ORDU HALK KÜLTÜRÜ

Törenler

Evlilik

Düğün Hazırlıkları: Düğün hazırlıkları genellikle imece usulüyle yapılır, mahalleli düğün yapılacak eve gelir, ihtiyaçların neler olacağı sorulur, işler bir iş bölümüne tabi tutulur, belli bir sıraya konur, karınca kararınca herkes elinden geleni yapar düğün evi bu süreçte yalnız bırakılmaz. Düğün evine yardımcı olmak üzere her evde çeşitli yemekler, börekler, pastalar hazırlanır ayrıca ayrı bir hazırlık ekibi tarafından baklavalar açılır, düğün evine götürülür.

Keşkek hazırlanması yörenin düğün öncesi hazırlıklarının vazgeçilmez adetlerinden birisidir. Düğünlerde keşkek yemeği gelen misafirlere muhakkak ikram edilir. Ayrıca yahni, sarma gibi yemekler de hazırlanır. Keşkek kazanlarının kaynatılması, diğer bütün hazırlıkların yapılması konu komşu hep birlikte yapılır, düğün hazırlıklarında dayanışma her zaman ön plandadır.

Yörede düğün hazırlıklarına genellikle fındık harmandan kaldırıldıktan sonra başlanır. Fındık ürününden elde edilecek gelir şüphesiz düğün masrafları için az da olsa kaynak oluşturmaktadır. Ayrıca fındığa ilişkin bağ bahçe işlerinin bitmesinin de beklenmesi gerekmektedir. Zira fındık mahsulünün toplanması, kurutulması ve buna ilişkin pek çok iş oldukça yorucu ve zaman alıcıdır.

Düğün öncesinde geline ve damada düğünde giyecekleri kıyafetlerin alınması için alışverişe çıkılır. Yörede bu alışverişe damat ve gelinin akrabaları da dahil edilir. Örneğin özellikle kız tarafının yakınlarında da çeşitli hediyeler alınır. Bu hediyeler genellikle kumaş ve giysi şeklinde olmaktadır. Benzer şekilde damadın yakınlarına da kız tarafınca bazı hediyeler alınabilmektedir.

Düğün öncesinde yörede öne çıkan adetlerden birisi de düğünün köydekilere ya da mahalle sakinlerine haber verilmesi için bir gencin görevlendirilmesidir. Yakın akraba ve komşular düğüne bohça ile davet edilirler. Bu bohçanın içinde terlik vb. hediyeler bulunur. Bohça ile davet edilenler ise bu kibar davete icabet ederek bohçanın içine bahşiş koyarak jeste jest ile karşılık verirler.

Düğün öncesinde yapılan hazırlıklardan birisi de çeyiz düzmedir. Kızlar gelinlik çağa geldiklerinde bir çeyiz sandığı edinirler ve bu sandığa gerek kendileri tarafından örülen, işlenen bazı eşyaları gerekse yakınlarının hediye ettiği ya da işledikleri eşyaları koyarlar. Bu eşyalar arasında çember oyaları, keseler, başörtüleri, yastık kılıfları, danteller, iğne oyaları, yorgan yüzleri gibi çeyizlikler bulunmaktadır.

Düğün öncesinde yatak odası ve mutfak malzemeleri genellikle kız tarafınca alınır, geriye kalan bütün eşyalar erkek tarafınca satın alınır ya da karşılanır.

Ordu yöresinde düğün hazırlıkları kısaca böyledir. Ancak başta hızlı kentleşme olmak üzere, köyden kente göç, modernleşme gibi farklı sebeplerden dolayı burada zikredilen adetlerden bir kısmı bugün ne yazık ki artık uygulanamaz olmuştur.

Düğün Törenleri: Genç erkekle genç kızın ve dolayısıyla onların ailelerinin yeni bir bağla birbirlerine bağlanmalarının toplumca bilinmesi ve onanması amacına yöneliktir. Bu nedenle de düğüne elden geldiğince çok kimsenin çağrılması hedeflenir; kimsenin unutulmamasına ve küstürülmemesine özen gösterilir (Aydın ve Atay, 2009).

