından kişileri konuk etmiştir. Kendi şiirlerini türkü olarak bestelemenin yanı sıra başka şairlerin / âşıkların şiirlerini de bestelemiştir. Dörtlükler halinde yazdığı şiirlerinde daha çok 8’li, 11’li ve son şiirlerinde 14’lü hece vezinlerini kullanmıştır. Âşık Obalı’nın üslubunda hamasî edanın yanı sıra mizahî bir taraf da vardır.
Bayram Olur
Dostumuz bizi andıkça
Yüzler güler bayram olur
Ömrü hak söze bandıkça
Özler güler bayram olur
Sevgi yayı gerilince
Haklıya hak verilince
İnsanlar bir görülünce
Gözler güler bayram olur
Hoş seda toprağı eşse
Muhabbet derine düşse
Her kelam gönülde pişse
Sözler güler bayram olur
Aşk yaşaya nefret öle
Olmamalı nefse köle
Obalı vurunca tele
Sazlar güler bayram olur
Mümin Üstün: 1959 yılında Vezirköprü’de doğdu. Öğrenimini Vezirköprü’de tamamladı. Askerlik hizmeti yaptıktan sonra Vezirköprü Belediyesinde memur olarak çalışmaya başladı. Buradan emekli oldu.
Küçük yaşlarda bağlama merakı olan Mümin Üstün, saz çalmayı öğrenip kendisinin yazdığı şiirleri, türküleri saz eşliğinde okumaya başladı. 1977 yılında Vezirköprü’de düzenlenen Türk Halk Müziği Ses yarışmasında birinci oldu. 1000 kadar şiir ve türküye imza atmış olmanın yanı sıra yöreden çok sayıda derlemeler yapmıştır. Vezirköprü’de Halk Eğitim bünyesindeki müzik kurslarında ve kendi müzik evinde kurslar veren Mümin Üstün, Türk müziğinin değişik tür ve makamlarında Türkiye’nin değişik yerlerinden kendisine ulaştırılan 300’den fazla eseri besteleyerek sahiplerine ulaştırmıştır. Kültür Bakanlığı tarafından Geleneksel Türk Halk Müziği Mahalli Sanatçısı unvanına da sahip olan halk ozanı Mümin Üstün halen Vezirköprü’de ikamet etmektedir.
Vezirköprü’dür Bu Diyar
Binlerce yıllık tarihtir
“Köprü” denen yer bu diyar
Kültür, sanat şehridir
Vezirköprü’dür bu diyar
Seyyahın seyahatname
“Şin-der” tam altı bin hane
Bin dükkân, imarethane
Vezirköprü’dür bu diyar
Bizans, Selçuk, Osmanlılar
Gelip geçti nice çağlar
Siper oldu yüce dağlar
Vezirköprü’dür bu diyar
Kızılırmak sapağıdır
Sadrazamlar otağıdır
Karanlığın şafağıdır
Vezirköprü’dür bu diyar
Çarşıda koca çınarı
Yemyeşil orman kenarı
Ne güzel yaratmış Tanrı
Vezirköprü’dür bu diyar
Bağlarıyla, bahçesiyle
“Sanat” kokan mehlesiyle
Gönlümüzde sevgisiyle
Vezirköprü’dür bu diyar
Ellerinde sanat akan
Ustalık mührünü takan
İnsanları burcu kokan
Vezirköprü’dür bu diyar
Mümin der ki ele güne
Gerek yoktur nama üne
Seyyah-ı var bu gün yine
Vezirköprü’dür bu diyar (Yüksel, 2016: 131-132).
Halk Hikâyeleri
Halk hikâyeleri yöreye özgü motiflerle süslenmiş, toplumda iz bırakmış kişi ve olaylar üzerine kuruludur. Aşk ve kahramanlık konulu hikâyelere daha çok tesadüf edilir. Halk hikâyelerinin eğlenmekten ziyade esas amacı anlatılan hikâye aracılığıyla dinleyelenlerin ders almalarını sağlamaktır. Gerçek hayatta yaşanmış olaylar ve yaşamış kişiler hikâyede olduğu gibi nakledilebilir bunun yanısıra abartılara da gidilebilir.
Çetinkaya Köprüsünün Hikâyesi: Bafra ilçesinde Kızılırmk üzerindeki bir köprüdür. Bugünkü köprünün olduğu yerde eskiden ahşaptan imal edilmiş bir köprü vardı. Düğün alayı atların sırtında köprüden geçiyorlarmış. Atlardan biri gördüğü bir kartaldan ürküp hareketlenmiş. Diğer atlar da aynı şekilde ürktüğü için köprü üstünde karışıklık olmuş ve bu karışıklıkta köprü yıkılmış. Gelin de dahil olmak üzere gelin alayından pek çok kişi Kızılırmak’a düşüp boğularak can vermişler. Bu olayın anısına Bafra’da pekçok evli çift bu köprü üzerinden geçerken, burada durup ırmağa taş atar.
Helvacı Güzeli: Zamanın birinde çok zengin bir adam varmış. O adamın iki oğlu, bir kızı varmış. Bu adam imammış. İki oğlu ile hacca gidecekmiş. Kızın annesi olmadığı için kız evde tek kalıyormuş. İmam kızını müezzine emanet ediyor, kızına da “hiç evden çıkmayacaksın, eğer sıkılırsan evin arkasındaki bahçede gezersin” demiş. İmam ve oğulları hacca gidiyorlar. Bu arada kız sıkıldıkça bahçeye çıkıyor. Müezzin de minareye ezan okumaya çıktıkça kızı görüyor ve kıza âşık oluyor. Kızın yanına cadı gönderiyor. Cadı, kızı kandırıp hamama götürüyor. Kız hamamda müezzini görünce çok şaşırıyor. Kız müezzinden kurtulmak için plan kuruyor ve şöyle diyor: “Önce ben seni yıkayayım sonra sen beni yıkarsın” diyor. Kız müezzinin kafasını iyice köpüklüyor, tasla kafasına vuruyor ve bayıltıyor. Muslukları da iyice kapatıp eve gidiyor. Aradan zaman geçiyor. İmam ve oğulları hacdan geliyor. Müezzin imamı ziyarete geldiğinde imam soruyor: “Ne yaptın kızıma sahip çıktın mı?” diyor. Müezzin de “kızın fahişelik yaptı” diyor. İmam oğullarını çağırıyor ve diyor ki: “Kardeşinizi ormana götürüp onu kesip kanlı gömleğini bana getireceksiniz.” Ağabeyleri kız kardeşlerinin öyle bir şey yapmayacağını bildikleri için ormana götürürler fakat onu kesmezler. Yolda gördükleri köpeği kesip onun kanını gömleğe sürerler. Kız kardeşlerini de başka bir şehre götürüp, saçlarını kestirip onu erkek kılığına sokarlar ve bir helvacıda işe başlatırlar. Bir zaman çalışır Patron kıza: “Ben büyük bir davet yapacağım” der. Bu davete müezzini, imamı(kızın babasını), kızın kardeşlerini ve cadıyı çağırır. Kız yemekten sonra: “İhtiyacı olan dışarı çıksın bir şey anlatacağım” der. Sonra kız başından geçenleri anlatır. Cadı ve müezzin dışarı çıkmak isterler kız izin vermez. Kız anlatınca ağabeyleri kızın kendi kardeşleri olduğunu anlarlar. Babalarını ve müezzini orada vurup kız kardeşlerini alıp eve giderler (Semiz, 2007: 58).
