Törenler
Giresun ilinde düğünler eskiden beri fındık hasadından sonra yapılırdı. Yöre halkının geçimi fındığa bağlı olduğu için düğün takviminde bu yönde bir düzenleme zaruriydi. Geleneksel düğünler 3-4 gün sürerdi. Düğünün süresini belirlemede dünür ailelerin maddi durumu belirleyici olurdu. Günümüzde her mevsim düğün yapılmakta düğünler, eğlencenin tertip edildiği salonların sunduğu imkânlarla renklenmektedir.
Evlenme Hazırlıkları
Evlilik çeşitli usullerle yapılabilmekle birlikte Giresun ve ilçelerinde eskiden görücü usulüyle evlilik daha yaygın şekilde gerçekleşirdi. Genç kız ve erkeğin birbiriyle görüşüp anlaşarak evlenmeye kara vermesi, erkeğin kızı kaçırması veya kızın kocaya kaçması da evlilik biçimleri olarak karşımıza çıkar.
Oğluna kız arayan aileler öncelikle yakın çevrede namzet arardı. Köy, mahalle ve yakın çevrede uygun kız bulunamazsa daha uzak köylerde kız aramaya devam edilirdi. Erkekler için meslek sahibi olmak, askerliğini yapmış olmak, ev geçindirecek kadar arazisi, tarlası olmak aranan niteliklerdi. Kızlarda ise ailenin asaleti, kızın elinden iş gelmesi, becerikli olması güzelliği yanında sahip olması istenen özelliklerdi.
Kız İsteme
Kız isteme gelenekleri ilçeden ilçeye, köyden köye farklılık göstermesine rağmen genellikle şöyledir: Erkek ailesi tarafından beğenilen kızın evine bir görücü heyeti gönderilir. 3-4 kişiden oluşan bu heyete Şebinkarahisar ve çevresinde düğürcü de denilmektedir. Kız evine ilk ziyaret sadece gözlem yapmak, kızı ve ailesini tetkik etmek amacıyla yapılır. Bu ilk ziyarette kız beğenilirse kız evine ikinci bir ziyaret yapılır. Bu defa oğlanın ailesinden halası veya teyzesi de heyete dahil olur. Görücü heyetinin izlenimleri bu ziyarette de olumlu ise erkek ailesi büyükleri tarafından kız istemeye gidilir. Kız istemeye özellikle cuma günü gitmek tercih edilir.
Karalaştırılan günde kız evine söz almaya gidilir. “Yazı yazdık aynasının tozuna, düğür geldik biz bu evin kızına,” bu tekerleme kızın, görücüler tarafından beğenilmediğine işarettir o eve ikinci bir defa gidilmez (Şebinkarahisar). Kızını vermek istemeyen aileler, gelen elçilere; “kızımızın yaşı küçük” diyerek veya başka bir mazeret belirtmek suretiyle kızlarını vermek istemediklerini belli ederler.
Kız evi tarafından yemek verilirse kız verilmiş demektir. Söz kesme işi bitince evin kızı, “söz kahvesi” ikram ederdi. Eğer, kahve şekerli ise bu kızın da delikanlıda gönlü olduğu anlamına gelir. Düğünle ilgili hazırlıklar yemekte konuşulur. Eski zamanlarda bu yemekte başlık parası için pazarlıklar yapılırdı. Başlık parası 1980’li yıllara kadar istenebiliyordu. Başlık parası yerine kızın erkek kardeşlerine tabancı hediye etmek de yörede görülen uygulamalardandı. Söz kesildikten sonra kızın nüfus cüzdanı mendile sarılıp, kurdele ile bağlanır ve erkek tarafına verilirdi. Müteakip bir zamanda kız evinde de düğün tarihini belirlenir. Buna “Şerbet içme” denir. Erkek evi kız evini tavukla, kız evi de erkek evini baklava ile ağırlar (Bakırcı, 2010: 115).
Dilbağı: Oğlan tarafından kıza takılan sarı liralar, beşi bir yerde, bilezik vesair altınlara dilbağı denir. Takı merasimi yemekten sonradır.
Kız istemede gelin adayı misafirlere hizmet eder, sorulan sorulara cevap verir.
(Söz kesildikten sonra) Düğüne ssalı günü başlanır. Çarşamba günü oğlan tarafı gelini giydirmeye gider. Çarşamba gecesi gelinin eline kına yakılır. Perşembe günü gelin alma günüdür. Sabahleyin güveyilik bohçası baklava ile birlikte erkek evine gönderilir. Damat da sağdıçla birlikte hamama gider ve gönderilen kıyafetleri giyer. Eski evlilik törenleri bir nevi halk tiyatrosudur (Gülşen, 2014: 85).