Türklerde düğün, yeni bir ev açma, aynı zamanda soyun devamı anlamına da gelmektedir. Bâzı düğünlerde dini uygulamalar da görülmüştür (Efe, 2009: 11). Dini uygulamaların yapıldığı bu tarz etkinlikler mevlidli düğün olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple düğünlere yalnız bir eğlence gözüyle bakılmamıştır (Berber, 2009). Ordu’da yer yer dini motifleri olan düğünler yapılmaktaysa da genellikle müzikli eğlenceye düğünler ağırık kazanmaktadır.

Düğünler Anadolu’nun farklı yörelerinde farklı mevsimlerde yapılmakla birlikte genellikle bu merasimlerin yapılması sonbahar gibi gerçekleşir. Sonbahar pek çok tarımsal ürünün hasat mevsimidir. Ordu yöresinde ise düğünler genellikle fındık hasatından sonra yapılır.

Ordu’da eskiden düğünlerin süresi beş günü bulurdu. Ancak son yıllarda bu sürenin iki güne kadar düştüğü görülmektedir.

Eskiden yapılan beş günlük düğünlerin birinci gününde “düğün başlangıcı” adı verilen tören yapılır. İkinci gün “komşu düğünü”, üçüncü gün “kına gecesi”, dördüncü gün “asıl düğün” ve beşinci gün “duvak düğünü” olarak gerçekleşmektedir (Kılıç, 2014).

Düğünlerin ehil birisinin yönetiminde icra edilmesi için mahallin en yetkin kişisi düğün kahyası olarak seçilir. Düğün kahyası bu beş gün boyunca düğünün bütün işlerinin selametle görülmesini sağlar.

Esas düğün başlamadan evvel bazı yörelerde adına ağırlık verilen hediye sandığı kız evine götürülür. Bu hediye sandığının içinde çeşitli çeyiz eşyaları bulunur. Kız evinde yemek yenir ve ağırlık gelin evine bırakıldıktan sonra damat evine geri dönülür.

Cuma akşamı komşu düğünü adı verilen llk düğün aşaması başlar. Bu düğünde komşulara yemek verilir, onların gönlü hoş tutulur, düğüne daha çok sahip çıkmaları sağlanır. Damat tarafında çeşitli erkek oyunları oynanır, eğlenilir.

Bir sonraki gün yani Cumartesi günü düğünün ikinci aşaması olan kına merasimi gerçekleştirilir. Erkek tarafından getirilen kına geline yakılır, dümbelek isimli müzik aleti çalınır ve kadınlar kendi aralarında eğlenirler. Anadolu’nun pek çok yerinde söylenen meşhur türkü olan yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar eşliğinde merasim gerçekleştirilir.

Kına gününde kız tarafı erkek tarafına damat bohçası götürür. Damat evinde kız tarafına sofra kurulur, yemekler yenilir. Ayrıca bohça bırakma esnasında bahşiş seramonisi gerçekleşir. Bahşiş alındıktan sonra bohçayı getiren heyet tekrar kız evine döner.

Düğün günü genellikle keşkek, yahni, sarma, baklava gibi yapılması zor olan yemekler düğün yemeği olarak misafirlere ikram etmek üzere hazırlanır. Eski dönemlerde düğünlere gidenler yanlarında et, süt, yoğurt götürerek yardımlaşmanın güzel bir örneğini sergilerlerdi. Şimdilerde bu geleneğin pek yaşatılamadığı görülmektedir.

Eskiden düğünlerin yapılacağı evlerin önüne büyük kazanlar konularak yukarıda sayılan yemekler hazırlanırdı. Günümüzde düğünler artık şehirlerde kiralanan salonlarda yapılmakta, yemekler ya bu salonlar tarafından ya da daha evvel anlaşılan bir lokanta tarafından hazırlanmaktadır.

Düğün günü uygulanan bir başka adet ise kız alma alayıdır. Erkek tarafı eski zamanlarda at, eşek vs bineklerle, şimdilerde ise arabalarla gelin alma alayı oluşturarak kız tarafına gelini almaya giderler. Kız evinde tabii olarak hüzün hakimdir. Ancak genellikle gelin alayına eşlik eden davul ve zurna ortama biraz neşe katarak bu hüznü bir parça dağıtmaktadır.

Kırmızı kudela adeti ise yer yer devam eden bir gelenektir. Gelin olan kızın beline erkek kardeşi ya da dayısı tarafından kırmızı bir kurdela bağlanır. Bu kızın iffetinin bir göstergesidir. Erkek tarafı kız evine geldiğinde bu aşamada damat kız evine bahşiş bırakmak zorundadır.