Gelin Dağı: Zamanın birinde yaşayan çok zengin bir aile varmış. Bu zengin ailenin etrafta konuşulacak kadar güzel bir kızı varmış. Bu güzel kız yakışıklı bir delikanlıya tutulur. Ancak bu delikanlıyı ailesine kabul ettiremez. Uzun mücadelelerin sonunda bu güzel kız ailesini ikna eder. Her şeye rağmen annesi durumdan hoşnut değildir. Düğün dernek hazırlanır ve düğün olur. Erkek tarafı gelin almaya gelir. Gelini alıp giderler. Kızın annesi kızına gittikten sonra beddua eder. Bedduası şudur; “Kızım Allah seni taş etsin”der. Bu beddua tutar. Gelin ve yanındaki insanların hepsi taş olur. O günden sonra o kayanın adı “Gelin Dağı” olur (Semiz, 2007: 59).
Vadi Yeli: Zamanın birinde Müslüman bir ailenin güzel bir kızı varmış. Bu ailenin yakınında da gâvur bir aile oturuyormuş. Bu ailenin de bol miktarda hayvan yiyeceği olan otu varmış. Müslüman ailenin hayvanlarını doyurup geçimini sağlayabilmesi ota ihtiyacı varmış. Gavur; “Sen bana kızını ver, ben sana otlarımı vereyim” demiş. Kız evleneceği akşam evlenmek istemediği için dua etmiş: “Es vadi yeli es, gâvuru Müslümandan kes” demiş. O gece otlar öbek öbek taş olmuş. Sonrada kız gâvurla evlenmekten kurtulmuş (Semiz, 2007: 60).
Çoban: Bir zamanlar köyün birinde bir ağa varmış. Bu ağanın kendisine son derece itaat eden, sadık bir çobanı varmış. Hikâye bu ya, ağanın güzel kızı bu çobana gönlünü kaptırıvermiş. Eskiden ağaların misafirlerini ağırladıkları yerler varmış. Buralara da “Hayat” derlermiş dedelerimiz. Biz öyle öğrendük. Ağanın hayatı konaktan epey bi uzakmış. Çoban da tabii burada yatıp kalkıyomuş. Günlerden bi gün sığırtmaç, yani çoban hayvanlan gütmekten, otlamaktan gelmiş. Yorgun olduğundan vakit harcamadan, erkenden yatağına girmiş. Gice olup da her taraf zifiri karanlığa bürününcük bu “hayat”ı eşkıyalar basmış. Sığırtmacı yakalayıp ellerini, ayaklarını kımıldayamacak şekilde bi güzel bağlamışlar. Orada Ala Gancık adı verilen bi it varmış. Eşkıyalar onu görür görmez oracıkta hemen vurmuşlar. Ala Seyis’i de gırtlaklayıp sıfraya koymuşlar. Sığırtmaç bağlı olduğu halde bi türlü elindekini bırakmıyomuş. Daha sonra eşkıyalar çobana:
- Elindeki ne öyle, söyle bakalım bize?, diye sormuşlar. Çoban da:
- Kaval. Elimin, ayağımın bağlarını açın da ben çalıyım, siz dinleyin, demiş.
Çobanın elleri çözülmüş ve çoban kavala çökmüş:
Ala Gancık ganlar kustu,
Ala Seyis sıfraya düştü.
Yetiş ağam yetiş,
Hayatı eşkıyalar bastı, diye kavalıyla çalmış. Ağanın kızı ise kavalın dilinden anlarmış, habarı vanmış. Köyde bu sesi duyunca çobanın ne demek isteduğunu anlamış ve gidip babasına durumu tane tane anlatmış. Babası :”Ne biliyorsun?” diye sorunca kız ısrar etmiş. Aga dayanamamış ve adamlarıyla Sığırtmacın olduğu yere gitmiş. Bu şekilde çobanı kurtarmışlar (Özdemir, 2003: 84).
Köroğlu: Köroğlu’nun arkadaşı olan Demircioğlu Bir gün İstanbul’a gider. Orada çakmaklı tüfeğini görür. Atılıya vuruluya, vurduğu ölüya. Barut ve kurşun konulduktan sonra atıldı mı adam öldüren bu silahı Demircioğlu alıp Köroğlu’ya getirmiş. Köroğlu:
- Ne bu? diye sorunca o da:
- Harp silahı, diye cevap vermiş. Bunun üzerine Köroğlu:
- Lan bununla adam ölür mü? diye sormuş. Diğeri:
- Ağa, yirmi beş, otuz metrede bu adam öldürüyor, deyince; Köroğlu öldürmeyeceğinde ısrar etmiş. O zaman Demircioğlu silahı doldurmuş ve havaya ateş etmiş. Köroğlu yine:” Sesine bakma, bu adam öldürmez. Doldur ve at bana.” demiş.
Bunun üzerine Demircioğlu silahı başkasına çevirmiş ve ateş etmiş. Adamın kafesi parçalanınca Köroğlu:
- Delikli demir icat oldu, mertlik bozuldu, demiş (Özdemir, 2003: 85).
Ferhat ile Şirin: Amasya beyi bir gün çevresindeki adamları toplayıp onlara:
- Buraya suyu kim getirirse kızımı ona vereceğim, demiş. Ferhat denilen delikanlı uğraşa uğraşa suyu buraya getirmeyi başarmış. Bey orada bulunan cazu bir kadın:
- Bu delikanlı kızı alacak. Ne yapalım? deyince cazu kadın:
- Onun kolayı var. Ben yaparım, demiş. Kadın bir helva yapmış. Bunu Ferhat’ın yanında çalışanlara dağıtmaya başlamış. Ameleler bunun ne olduğunu sorunca cazu kadın özgün bir şekilde:
- Şirin öldü de onun helvasını dağıtıyorum, demiş. Bunu duyan Ferhat:
- Vah, Şirin öldü de ben niye duruyorum? demiş. Taş kırmak için kullandığı elindeki balyozu havaya atıp kafasını altına tutmuş. Sonuçta Ferhat ölmüş. Kıza Ferhat’ın öldüğü söylendiği zaman Şirin hançerini yere dikip üzerine yatmış. O da ölmüş. Sonuçta iki âşık kavuşamamışlar (Özdemir, 2003: 85).