Nişan
Düğün öncesinde kız tarafında verilen hediyelere, takılara nişan adı verilir. Nişan öncesinde gerek kız evi, gerekse oğlan evi birbirlerine “sele” tabir edilen hediyeler gönderirlerdi. Oğlan tarafı bir sele ile kız evine şeker ve nişan için takılar gönderir. Bu hediyelerin yanı sıra bakır ibrik, leğen gibi çeşitli eşyalar da hediyeler arasına dahil edilirdi.
Nişan düğünü kız tarafında yapılırdı ve nişan töreni için genellikle kız evinde toplanılırdı. Kız evindeki nişan eğlencesinde ud veya cümbüş çalınırdı. Nişan elbisesini giyen kıza kayınvalidesi ile oğlanın yakınları tarafından “takı” denilen ziynet eşyası takılır. Şebinkarahisar ve çevrsinde nişanda gerçekleşen takı merasimine dilbağı denir. Dilbağında kıza verilmek üzere erken tarafından gelen takılar aile büyklerinin huzurunda açılır ve bir kâğıda yazılır. Bu iş tamam olduktan sonra çiftin nikâhları kıyılır (Okutan, 1949: 295). Nikâhtan sonra davetlilere şerbet dağıtılır ve bu şekilde nişan merasimi sona erer. Nişanda oğlan evinden kız evine gelen siniler, merasimden iki hafta kadar sonra çeşitli hediyelerle birlikte oğlan evine geri gönderilir. Sinilere baklava konulur. Nişan bohçası da bu sinilerle birlikte oğlan evine gönderilir. Nişandan sonra kız ve oğlan evi arasında hediye alış-verişi düğüne kadar devam eder. Eğer kurban bayramı nişanla düğün arasında bir tarihe denk düşerse oğlan evi kız evine kurbanlık koç gönderir.
Geçmiş dönemde nişan töreni, erkeklerin ve kadınların ayrı yerlerde oturdukları bir evde yapılırdı. Davetliler çeşitli içecek ve yiyeceklerle ağırlanırlardı. Günümüzde geleneksel kültürün yaşandığı köylerde nişanlar evlerde, şehirlerde yaşayanlar ise nişan törenlerini genellikle salonlarda yapmaktadır.
Kına Gecesi
Kına gecesi düğünden önceki gün, komşular, yakın köylerden gelenler ve davetlilerin katılımıyla yapılır. Kına geceleri de düğünler kadar eğlenceli ve gösterişli olurdu.
Kına gecesinin yapılacağı gün geline takılarının takılacağı orta âdeti yapılır. Orta âdetinde gelin, yengelerin yanında iskemleye oturur. Takı takmaları için önce kayın valide ve kayın pederi gelir. Bunların ardından gelinin anne-babası ve diğer davetliler arasında takı takacak olanlar hediyeleriyle birlikte gelinin yanına gelirler ve hediyelerini verirler. Takı merasmininden sonra çalgılı eğlenceler başlar. Akşama doğru da kına hazırlıkları başlar.
Gelinin yanına evli bir kadın gelip oturur. Başıbütün bu kadın gelinin yumruk halinde sıktığı avcunu açmak ister. Buna “el açma” denir. Başıbütün, kızın elini açar ve avcunda tuttuğu parayı alır. Buna karşılık kıza bir yüzük yahut bilezik takar. Ardından gelinin avcuna kına yakar. Ellerine kına sürülen kız, baş ve işaret parmakları açıkta kalacak şekilde elleri sarılır. Elleri sarılan kızın bir eline beyaz diğerine kırmızı mum verilir. Diğer bütün kızlar da gelinin ardında ellerinde birer mum yakarak sıraya dizilirler. Bu şekilde oyun halkası kurup oynarlar.
Gelinin kınalı eli ipek mendille bağlandıktan sonra, çeşitli kına türküleri eşliğinde gece vakitlerine kadar eğlenilir. Gelinin başına toz kınanın da serpildiği tören sırasında en çok okunan kına türküsü şudur:
Şeftaliler çiçeklendi, pürçektendi
Her yalanlar gerçeklendi
Gelinim kadınım kınan kutlansın
Şeftali eğmiş, dalını
Gelir gelinim salını salını
Büyük evin has gelini
Gelinim kadınım kınan kutlansın
Evler altında valası
Kağıt içinde kınası
Oturmuş ağlar anası
Gelinim kadınım kınan kutlansın (Giresun Kent Kültürü, 2008: 224).
Kızlar için yapılan kına toplantısı gibi bazı köylerde damat için de kına toplantısı yapılır. Kına gecesi eğlencelerinde genç kızlar bir yandan oyunlar oynar diğer yandan da gelin kızı ağlatmaya çalışırlar. Kına eğlencesi sabaha kadar devam eder.