Kız evinden gelin alayı çıkarken kıza ait çeyiz sandığı evden çıkarılacakken kız tarafından birisi sandığın üzerine oturur ve bahşiş ister. Oturan kişi bahşişi almadan da kalkmaz.

Ayrıca kapı kesme geleneğine göre kız evden çıkarılacakken evin kapısı kilitlenir ve damat tarafından bahşiş istenir. Bahşiş verilmeden evin kapısı açılmaz.

Düğün alayı nihayet yola çıkar, yolda da bazı gelenekler uygulanır. Mesela gelin alayının önü kesilir bahşiş alınır. Yine gelin için altın istenir, altın sözü alınır ya da altın takılır. Davullarla zurnalarla gelin alayı artık erkek evine ulaşır.

Eskiden gelin almaya atla gidilirdi. Gelin erkek evine geldiğinde attan indirilmeden erkek evi tarafından kan dökülür. Horoz, koyun vb. kesilir. Bu kesilen hayvanın kanı gelinin ayakkabısına, alnına sürülür. Gelinin başından bereketli, tatlı dilli olsun diye şekerler saçılır. kucağına doğurgan olsun soyu devam ettirsin diye çocuk verilir. Bardak, ip kırdırılır. Eve girerken eline ekmek, Kuran verilir. Gelin sağ ayağıyla eve girer. İmam getirilir ve burada gelin, damat ve şahitleriyle birlikte imam nikâhı kıyılır (Sırtbaş, 2007).

Gelin alayı erkek tarafına geldiğinde güzel bir sofra hazırlanır, kız tarafına yemekler ikram edilir. Bu yemekler keşkek, sarma, yahni, su böreği, pilav, baklava gibi yiyeceklerden oluşur. Kız tarafı yemekleri yedikten sonra erkek tarafından çeşitli ikramlarda bulunulmasını ister. Sigara, fındık, fıstık vb. çerezler, meyveler, mesela kışın karpuz gibi bulunması zor olanlar özellikle istenir. Burada maksat iki hısım taraf arasında muhabbeti derinleştirebilmektir.

Bütün bu seramonilerden sonra gerdek gecesine sıra gelir. Damat ile gelin baş başa kaldıklarında damat gelinin duvağını açar, adına yüz görümlüğü adı verilen altını geline takar. Daha sonra dini bir adet olarak namaz kılınır. Gelinin çantasında çeşitli tatlı yiyecekler bulunur. Bunlar yenir. Gelinin sağdıcı olarak görev yapan yengeliç gerdek gecesi sabaha kadar bekler. Sabah kanlı çarşafı gördükten sonra görevi biter.

Gerdek gecesinden sonra bir de erkek tarafınca duvak düğünü yapılır. Buraya kız evi de gelir. Damat ve gelin büyüklerinin ellerini öperler. Yenilir, içilir, eğlenilir. Bu safha artık düğünün son aşamasıdır.

Yörede şimdi pek uygulanmayan ama eskiden daha sık görülen bir başka adet ise düğün sonrası karşılıklı ziyarettir. Kız evi erkek evine, erkek evi de kız evine karşılıklı ziyaretleşmede bulunurlar, karşılıklı çeşitli ikramlaşmalarda bulunulur, karşılıklı bahşişler verilirdi.

Doğum

Doğum gerçekleşene kadar yörede pek çok yerde olan bazı meseleler ön plana çıkar. Mesela çiftin çocuğu olmuyorsa önce eksiklik kadında aranır, kadının tedavisine dönük tedbirler alınır. Bu tedbirler tıbbın imkânlarından yararlanmak yanında sübyan muskası yazdırmak gibi çözümleri de gündeme getirir. Eğer sorun erkekte ise erkek için pek fazla bir şey yapılmaz kendisine zürriyetsiz yakıştırması yapılarak konu kapatılır.

Hamile kadınların aş erme dönemleri doğum öncesinde önemli bir aşamadır. Genellikle hamile kadınlar bu dönemde her türlü gıdayı yiyemezler ara ara canları nadir bulunan gıdaları çeker. İstenen gıda temin edilemezse dünyaya gelecek bebekte bunun çeşitli sonuçları olacağı varsayılır.