Sepet: Adamın biri iyice yaşlanınca yıllarca kendisine arkadaşlık, dostluk eden karısı ölmüş. Oğlunun yanında kalmaya, onunla yaşamaya başlamış. Gelini ise adamın bu evde durmasına razı olmamış. Kaynatasına bakmayı istemediği için evde sürekli kocasına çıkışırmış. Oğlan hanımı ile babası arasında kalmış. Ne yapacağını şaşırmış. Babası iyice yaşlandığı için artık ayağa da kalkamaz olmuş. Sonunda babasından geçmiş ve onu bir yere bırakmaya karar vermiş. Babasını sepete koymuş, bir daha geri gelemeyeceği bir yere götürmüş. Bir dağ başından babasını aşağı yuvarlayacağı sırada babası:
- Oğlum, sepeti benimle birlikte atma. Sana bir gün lazım olur, demiş.
Oğlan niçin lazım olacağını sorunca ihtiyar babası:
- Ben de babamı bir sepetle böyle bir yerden atmıştım. Eden bulur. Senin de çocukların var. Sen yaşlanınca çocukların seni bu sepetle buraya getirirler, demiş. Oğlan bu sözleri duyunca irkilmiş, kendine gelmiş. Babasını tekrar eve getirmiş ve ona ölene kadar en iyi şekilde bakmış (Özdemir, 2003: 86).
Gaflet Ânı: Zamanın birinde adamın birinin tek oğlu olmuş. Bir gecekonduları, bir de inekleri varmış. Ailede üçünden başka kimse yokmuş. Kadın sabahleyin ineği sağıp sığıra sürüyormuş. Köyün dışındaki otlağa götürüp oraya bırakırmış. Bir gün ineği götürmeye giderken köyün içinde kocasına:
- Evde çocuğu yalnız bıraktım. Evin kapısı açık. Ben ineği götürüyorum. Eve git, çocuğu bekle. Ona bir şey olmasın, demiş. Kocası bunun üzerine fazla beklemeden eve gitmiş. Bakmış ki evin içi derme döküm kan üleş. Köpek evde. Çocuğun beşiği devrilmiş. Çocuk ağlıyor. Köpek adama kuyruk sallayarak beşiği gösteriyormuş. Adam bu duruma köpeğin sebep olduğunu zannedip kapının arkasındaki bahayı alarak köpeği ikiye biçmiş:
- Seni gidi kâfir! Çocuğu parçalamaya çalıştın, bir de bana yılışıyorsun, demiş. Daha sonra koşup beşiği kaldırmış ve beşiğin altındaki bacak gibi yılanı görmüş. Aslında yılan çocuğu öldürmeye, köpek de yılanı öldürmeye çalışmış. Bu arada beşik yılanın üzerine devrilmiş. Bu arada köpek de yılanı öldürmüş. Adam yılanı gördükten sonra:
- Eyvah! demiş. Fakat iş işten geçmiş (Özdemir, 2003: 86).
Sabrın Sonu Selamet: Sabır çok büyük bir ihsandır. Vaktiyle bir adam okumak amacıyla ömrünün senelerini vermiş, okumuş, okumuş. Büyük adam olmak istermiş. Okul bittikten sonra memleketine dönmüş ve bilgisini artırmak amacıyla tekrar gurbete gitmiş. Aradan on sene, hadi şöyle derken on beş sene geçmiş. Bu süre müddetince evine hiç gelmemiş. Sonunda kendini yeterli görerek dönüp evine gelmiş. Evinin Önüne gelmiş ve pencereden içeriye bakınca karısını bir delikanlıyla konuşur görmüş. O an:
- Şimdi şunu öldürüyüm mü, möldürüyüm mü, diye içinden geçirirken hocasının sözü aklına gelmiş. Hocası her zaman:
- Oğlum, bak! Tahsil sabırdır. Sabırlı olmadığın müddetçe okuman zayıftır, sabırlı ol, dermiş.
Tam silahına sarıldığı sırada bu söz aklına gelmiş ve onları biraz daha dinlemek için sabretmiş. Dinlerken genç delikanlı şöyle demiş:
- Ana sen beni oyalıyorsun. Baban gelecek, baban gelecek, diye bekletiyorsun. On beş sene oldu. Ben daha babamı görmedim, demiş. Penceredeki adam o zaman:
- Bu benim oğlan ya! Hele ki öldürmemişim, demiş. Hemen içeriye girip kucaklaşmışlar. Eğer sabırlı olmasaydı, o arada çocuğunu öldürecekti. Senelerce boşuna okumuş olacaktı. Sabrın ne büyük ve kutsal bir silah olduğunu herkesin anlaması gerekir (Özdemir, 2003: 87).
Çobanın Kılavuzluğu: Zamanın birinde bir vezir karısıyla beraber bir davete gitmek amacıyla yola çıkmış, Giderken hava allak bullak olup iyice karışmış. Karısı:
- Çobanlar hava konusunda tecrübeli olur. Bulutlar ağıp dönüyor. Hava yağacak mı, yağmayacak mı, şu çobana soralım, demiş. Çobanı yanlarına çağırmışlar. O da gelmiş ve: ”Buyur ağa,” demiş. Vezir:
- Oğlum siz tecrübeli olursunuz. Bu havanın yağıp yağmayacağını bana söyle, deyince çoban:
- Benim terazim hayatta. Oraya gidelim, teraziye bakayım. Havanın durumunu orada söylerim, demiş. Birlikte gitmişler. Bakmışlar ki orada bir eşek var. Vezir şaşırmış. Eşek de baygın bir şekilde ahırda bekliyormuş. Çoban:
- Bugün yarın yağmur yok ağa, demiş. Vezir:
- Bizim gideceğimiz iki saatlik yol. Hadi gidelim, demiş. Yolculuk esnasında şiddetli bir rüzgârdan sonra iyi bir yağmur yağıyor. Arkasından da dolu geliyor. Tabiî vezir ve karısı bundan kurtulamıyorlar. Bunun üzerine kadın:
- Çobandan kılavuz, eşeğin bilmem neresinden de terazi olursa biz daha çok dolu, yağmur yeriz, demiş (Özdemir, 2003: 88).