Şebinkarahisar’da komşu kınası denilen bir âdet vardır. Gelin olacak kızın köyünden, mahallesinden evlilik çağındaki bekâr kızlar düğünden 10-15 gün kadar evvel gelini evlerine davet ederler. Gelin, her gece bu kızlardan birinin davetine icabet eder. Bu davetlerde gelin kızla birlikte davet edildiği evin kızına özel kına yapılır ve bu nedenle davetin adı da “komşu kınası”dır. Komşu kınasında kına tertip edilen evde çalgılar çalınır, oyunlar oynanır. Gece bitmeden gelin olacak kızın saçına kına yakarlar (Okutan, 1949: 299).
Düğün
Düğünlerin zamanı genellikle fındık hasadından sonraya bırakılır. Bu sayede hem işten geri kalınmaz hem de fındık mahsulünün satışından elde edilen gelirle düğün masrafları bir ölçüde karşılanmış olurdu. Düğünler 3-4 gün veya 1 hafta sürebiliyordu. Düğünün süresini ebeveynin maddi durumu tayin ediyordu. Düğünler nadiren çalgısız yapılır. Kız evinde tef, kemençe, ud; oğlan evinde davul, zurna, klarnet, tulum vs. çalınır. Yöresel oyunlar oynanır. Çalgısız düğünlerde Kur’an’dan sureler ve bazen bunun yanı sıra Mevlid okunur.
Düğün davetleri kapı kapı dolaşılarak yapılırdı. Davet edilen kişilere yakınlık derecesine göre yufka, koç, tavuk, peştamal, çember, peşkir gibi hediyeler verilirdi. Tava böreği hazırlayıp, komşuları tek tek ziyarete edip börek ikram ederek de düğün daveti yapılabilir. Hediye ile davet edilen kişiler düğüne, mutlaka aldığı hediyenin üzerinde takı ile gelirdi.
Düğün törenlerinden bir hafta önceki cuma günü uygulanan ve bugün kaybolmaya yüz tutmuş düğünlük koyma merasimi, Türk düğün geleneğinin çok önemli bir ayrıntısı niteliğindedir. Erkek evi, silahı olan yakınları ile birlikte, havaya ateş ederek, bir kafile halinde değirmene zahire öğütmeye giderlerdi. Önceden değirmenciye haber verildiğinden, başka müşteri kabul edilmez sadece düğünde kullanılacak mısır öğütülür ve değirmenciye yüklü bahşiş, verilirdi (Giresun Kent Kültürü, 2008: 222).
Bu adetin devamında yapılan çuval ağzı açma dedikleri başka bir âdet vardı. Bu hadise düğünü bütün ahaliye haber vermek için yapılır. Çuvalın ağzını açmak parayı ortaya serme manası da taşır. Düğün sahibi değirmende öğüttüğü unları ekmek yapmak için fırının kapısına getirir ve çuvallar açılırken havaya ateş edip köye haber verirlerdi. Buna çuval ağzı açma derlerdi.
Üç gün sürecek olan düğünler ya cuma ya da pazar günleri sona erecek şekilde hazırlıklar yapılırdı. Birinci gün komşu düğünü, ikinci gün konak (misafir) düğünü yapılır ve üçüncü gün gelin almaya gidilirdi (Küçük, 2011: 315). Çevreden gelen misafirlere konak (Gonak) adı verilir. Konaklı düğünlerde misafirlerin kalacakları evlerin ihtiyaçlarının karşılanması için sofracı adı verilen kişiler görevlendirilir. Konaklarda ağırlanan misafirlerin hizmetinin eksik edilmesi durumunda misafirler düğün sahibinden tedariği zor taleplerde bulunabilirler. Bu taleplerinde bazen aşırıya giderler ve memnun edilmedikleri için düğünü terk ettikleri bile olur. Böyle bir durumla karşılaşmamak için misafirlerin hizmetine çok dikkat edilir.
İlin doğusunda, Görele ve Tirebolu tarafında gelin almaya gidilirken kemençe çalınır. Gelin evden çıkarken beline kırmızı kuşak bağlanır. Kapı kesme âdeti burada da vardır. Kız tarafı kapı keserek erkek tarafından bahşiş ister.
Gelini almak kolay olmaz her zaman; türlü bahanelerle alınan bahşişlerden başka, güvey alayına oyunlar da oynandığı olur. Gelin almaya gidildiğinde kız tarafından yaşlı bir kişi ağartma oyunu için güvey tarafını karşılar. Ağartma, ipek ve yaldızlarla süslenmiş bir yumurtadır. İhtiyar adam süslenmiş yumurtayı bir ağacın dalına asar ve “ağartmamız budur” der. Ağaca ayrıca koç, boğa gibi hayvanla bağlanır. Atış yapılacak mesafe belirlenir. Atış yapacak olanlara beşer fişek atma hakkı verilir. Ağartma vurulmadan gelin evden çıkmaz (Aksu Dergisi, Sayı: 9).