Diğer yandan doğum öncesinde çocuğun cinsiyeti hakkında tahmin yürütmek de ayrı bir seremoni oluşturur. Modern tıbbın görüntüleme imkânlarının olmadığı zamanlarda gebe kadının karnının aldığı şekle göre tahminde bulunulurdu. Mesela anne adayının karnı sivri bir şekil alırsa doğacak çocuk erkek, yuvarlak ya da yassı olursa kız tahmininde bulunulurdu.

Doğum öncesinde ön plana çıkan inanış ya da anlayışlardan birisi de hamile kadının ne tip bir çocuğa ya da bakarsa doğacak bebeğin de ondaki özellikleri alacağı düşünülür. Mesela gebe kadın çilli bir bebeğe bakacak olursa doğacak çocuk da çilli olacak demektir. Onun için bu dönemde hamilelerin güzel bebeklere bakması temin edilir.

Doğum anına gelince; eskiden köylerde doğumu ebeler yaptırırdı. Ebenin olmadığı yerlerde ise bu işe en ehil kadın ebe yerine gerekeni yapardı. Şimdiki zamanlarda doğumlar hastanelerde modern ortamlarda yapılmaktadır.  

Doğumdan sonra ebenin yanında bulunan bir kadın müjde vermek üzere hazır bulunur, bebeğin müjdesini verdikten sonra ise bahşişini alırdı. Şimdi bu bahşiş hastanelerde hemşirelere verilmektedir.

Bebek doğduktan üç gün sonra yemekler hazırlanır ve ad verme merasimi yapılır. Bebeğin kulağına ezan okunur ismi kulağına üç kez söylenerek ad verilmiş olur. Çocuklara verilen adlar genellikle dede ve anneanne adları ya da babaanne adları olmaktadır.

İsimler verilirken genellikle İslami isimler tercih edilmekte, bu vesileyle manevi yönden iç huzuru sağlanmış da olmaktadır. Çocuğa verilen ismin Kur’an’da geçiyor olması ise aile için ayrı bir mutluluk kaynağıdır. 

Bunun yanında ad verme geleneğinin yöredeki tezahürlerine bakılacak olursa, Türk kültürünün etkilerini de görmek mümkündür. Yöreye ait olmayan ve yörede benimsenmeyen isimlerin pek verilmediğini, bu şekilde kullanımların da ayıplandığı bilinmektedir. İsim verme konusunda kararsız kalan yöre insanı çözüm olarak uyguladıkları pratikler vardır. Belirlenen isimleri pırasa bitkilerinin diplerine gömerler hangi pırasa daha çabuk filizlenirse onun altındaki isim çocuğa verilmektedir (Kılıç, 2014).

Doğum sonrası yapılan birçok uygulama vardır. Bu uygulamaların temelinde çocuğu ve anneyi korumak yatmaktadır. Doğum işlemi sonrasında göbek kesme, yıkama, tuzlama, lohusalık, al basması, ad verme, kırklama gibi pratikleri uygulanır (Kılıç, 2014).

Loğusa kadının ve yeni doğmuş bebeğin nazar almaması, sağlığını koruması ve herhangi bir hastalığa yakalanmaması için elden geldiğince hijyene, beslenmeye, temizliğe dikkat edilir.

Bebek ve annesi kırk gün evden çıkarılmaz. Bebek görmeye gelenler yanlarında çeşitli hediyeler getirirler.  Yumurta ve benzeri pratik şeyler sıkça hediye olarak tercih edilmiştir.

Bebeğe nazar değmemesi için günde en az üç kez nazar duaları okunur. Bebeğin kırkı çıkana kadar hastalık almaması için maddi ve manevi önlemler bir arada alınır.

Diğer yandan bebek doğduğunda kan akıtılması yani koyun, keçi, horoz gibi hayvanların kesilmesi ise yörede görülen adetlerdendir.

Çocukların göbek kordonları kesildiğinde bu parçalar çocuğun ileride sahip olması arzulanan mesleklere göre farklı mekânlara gömülür. Mesela öğretmen olması isteniyorsa okul bahçesine, doktor olması arzu ediliyorsa bu göbek bağları hastane bahçesine gömülür. 