Mal Bağışı: Adamın birinin iki oğlu varmış. Çocukların anası da ölmüş, ölünce adam yalnız kalmış. Adama bakım olmamış. Çocukları da evliymiş ve karısını alan kendi evine çekiliyormuş. Adam mallarının hepsini de çocuklarına bağışlamış. Bu yüzden morali hiç düzelmiyormuş. Kendine iyi baktırmak için adam bir düzen bulmuş. Birinden ödünç bir altın almış ve her zaman bununla evinde yazı tura oynuyormuş. Oğulları "Babam ne yapıyor acaba?’ diye merak etmişler ve kapının anahtar deliğinden onu izlemeye karar vermişler. Adamı altınla oynuyor görünce define buldu zannetmişler. Babalarına sıcaklık göstermeye başlamışlar: ”Gel beraber olalım, beraber yiyelim,” demişler. Bir gün babalarına açıkça:
- Sen de epeyce para var. Biraz para ver de inek alalım. Biz de geçinelim, demişler. Babası:
- Epey bir define buldum. Fakat size para veremem. Benim aklım başımda. Ben vasiyetimde paranın yerini yazarım, altınları alırsınız. Ama şimdi bir avuç bir şey vermem, demiş. Böylece kendisine çok iyi baktırmış. Adam bir gün ölmüş. Adamı defnettikten hemen sonra mezarlıktan gelmişler. Kâğıdı almışlar. Kâğıtta, altının kümes içinde olduğu, burayı kazmaları halinde altınları bulabileceklerini yazmış. Birinci ve ikinci defa kazmada bulamamışlar. Fakat üçüncüsünde tenekeyi bulmuşlar. Tenekenin içinden kocaman, eğri bir manda boynuzu çıkmış. İyice yoklayınca boynuzun içindeki delikte bir kâğıt bulmuşlar. Bu kâğıdı açıp okumuşlar. Kâğıtta:
- Sağlıkta mal bağışlayanın arkasına girsin bu boynuz, yazıyormuş (Özdemir, 2003: 88).
Fıkralar
Temel bir gün büyük bir balon almış. Gezmek için binmiş. Havalandıktan sonra, güzel olan hava birden çok kötü olmuş. Bir fırtına bir rüzgâr derken sağa sola savrulmuş.
Temel iyice eğilip bir yerlere tutunmuş. Balon havada oradan oraya uçmuş.
Derken epeyce vakitten sonra hava düzelmiş. Temel kendine gelip üşümesi biraz geçince şöyle kalkıp etrafına biraz bakmış. İlerde bir dağ ve hemen eteğinde bir köy görünce biraz sevinmiş. Balonu biraz alçaltınca hemen altında bisiklet ile giden birisini görmüş. Hemen ona doğru alçalmış. İyice yaklaşınca ona doğru bağırmış. Birkaç bağırmadan sonra adam duymuş ve bisikletini durdurmuş.
Temel adama ben neredeyim demiş. Adam bilmiş bilmiş balondasın deyince Temel biraz sinirlenmiş, ama mecburen fark ettirmemiş. Bu sefer balon nerde deyince adam yine sakin sakin havada demiş. Temel bu sefer kızmış ve adama sen profesör müsün? diye sormuş. Adam da: ”Nerden bildin?” demiş. Temel bu sefer sakin bir şekilde: Her söylediğin doğru ama hiç bir işe yaramıyor (Semiz,2007: 456).
Hoca itin daşaklarını 2,5 kuruşa çıkarıyor bir kaba koyuyor, bir liraya da sabun alıyor, temizliyormuş. Hanımı dayanamayıp "Hoca bu nasıl iş, 2,5 kuruşa köpek daşağı çıkarıyor sonra bir liraya sabun alıyorsun. Kâr bunun neresinde?" diye sormuş. Hoca, "Karı, sana usta garısı, bana da usta diyorlar. Bu yetmez mi,” demiş.
Masallar
Sabreden Adam: Bir varmış, bir yokmuş, çok önceleri bir adam varmış. Malı mülkü sayılmayacak kadar çokmuş. Bir garısiynen iki de çocuğu varmış. Mutlu bi hayat sürellermiş. Günün birinde adam yataakene bir rüya göri. Rüyasında adama deller ki: “Sana ömründe bi bela gelecek, gençliğinde mi istersin yosa ihtiyarlığında mı istersin?” Adam sabah oli uyani. Çok gorki hiç kimsi bişe demi. Ertesi gece gene ayni rüyayı göri, gene hiç kisi bişe demi. Daha sonraki gece gene göri, gene bişe demi. Aradan zaman geçi. Bu rüyayı daha görmem zannedi. Bi gece, “Bu sefer kararını verdin mi” diye rüya göri. Adam bu sefer olanları garısına anlati. Garısı da: “Herüf di aynı rüyayı ben de gördüm de sana söylemedim” di. Bi daa ayni rüyayı görürsen: “Ne gelürse gençlikte gelsin, bela bana gençlikte gelsin de” di. Adam da bida aynı rüyayı görünce “gençlikte isterim” di.