Kırklamaya gelince; Loğusa kadına ve çocuğa kırk basması olmasın diye kırk gün içinde yapılan uygulamaya kırklama denilmektedir. Kırklama, doğumdan sonraki kırkıncı günde yapılmaktadır. Bununla beraber yedi, yirmi, otuz, otuz yedi, otuz dokuz ve kırk bir gibi günlerde de yapılmaktadır. Bu uygulamada kırk kaşık su hazırlanır. Bu kırk kaşık su dualarla okunduktan sonra bebeğin vücudu yıkanır. Aynı su ile loğusa kadın abdest alır, sonra da o suyla banyo yapar. Bu durum sonucu bebeğin ve loğusa kadının kırkı çıktığı düşünülmektedir. Kırklama işi güzel yüzlü, güzel huylu, temiz kalpli kişilere yaptırılır. Bunun sebebi ise kırklanan çocuğun kırklayana benzemeyeceği düşüncesidir (Kılıç, 2014: 141).

Bayramlar

Bilindiği gibi bayram lar, insanlar arasındaki karşılıklı sevgi ve saygının perçinlendiği gündür. Bayramlar toplumlarda milli birlik ve beraberliğin, bir arada yaşama arzusunun kuvvetlendirildiği günlerdir. Bayramlar, insanların birbirleriyle olan dargınlıklarını unuttukları, barıştıkları, kardeşçe kucaklaştıkları gündür. Bayramlar, millî ve dinî duyguların, inançların, örf ve adetlerin uygulandığı, sergilendiği, bir toplum da millet olma şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği gündür (Yakıcı, 1991: 21).

Bayramlar kollektif olarak icra edilen müstesna zaman dilimleridir. Herkesin iştirak ettiği, ortak toplumsal duygu ve hislerin, inançların kitlesel olarak paylaşıldığı bayramlar dini ve milli olmak üzere iki ana çerçevede değerlendirilebilir.

İslamlıkta bayramlar iki tane olup bunların yıl içinde zamanları her yıl değişmekte, bu bayramlar bir önceki yıla göre her yıl on gün geriye gelmektedir. Bir ay oruç tutulduktan sonra erişilen Ramazan Bayramı ve sonrasında kurban kesme ibadetinin yapıldığı Kurban Bayramı iki önemli dini bayramdır. Yörede her iki bayram da aşağı yukarı benzer adetlerle kutlanmakta, ihya edilmektedir. Her iki bayram da çeşitli dini vecibeler içerdiğinden zaten ibadet olarak yerine getirilen bayram namazı vb. ibadetler her yerde aynıdır.

Dini bayramların her yıl miladi takvimde yer değiştirmesi yani her yıl on gün kadar geri gelerek mevsim değiştirmesi her bir bayramın farklı bir mevsim ve iklim koşulunda kutlanmasıyla sonuçlanmakta, bu da kültürel olarak ortaya ciddi bir zenginlik çıkarmaktadır.

İslam dinine göre Kurban Bayramı, kurban kesmeyi mümkün kılacak düzeyde maddi gücü bulunan insanların dinin çerçevesini belirlediği biçim ve şartlarda kurban ibadetini ifa ettikleri ve 4 günlük zaman dilimi içerisinde ihya edilen bir dini bayramdır.

Yörede Kurban Bayramı büyük bir heyecan ve coşkuyla ifa edilir. Bayramın birinci günü kurban kesmek daha efdal görüldüğünden yöre insanı mümkün mertebe kurbanını bayramın birinci günü keser. Birinci gün kesemeyenler ikinci gün muhakkak kurbanlarını keserler. Kurban kesme işi kolay kolay üçüncü güne bırakılmaz.

Ramazan Bayramı, Şevval ayının ilk üç gününde kutlanan dini bayramdır. Bu bayramın kutlamalarına günümüzde de önem verilmekte ve halkın geleneklerinde canlılığını korumaktadır (Boratav, 1997). Bir ay boyunca oruç tutan Müslümanlar bu bayramda oruç tutmaya devam etmezler, üç gün boyunca bayramı idrak ederler.

Ramazan Bayramı da Kurban Bayramı gibi hem dini hem sosyal açıdan canlı geçer. Eş, dost, akraba ziyaretleri, mezarlık ziyaretleri, komşu ziyaretleri bayram günlerinde muhakkak yerine getirilen görevlerdir. Eve gelen misafirlere şeker, baklava, lokum, gülsuyu, kolonya, kahve, çay ikram etmek gelenek haline gelmiştir. Ev baklavası, burma tatlı gibi yapılması emek isteyen tatlı çeşitleri özellikle Ramazan Bayramı’nın vazgeçilmez gelenekleri arasındadır.