Adama belalar gelmi başli. Tufan oli, tarlaları sele gidi, goyunları sürüleri boğuli. Yalnız başına adam gali. Adam sabredi tabi. Adam ekmek parası kazanmak için gürbete çıkı. Yolda giderkene ırmak kenarında abdes alırkene, bi baki ki aksakallı ihtiyar bi adam. Aksakallı ihtiyar buna sori : “Nerden geldin neri gidin evlat” di. U da başından geçenleri tek tek anlati. Aksakallı adam “olur evlat” di. “Sabredeceksin yalnız ne sorulursa sorulsun hiç gonişmicen, hiç cevap vermicen” di. İhtiyarın elini öpi. Aksakallı adam bi anda gayboli. Adam şaşuri tabi. Adam yoluna devam edi. Gide gide bi gasabi çati. Baki her taraf yabancı. Bari şu yakındaki gahveye gidim de dinnenirim di. İçiri giri oturi, hiç gonişmi, çaycı geli, “ne içersin” di... Gine hiç gonişmi. Bunu dövmeye galkilar. Bu arada, içeride üç gabadayı oyun oynılamış. Üçü birden: Niye bu adamı dövisüz di. Gaveci de: “Abiler bu adan ne gonişi ne de çay içi” di. Gabadayılardan biri: “Bırakın adamı” di. “Burada galdu müddetçe bütün çayları benden” di. Öbürü: “Bütün yemekleri benden” di. “Üçüncüsü de yatak paraları benden” di. Bunun üzerine adama garişmiler. U da içinden: “Aksakallı adamın sözünde bi keramet varmış” di düşini. Burada bedava yi, içi, yati, geçimin yolunu buli. Günler böyle geçip giderken, günün birinde gasabanın en zengini şart edi garısı boş oli. Hoci soriler soruştiriler nasıl olacak diye. Hoca da “Birisinen nikâhlanacak ondan sonra sen alabülüsün” di. Adam gara gara düşüni. Kime gari nikâhlasa da tekrar geri alsa. Hemen ordaki deli aklına geli. Toplaniler: “Bu gari deliye nikahlıyalım sabah geri oluruz” diler. Gari adama nikâhlılar. Adam içinden “bulduk yolu” di. Deli görünen adam gerdağa girmek için garinen bi odi geri. Dilsiz dedikleri adam, garının güzelliğini görünce gonişmi başlı. Başından geçenleri bir bir ona anlatı. Garı da “Sakın ha beni boşama ben bu zalimden çok çektim” di. Meğer garı adamın önceki garısımiş. Unnar orda annasilar. Sabah olmuş, herkes deliden gari terse alacağız diye beklilamış. Bakmışlar ne garı dışarı çıkı ne de deli. Deli en sonunda penceri çıkı “Hadi gidin ne var bu gari, siz bana vermediniz mi, ne alacaksız” di. Ula diler bunlar “Bu adam dilsiz deli birisidi” diler. Bu akıllımış diler. Garı’da çıki: “Ben bu adamı sevdim boşanmıcam” di. Ne yaptılarsa da gari adamdan alamiler. Hocaya danişiler. Hoca da olmaz di. Bunlar kadı huzuruna çıkıler. Kadıya olanları bir bir anlatılar. Kadı karı-kocaya hak veri. Zalimlerin de cezasını verir. Meğer onların çocukları da o kasabada imiş. Unnarı da bulıler. Tekrar mal mülk içinde zengin olıla. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine (Semiz, 2007: 38).
Kıldan Kız Masalı: Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber iken eski hamam içinde, zamanın birinde yaşlı bir gadın yaşıyomuş. Bu gadının da bir gızı varmış ve beraber yaşıyalamuş. Gızın zayıf mı zayıf, cılız mı cılız bir görüntüsü varmış. Erkeği olmayan ocakların hepısinde olduğu gibi bu gadın gızına hem ana, hem de baba oluyomuş. Hâne reisliğini sırtlayıp evin tüm işleriyle bu gadın ilgüeniyomuş. Gızı çelimsiz, gara guru bir yapıda olduğu için bu gıza onu tanıyan komşu ve akrabaları “Gıldan Gız” diyomuşlar. Ana gız gendi başlarının çaresine bakarlar, gendi yağlarıyla gavruluyomuşlar. Bunların bir inekleri varmış. Geçimlerini sağlamada bu ineğin peg böyük bi yeri vanmış. Bunu tek başına salıyomuşlar. İnek otlağa gider, yayılır, garnı doyunca evin yolunu tutuyomuş. Bu iş düzenli bir şekilde devam iderken bi gün ahşam vakti inek eve gelmeyvermiş. Anayla gızı ne olduğunu çok merag itmişler. Anası Gıldan Gız’a: “Yavrum inek gelmiyecek herhalde. Başına bir iş mi geldi acab? Hadi, şuna bak da gel hele,” demiş. Ne yapsın anası? Gidecek gücü gendinde bulamadığından gızını göndermiş. Yohsa gözü alsaydı tek başına gönderir miydi gızını hiç! Gız anasının sözünü dinledikden sonra yola düşmüş. Evin etrafinı, gidilebilecek her yeri aramış, fakat bulamıyomuş. İneği arıyorum dirkene gız farkında olmadan evden iyice uzahlaşmış. Yolu ormanlık bi alana çıkmış. İneğin bu ormanda olabileceği ahlına gelmiş. Orman da böyük mü böyük, gür mü gürmüş. Buraya dalıvermiş. Epeycene ilerleyince içerde yolunu gaybetmiş, şaşırmış. Gız ansızın bir ayıyla karşılaşmış. Gözleri dehşetle açılmış. Korkmuş, tir tir titiremeye başlamış. Ayı, gızı kaptığı gibi ormanın derinliklerinde kaybolmuş. Gızın ise gözleri hayretten açılıvermiş, kocaman kocaman oluvermiş. Bu arada gizinin da geç galması üzerine anası akrabalarına gitmiş ve durumu anlatmış. Hep birlikte Gıldan Gız’ı aramaya çıkmışlar. Fakat bi türlü bulamuyomuşlar. Ana artık gızdan ümidini kesmiş. Aradan bi sene geçmiş. Gıldan Gız, bi gün gucağanda bi çocukla anasının kapısına çıkagelmiş. Yanında da gocası olan ve gendisini ormandan gaçıran ayı varmış. Çocuğun bi yanı babasına bengzediği için gıllıymış. Diğer yanı da anasına bengzediği için tüysüzümüş. Gız akrabalarına, gocasına asla dokunmamalarmı tembih etmiş. Akrabaları galalarını sallamışlar. Bi gün enişteleri olan ayıyı da yanlarına alarak buğday yığını yığmaya gitmişte. Gız da hiç sesini çıkarmamış. Ayı buğday destelerini zevkle ve şevkle daşıyormuş. Gızın akrabaları en sonunda eniştelerine: - Sen yığının üstüne çık da biz atalım, Sen de istif et, demişler. Saf ve masum ayı onların bu fikirlerinde bir art niyet göremediğinden gabul etmiş ve yığına çıkmış. Tam çalışma esnasında akrabalarından biri yığını alttan tutuşlamış. Ayı oradan kurtulamamış. “Höpleye höpleye, bağıra çağıra acı içinde kıvrana kıvrana yanmış. Akşam olunca eve dönmüşler. Gıldan Gız: - Eniştengiz nerede? diye sormuş. Onlar da: - Yakarak öldürdük, diye cevap vermişler. Gız bu acıya dayanamamış ve başlamış iri İri, boncuk boncuk gözyaşı dökmeye. En songunda: - Ayı ayı ayısı da Abdulla’nın babası, diye uzun uzun ağıt yakmış. Bu masal da burada bitmiş (Özdemir, 2003:36).
Parmaksız Padişah Masalı: Silâhların yeni icat olduğu bir zamanda padişahın biri heves edip bir silah almış. Fakat onun nasıl kullanıldığını, nasıl doldurulduğunu bilmiyormuş. Silahtan anlayan tecrübeli bir adam bulmuş ve ihtiyacı olduğu zaman bu adam silahını dolduruyormuş. Bu adamı çok beğenmiş ve bir süre sonra onu vezir yapmış. Vezir doldurmuş padişah atmış, vezir doldurmuş padişah atmış ve günler böylece geçip gitmiş.