Ramazan ayı boyunca yörede dömbelekçiler adı erilen davul çalıp mâni söyleyen görevliler geceleri mahalle mahalle gezerek insanları sahura kaldırırlar. Yaptıkları bu iş karşılığında bayrama yakın günlerde bahşiş toplarlar.

Yörenin bazı kesimlerinde arife gününden bir gün evvel evlerde helva yapılır, bu helva bayramda gelen misafirlere dağıtılmak üzere diğer tatlılarla birlikte hazırlanır.

Yine arife günü çocukların banyo ettirilmeleri, yıkanmaları, hane halkının da bayrama temiz girmek üzere arife günü banyo yapmaları bilinen bir uygulamadır. Özellikle çocuklar için bu banyonun şifalı olduğuna boylarını uzatacağına inanılır.

Arife günü, yani bayramdan bir gün önce mezarlık ziyaretleri yapılır. Ziyaret edilen kabirler temizlenir, bakımları yapılır, mezar başında dualar ve Kur’an’dan sureler, ayetler okunur.

Arife günlerinde un, pekmez ve su karıştırılarak pişirilen palazların yapılması ve yenilmesi meşhur adetlerdendir. Cami çıkışı bu palazlar dağıtılır bazen yörede bilinen ve yapılan helvalarla birlikte bu palazlar tüketilir.

Bayram günlerinde ise erkekler erkenden kalkarak camiye giderler, sabah namazına ve bayram namazına iştirak ederler. Bayram namazı çıkışında toplu bayramlaşma merasimi yine namaz kılınan caminin içinde ya da bahçesinde yapılır. Herkes birbiriyle bayramlaşır, musafaha eder. Birlik ve beraberlik duygusu burada dini duygularla karışır ve bu dini-sosyal adet sosyal bütünleşmeye katkı sağlar.

Eskiden çokça yapılan ama şimdilerde pek görülmeyen toplu bayram yemekleri merasimleri de bayramlara özgü bir uygulamadır. İmece usulüyle, herkesin katkı sunmasıyla büyük kazan ve tencerelerde yemekler yapılır, köy meydanında yenilir. Her evden kaşıklar, çatallar getirilir. Herkes bu faaliyete imkânı ölçüsünde katkı sağlar. Birlik ve dayanışma ruhunu ayağa kaldıran bu önemli adet bugün hemen hemen terkedilmiş gibidir.

Yörede dini bayramlar yanında milli nitelikli bayramlar da kutlanmaktadır. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Gençlik Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı, 23 Ekim Cumhuriyet Bayramı törensel ve resmi boyutları olan birer milli bayram olarak kutlanır. Genellikle il ve ilçe merkezlerinde düzenlenen resmî törenlerde mülki amirin de katılımıyla bu bayramlar kutlanır. 23 Nisan ve 19 Mayıs’ta çoğu zaman il ya da ilçe merkezilerinde bulunan spor alanlarında toplu şenlik ve merasimler de düzenlenir. Gösteriler, fener alayları, spor müsabakaları düzenlenir.

Bütün ülke ile eşzamanlı olarak aynı gün icra edilen milli bayramlar aynı zamanda ilk ve orta dereceli okullarda düzenlenen müstakil etkinliklerle de kutlanır. Öğrenciler temiz bakımlı kıyafetleriyle bu bayramları ifa etmek üzere okula gelirler, okullarda resmî tören yanında tiyatro gösterisi, halk oyunları ve diğer seramonik ya da eğlenceye dönük faaliyetler icra edilir.

Cenaze Törenleri

Yörede kişinin ölümünün yaklaştığına dair işaretlerin tespiti ve yorumlanması halk arasında oldukça yaygın bir anlayıştır. Mesela baykuş ötmesi, inek ve köpeklerin uzun uzun yüksek sesle böğürmeleri uğursuzluk sayılmış, bu tip hadiseler birisinin öleceğine işaret sayılmıştır. İnsanların simalarındaki değişim de ölüm habercisi olarak yorumlanmaktadır. Mesela burunda sivrilme, gözde fer kaybı, yüzün sararması kişinin ölümünün yaklaştığına birer işaret olarak yorumlanır.