Vezir bir gün silahı hatalı doldurmuş. Bunu bilmeyen padişah silahı eline almış ve tüfeğin patlamasıyla padişahın parmağının kopması bir olmuş. Hemen askerlerini çağırıp veziri göstererek:
- Atın bunu deliksiz zindana,” diye öfkeyle bağırmış. Vezir zindana atılınca padişah silahı doldurmayı öğrenmiş. Silahını alıp sürekli ava gitmekteymiş. Bir gün avda uzak bir yere gitmiş ve yamyamların tuzağına düşmüş. Yamyamlar padişahı yakalayınca:
- Yakalım ateşi, yiyelim bunu,” demişler. Ateş yakılıp tüm hazırlıklar yapılmış. Yamyamın biri gelip bakmış ki adamın bir parmağı noksan. Koşarak reislerine haber vermiş. Yamyamlar bir organı, azası eksik adamı yemeyi uğursuz saydıkları için reis adamın derhal salınmasını emretmiş. Padişah zor şartlarda memleketine geri dönmüş ve hemen veziri zindandan çıkartıp ondan özür dilemiş:
- Ya vezir! Seni ben zindana attım. Eğer bu parmağım yerinde olsaydı yamyamlar beni yiyeceklerdi. Senin sayende hayatım kurtuldu. Senden özür dilerim,” demiş. Tüfek dolduran vezir:
- Özür dilemene lüzum yok. Ben o tüfeği hatalı doldurmasaydım, seninle beraber ben de ava giderdim. Yamyamlar o zaman ikimizi de yerlerdi,” demiş. Masalda burada bitmiş (Özdemir, 2003: s. 50-51).
Masal Anlatıcısı: Cemalettin Etli (Kavaklıgil): 1938 yılında Sasmun’un Kavak ilçesinde doğdu. Asıl ismi Cemalettin Etli’dir. Bazı kitaplarında müstear olarak “Kavaklıgil” ismini kullanmıştır. Meslek olarak öğretmenliği seçen Cemalettin Etli emekli olana kadar çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Amatör olarak tiyatroyla da ilgilenmiş olan Cemalettin Etli, kurduğu amatör tiyatrolarda oyuncu ve yönetmen olarak görevlerde bulundu. Samsun Oda Tiyatrosu’nun kurucuları arasında yer aldı.
Çocuk edebiyatı üzerine araştırmalar ve masal derlemeleri yapan yazar, ülkemizin çeşitli illerini köy köy gezerek çok sayıda masal derlemiştir. Derlemelerin yanı sıra masallar da yazmış olan yazarın masal içerikli eserlerinin sayısı kırkın üzerindedir.
Öğretmenlik yaptığı yıllarda köyleri gezerek gittiği köyün ihtiyarlarından masal anlatmalarını istemiş ve masal derlemelerine ara vermeden devam etmiştir. Kendisine masal anlatan insanlara anlattıkları masala karşılık olarak sabun vermiştir.
“Dünya Masal Haftası” önerisi Cemalettin Etli’ye aittir.
Cemalettin Etli Kavaklıgil’in söylediği bir masal tekerlemesi
Seke seke düştüm yola
Köyünüzde verdim mola
Masal derlerim masal
Bir masala bir kalıp sabun
Var mı masal anlatacak?
Hay dedim hey dedim
Derlemeci masalcı
Kavaklıgil geldi dedim
Bir masala bir kalıp sabun
Gül kokulu, lavanta kokulu sabun
Kavak Ağacı ile Kabak: Bir zamanlar var iken bir zamanlar yok iken. Dağ fare doğurmuş kanatlanmış uçmaya. Aslan kediyi görmüş, korkup başlamış kaçmaya. Kaplumbağa yarışa kalkmış, tavşanı hızla geçmeye. Bin kantar akıl ister, şu masalı çözmeye. Bir varmış, bir yokmuş. Ulu bir kavak ağacı varmış. Bu ağacın dibinde bir kabak çekirdeği filiz verip boy atmış. Kavak ağacının gövdesine tutunarak büyümüş büyümüş, nerede ise ağacının boyuna erişmiş. Artık çiçek açıp kocaman kabak olmuş.
Bir gün kabak merak ederek sormuş:
-Hey kavak ağacı! Sen bu duruma ne kadar zamanda geldin?
Kavak ağacı;
-On yılda demiş.
Kabak;
-On yılda mı? diye gülmüş. Ben nerede ise seninle aynı boya iki ayda geldim bak!” diyerek övünmüş. Kavak ağacı ne desin? “öyle demiş doğru.”
Günler geçmiş. İlkbahar, yaz bitmiş. Sonbahar gelmiş, serin serin rüzgarlar esmeye başlamış. Kabak önce üşümüş. Sonra yapraklan sararıp buruşmaya, daha sonra da gövdesi aşağı inmeye başlamış.
Kabak korkuya kapılmış. Kavak ağacına seslenip yine sormuş;
-Hey ağaç! neler oluyor bana böyle?
Kavak;
-Hiç ölüyorsun!” diye yanıt vermiş
Kabak;
-Ölüyor muyum, niçin?
Kavak;
-Niçin olacak? Benim on yılda geldiğim yere, sen iki ayda gelmeye çalıştığın için. Ya. Bir de gülüp övündün. Bir yere gelebilmek için kendi gücüne, emeğine güvenmelisin. Başkasının tutunarak değil...
Eee, masal burada bitti. Dedem dedi ki, masaldan anlayan anladı. Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zuma az.
Gökten üç elma düştü. Biri bana. Biri bana bu masalı anlatan Molla Ali dedeme biride dinleyen okuyan herkese...
Anlatan: Cemalettin Etli Kavaklıgil (2015: 68)
Efsaneler
Amazon Efsaneleri: Amazonlarla ilgili efsanelerde onların Karadeniz'de Thermodon (Terme) çayının kıyısında Themiskyra şehrini kurdukları ve orada yaşadıkları anlatılır. Sözü edilen bölgede yapılan yüzey araştırmalarında günümüze dek Amazonlarla ilgili herhangi bir bulguya rastlanmamıştır. Yunan mitolojisine göre Amazonlar, savaş tanrısı Ares ile Harmonia'nın (ya da Aphrodite'nin) kızlarıdır. Atlı savaşçılar olan Amazonlar, savaşlarda ok ve balta kullanırlardı. Amazonların bir başka belirgin özelliği de erkek düşmanı olmalarıdır.
Terme’nin iç kesimlerinde, Salıpazarı ilçe sınırları içinde, kayalığın oyulması suretiyle ortaya çıkarılmış olan Garpu / Karpu adında bir kale vardır. Efsaneye göre Terme tamamen denizle kaplı iken bölge halkı bu kalede yaşıyordu. Amazonlar da bölgede yaşadıkları dönemde bu kaleyi sığınak olarak kullanmışlar. Pek çok Yunan efsanesinde adları geçen Amazonlar, günümüzde batı toplumlarının popüler figürlerindendir. Bu bakımdan şehir tanıtımında kullanılması düşünülmüş ve Samsun kent merkezinde, içerisinde Amazonları tasvir eden balmumu heykellerin bulunduğu bir köy inşa edilmiştir.
Kazım Dilcimen altın postu bulmaya giden Yunanlıların Kızılırmak ve Yeşilırmak deltalarında eli silahlı, savaşmaya hazır insanlar gördüklerini ancak bu insanları, sakalsız ve bıyıksız oldukları için, kadın zannettiklerini ve efsanenin bu yanlış kanaat üzerine geliştiğini söylemiştir (Dilcimen, 1947: 9-10). Macera peşindeki Yunanlı denizcilerin altın post olarak hayal ettikleri de Dilcimen’e göre, Çoruh deltasında yaşayan insanların nehir suyunun taşıdığı maden parçacıklarını sudan süzüp toplamak üzere kullandıkları koyun postlarıdır.
Tütünle İlgili bir Efsane: Tütünle ilgili pek çok efsane vardır. Bunlardan birisinde tütün Amazon kadınlarının saçlarıyla ilişkilendirilmiştir. Kızıl, sırma saçları Amazon kadınları ülkelerine erkeklerin girmesine izin vermezlerdi. Günün birinde denizden gelen düşmanları Amazonların ülkesini ele geçirdi. Bunun üzerine Amazon kadınları kıyıdan uzaklaşarak iç kesimlere gittiler. Tanınmamak için uzun ve gür saçlarını kesip toprağa gömdüler. Tütün filizleri Amazon kadınlarının toprağa gömdüğü saçlarından çıkmıştır.
Yaylalarda sürülerini otlatan çobanlar, ısınmak için kendi kendine yetişmiş olan tütün yapraklarını toplayıp yakarlar. Bir süre sonra çıkan dumanın farkını ayırt ederler. Kokladıkları dumandan hoşlanmaya başlarlar. Giderek tiryakisi olurlar. Kamışlardan yaptıkları çubuklarla dumanı içlerine çekmeye başlarlar. Başkaları da onları görüp tütün dumanı koklamaya başlar. Tütün içmek bu şekilde yaygınlaşır (Yurt Ansiklopedisi).
Kurtboğan Mezarı: Fatih Sultan Mehmet’in hocalarından Akşemseddin’in babası Şeyh Hamza'nın mezarı Kavak ilçesindedir. Şeyh Hamza’nın mezarı, yörede “Kurtboğan” diye de bilinir. Bu konuyla ilgili efsane şöyledir.
Rivayet olunur ki defnedildiği gece, kabrine sırtlan adı verilen bir kurt geldi. Mübarek kabrini açtı ve mübarek bedenini (cesedini) yemek istedi. Şeyh Hamza, elini yattığı yerden çıkardı; kurdu yakalayarak boğazından tutup öldürdü. Ertesi sabah kabri ziyarete gelenler, Şeyh Hamza'nın cesedini bu vaziyette (eli kabrin dışında) buldular. Kurdu oradan kaldırarak Şeyh Hamza'nın elini tabutun içine koydular. Şeyh Hamza'nın eli, tabutun içinden tekrar dışarı çıktı. Sezgi gücü yüksek olan bir kimse: "Temiz olmayan kurda değdiği için elin yıkanması gerekir." dedi. Yıkayıp tabutun içine koydular. O zamandan sonra Şeyh Hamza'ya Kurtboğan dediler. Şeyh Hamza'nın mezarı, o bölgede Kurtboğan mezarı olarak bilinir (Güneş, 2011: 418).
Cüneyd-i Bağdadi Türbesi (Cinibadat) Efsanesi: Terme ilçesinin iç kesimlerinde Dibekli Köyündeki türbeye Cüneyd-i Bağdadi’nin bozulmuş biçimi olan Cinibadad veya Cünübadat denmektedir. Yörede, Cüneyd-i Bağdadi’nin burada medfun olduğu kabul edilmektedir. Türbeyle ilgili efsane şöyledir:
İslam ordularıyla Samsun önlerine gelen Cüneyd adlı yiğit, bir düzlükte savaşırken kolunu yitirir. Savaşmaya devam ederek bir tepede şehit düşer. Kolunun ve bedeninin düştüğü yerlere birer türbe yapılır. Daha sonra kol gövdenin yanına gömülür ama ertesi gün kolun eski yerine döndüğü görülür. Burası günümüzde de dilek adamak üzere ziyaret edilen bir yerdir. Dileği gerçekleşenlerin türbeyi tekrar ziyaret etmesi de gelenek haline gelmiştir.
Geyik Baba Efsanesi: Geyik Baba isminde bir Arap ordusu komutanı, Hıdırellez gününde tüm işlerini bırakarak kuzu, inek cinsinden hayvanları kurban ederek fakir halka dağıtmış. Alaçamlılar, bu efsaneden dolayı Hıdırellez şenliklerini Geyikkoşan adını verdikleri yerde düzenlerler. Geyikkoşan, bir başka varyantta şu şekilde anlatılır; Geyikkoşan adıyla anılan ormanlık alanda vaktiyle yaşlı bir adamın tarlası vardır. Yaşlı adamın altın boyunduruk ve altından sabanı vardı. Bunları kimseye göstermeden orman içindeki tarlasını evcilleştirdiği geyikleriyle sürerdi. Bir gün ormanda dolaşan insanlar tarlayı süren geyikleri görürler. Geyikler ürküp ormana kaçarlar. Altından yapılmış boyunduruk ve sabanın halen ormanda olduğuna inanılır.