Yörede ölüme hazırlık olarak rastlanılan adetlerden birisi diken ağacı olarak bilinen akasya ağacından mezar için tahta hazırlanması bunların uygun şekilde kesilerek saklanmasıdır. Diken ağacı dayanıklı bir ağaç olduğu için mezar tahtası olarak tercih edilmektedir.

Buna ek olarak yörede ölmeden evvel mezarını kazanların ya da kazdıranların da bulunduğu bilinen ölüm öncesi uygulamalar arasındadır.

Ölümden uzaklaşma ve kaçınma için alınan bazı manevi tedbirler sadaka verme, hayır hasenat yapma gibi daha çok dini vecibelere dönük uygulamalardır. Hastane ve doktora başvurmak, gerekli tıbbi tedbirleri almak ise işin tıbbi, maddi tarafını oluşturmaktadır.

Yörede bir kimsenin öleceği anlaşıldığında kişi hasta yatağında iken ağzına pamukla varsa zem zem suyu sürülür, yanında Yasin Suresi okunur, uzakta bulunan akrabaları ölmesi beklenen kişi için çağırılır. İçinde bulunulan evin kapıları açık tutulur, kapı önlerinde oturulur. Yasin Suresi ölümü kolaylaştırmak için okunur, kapıların açık bırakılma sebebi ise eve bu süreçte meleklerin gireceği inanışıdır.

Kişi öldüğünde çenesi bir bezle bağlanır, üzerine çarşaf örtülür, ceset şişmesin diye üzerine bıçak konulur. Cenaze masrafları için adına ıskat denilen bir bütçe belirlenir. Yetkin bir kişi bütün işleri çekip çevirmek üzere görevlendirilir. Bu kişi genellikle imam ya da muhtar olmaktadır.

Bu yetkili kişi etraftaki camilerin imam ya da müezzinlerine sela okumaları ve kişinin ölümünü duyurmaları için çağrıda bulunur. Selalar okunur kişinin ölüm haberi, kim olduğu, kimin yakınları hangi mahalle ya da köyden olduğu minarelerden hoperlörler marifetiyle duyurulur.

Pek çok yörede olduğu gibi Ordu yöresinde de ölen kişi için yıkama işi gerçekleştirilir. Köylerde bu işi genellikle imamlar yaparlar. Ölünün yakınları ise bu işe gerektiğinde yardımcı olurlar. Yıkama esnasında bazen kükürt yakılır. Bu işlem mevta kabre konduğunda yanına yılan ve haşerat yaklaşmaması için uygulanır.

Kefen imam tarafından önceden hazırlanmaktadır. Kefen kadınlarda beş parça, erkeklerde ise üç parça beyaz bezden oluşur. Erkeklerde birinci parça olan “gömlek” omuzdan ayağa kadar, ikinci parça olan “izar” göğüs bölgesine, üçüncü parça olan “litafe” ise baştan ayağa kadar örtülür. Kadınlarda kullanılan iki parçadan oluşan “hımar”, başa ve göğüs bölgesine kapatılır. Diğeri “hırka” adı verilen parça göğüsten göbeğe kadar olan kısma kapatılır. “İzar” adı verilen parça göğüs bölgesinin alt tarafına doğru, “litafe” ise bütün vücuda örtülür. Kefenleme işleminden sonra gül suyu sürülmektedir. Bu ölünün güzel kokması için yapılmaktadır.

Kefenlenen ölü içinde temiz battaniye bulunan bir tabutun içine konulur ve namazı kılınmak üzere cami önüne getirilir. Tabuta omuz vermek ve tabut taşımak yöre insanınca büyük sevap olarak kabul edilmiştir.

Daha sonra İslami usulde cenaze namazı kılınır ve defin için kabristanlığa gidilir. Ölü mezara çocukları ve yakınları tarafından indirilir. Tahtaları kapatılır, üzeri toprakla örtülür. Daha sonra kabir başına bir miktar su konur. Bu sudan ölen kimsenin içeceğine inanılır. Defin işleminden sonra karnı acıkanlar için ekmek, helva pide gibi yiyecekler dağıtılır. Hoca efendi telkin vermek üzere kalır.

Yörede yas genellikle üç gün sürmektedir. Üç gün boyunca evde radyo ya da tv çalıştırılmaz, gelen giden ağırlanır, Kur’an okunur. Yasa gitme olarak bilinen yas ziyareti için uzaktan ve yakından akrabalar komşular gelir giderler.