Tufan Efsanesi: Tufan olacağı kendisine haber verilen Nuh Peygamber ve yanındakiler gemi yapmaya başlar. Onları gemi yaparken gören yaşlı bir kadın ne yaptıklarını sorar. Nuh Peygamber de tufan kopacağı için korunmak amacı ile gemi yaptıklarını söyler. Bunun üzerine kadın kendisini de almalarını ister. Nuh Peygamber ona kendileri ile gelebileceğini söyler. Lakin kayığa binecekleri gün Nuh Peygamber yaşlı kadına haber vermeyi unutur. Tufan kopar, sular her yeri kaplar. Aradan zaman geçer, sular durulur. Gemi karaya konar. Gemiden indikten sonra bir bakmışlar kadın sapasağlam ve tufandan hiç etkilenmemiş. Herkes büyük şaşkınlık içinde kadına nasıl hayatta kalabildiğini, büyük tufandan nasıl etkilenmediğini sormuş. Kadın da onlara büyük tufanın koptuğundan haberi bile olmadığını, sadece bir gün önce ineğinin eve ayakları çamur içinde geldiğini o zaman mı koptu acaba diye kendi kendine düşündüğünü söyler. O zaman anlamışlar ki kadın Allah’ın sevgili kuluymuş o yüzden tufandan ona ufacık bir zarar bile gelmemiş (Akçay, 2018).
Eğri Kale Efsanesi: Efsaneye göre Terme ilçesinin Kırgıl Köyü’ndeki kale Nuh Peygamber zamanında gemilerin bağlanması için Tanrı tarafından yapılmıştır. Çok uzun zaman önce Çarşamba ve Terme Ovaları denizle kaplıdır. Kale o zamanlar gemilerin iskelesi durumundadır. Çok sonra toprak yarılır, İstanbul boğazı oluşur. Denizlerin birbirine karışmasıyla kalenin bulunduğu yerdeki sularda çekilir, Samsun Ovası ortaya çıkar. Günümüzde de toprak biraz kazıldığında kum ve midye kabuklarına rastlanmaktadır.
Pazar Cami Efsanesi: Fatih Sultan Mehmet ordusuyla birlikte Trabzon’a sefere giderken yorulmuş ve Terme ırmağından geçerken istirahat vermiş. Bir yandan dinlenirken orada bulunan bir evin kızından su istemiş. Kız, suyu bir hayli zaman geçtikten sonra getirmiş. Fatih bu duruma çok hiddetlenmiş. Kıza: “Niye suyu istediğim zaman getirmiyorsun?” diye çıkışmış. Bunun üzerine genç kız: “Padişahım, suyu hemen getirebilirdim, yalnız terinizin soğumasını bekledim, hasta olmanızı istemedim.” diye cevap vermiş. Bu cevaba çok memnun kalan Fatih, mükâfat olarak buraya Pazar Cami’ni yaptırmış.
Pazar Cami Türbesiyle İlgili Efsane: Terme ırmağı kenarındaki Pazar Camiine bitişik konumdaki türbede medfun bulunan kişi, rivayete göre deniz yolcuğu sırasında kaza geçiren evliya bir kişidir. Kaza sonucu gemi batar ve cesedi kıyıya vurur. Kuşağındaki vasiyetnamesinde, kesesinde bulunan altınlarla bulunduğu yere cami yapılmasını istediği anlaşılır. Vasiyetine uygun olarak cami yaptırılır. Bitişiğine de türbe yapılır.
Bafra Kız Kayası Efsanesi: Düzköy yakınlarında, Derbent Baraj gölünün kıyısındaki kayayla ilgili efsane şöyledir: Güzelliği dillere destan bir kız, etrafta kimseler yokken yıkanmak için ırmağa girer. Kız yıkanırken bir gurup erkeğin yaklaştığını görürü. Çok utanan kız sudan çıkıp kayalıkların dibinde saklanır. Saklandığı yerde el açıp Allah’a; “Allah’ım, ne olur görmesinler beni, eğer görecekseler beni, taş olayım daha iyi,” diye dua eder. Erkeklerden biri kızı gördüğü anda kızın duası kabul olur ve o anda taşa döner. Efsaneden dolayı insan suretindeki kayalığa “kız kayası” denir.
Kız Kayasıyla ilgili başka bir varyanta göre; Kayanın bulunduğu yer biri fakir çoban, diğeri zengin ağanın kızı, iki âşığın buluşma yeridir. Oğlan kızı ister ama ağa çobana verilecek kızım yok deyip razı olmaz izdivaca. Kız çaresiz gelir kayalıkların olduğu yere. Sevdiğine kavuşamayacaksa taş olmaya razı olarak dua eder ve duası kabul olur, kız taş kesilir.
Simenit Gölü Efsanesi: Terme’ye 20 km. uzakta olan göl, kanalla birbirine bağlanmış iki göl halindedir. Rivayete göre çok önceleri burada bir şehir vardı. Bu şehir halkı, Allah’ı unutup, zevk-i sefaya daldığı, faiz ve zina gibi gayri ahlaki yaşayışı arttırdığı için ilahi cezaya çarptırılarak yerin dibine batırılmışlardır. Sonradan da çukurlaşan bu yerde su biriktiği için Simenit Gölü meydana gelmiştir (Semiz, 2007: 53).
Kız Gözü Hamamı Efsanesi: Aslanağzı-Kızgözü Hamamı’na bir gün dönemin sayılı ailelerinden Sadi Paşa’nın kızı gitmiş. Yanında iki kız arkadaşı daha varmış. Kız hamamda iken Havza’yı eşkıyalar basmış. Birçok Türk kadınının namusunu kirletmişler. Hamama gelip dayanmışlar. Dışarıda olup biteni öğrenen kız ellerini kaldırmış ve ağlayarak:
- Allah’ım! Bizi bunların eline düşürme. Ya kuş yap uçur, şunların elinden kurtulalım; ya da şuracıkta taş olalım, demiş. Duası kabul olmuş ve kendisi hemen oracıkta taş kesilmiş. Diğer ikisi ise kuş olup uçmuşlar. Bunlardan birisi bulundukları yere yakın olan Maarif Kaplıcası’nın olduğu yere, diğeri İse Lâdik sınırlan içerisinde bulunan ve Hamamayağı denilen yere konmuş. Bunların kondukları yerden sıcak su çıkar. Daha sonra buralara da kaplıca yapılır. Aslanağzı Hamamı’nın içerisinde bulunan bir sütun bu kıza benzetilir. Taş sütun üzerindeki oyuklar kızın gözleri olarak kabul edilir. Bu oyuklardan akan su damlacıkları ise kızın durmadan akan göz yaşlandır. Bu su damlacıkları hamamda biriken su buharının su haline gelip oluklara gelmesi şeklinde izah edilir. Yöre halkı bu kaplıcaya gelince dilek dilemektedir. Çocuğu olmayan kadınlar çevresinde üç defe dönüp yıkanmakta, daha sonra çocuklarının olması için murat dilemektedirler (Özdemir, 2003: 74).