Kız evinden çıkarılan gelin ata bindirilir. Atın önüne halat gerilip yanına bir koç yanaştırılır. Gelin atın üzerinden inmeden eğilip bir eliyle koçu boynuzundan tutup atın terkisine alır. Bu koç artık gelinindir. Güvey evine varıldığında adağı olanlar eve girmeden evvel gelinin önünde kurban keserler. Gelin alayı yola çıkarken, gelin evine yaklaşırken, gelini aldıktan sonra ve son olarak gelinle birlikte güvey evine yaklaşıldığı sırada silah atarak kutlama yapar.
Düğünün yapıldığı damat evinde bütün işleri yöneten kişiye düğün amiri denir. Giresun’un düğün geleneği daha ziyade düğün sahiplerinin kendi evlerinde ve yemekli olarak yapılır. Cuma gününden başlayan düğün, pazar günü gelin almaya gidinceye kadar yemek ve oyun eğlencesi şeklinde devam eder. Düğün yemekleri arasında genellikle su böreği, yufka, yahni, lahana sarması, bulgur pilavı, burma tatlı, sütlaç ve hoşaf bulunurdu.
Düğün boyunca damada eşlik etmek üzere iki sağdıç görevlendirlirdi. Geline de eşlik etmek üzere evli kadınlar arasından bir yenge belirlenirdi. Yenge, düğün boyunca geline kılavuzluk ederdi. Düğün günü damat ve sağdıç açık alanda elbiselerini giymek suretiyle ayakta, davetliler karşı durur. Gelen davetlilere düğün kâhyası tarafından takma merasimi yapılacağı duyurulur. Damadın yakasına para takılır.
Tirebolu’da düğünden bir hafta önce her iki tarafında akrabaları “çığırıcı” denilen bir kadın tarafından düğüne davet edilir. Düğünler pazartesi günü başlar, öğleden sonra erkekler “çeyiz’’ almaya giderler. “Çeyizin dışında, herhangi bir eşyayı kız evinden “aşırmak” ve oğlan evine getirmek de maharet sayılır. Kız evinden oğlan evine getirilen en son eşya bir aynadır. Aynanın kırılması uğursuzluk sayıldığından dikkatli taşınır (Yüksel, 2007: 238).
Hamam geleneği düğünün bir parçasıydı. Birkaç gün süren düğünlerin beklenen eğlencelerinden biriydi hamama gitmek. Günümüzde bu gelenek tamamen ortadan kalkmıştır. Tirebolu düğün âdetleri arasında düğünden önce sırasıyla gelin hamamı ve güvey hamamı vardır. Hamam, güvey evi tarafından kiralanır. Hamam âdeti sırasında çalgılar eşliğinde oynanır, eğlenilir. Tirebolu’nun iyi bir müzik hayatı vardı. Kız evindeki düğünde çalgı olarak ud, cümbüş, bağlama; oğlan evinde ise bağlama ve kemençe bulunurdu (Yüksel, 2007: 240).
Gelin, evlendiği eve ayak basarken uğurlu gelsin diye yapılan bazı adetler vardır. Evin eşiğine basarken gelinin başından aşağıya fındık, buğday veya para saçılır. Eşiğe konulan su dolu bardağı ayağıyla devirmesi istenir. Bu uygulama ile kaza ve aksiliklerin eşikten dışarıda kalması umulur. Şebinkarahisar ve çevresinde gelin eve girdikten sonra kaynananın elini öper ve derhal bir direk dibine geçer. Başının yettiği yere çivi çakılır. Böylece evine sımsıkı bağlı kalacağı temsil edilmiş olur. Her daim iyi geçinmeleri temennisiyle kaynana ve veya elti gelinin ağzına tuz çalar. (Okutan, 1949: 313-314).
Yatsı namazından sonra güvey de eve gelir ve imam nikâhı kıyılır. Günümüzde resmi nikâhın yanı sıra imam nikâhı da kıyılmaktadır. Gelin ve güvey odalarına çekildikten sonra sağdıçları kapıyı kapatır. Düğün böylece sona erer.
Gelinin kız evinden getirdiği çeyizler arasında sedir örtüsü, yatak örtüsü, oyalı yastık kılıfı, seccade, yaşmak, havlu, şilte, yaygı; eşyalar arasında bir yün yatak, iki yün yorgan, iki yastık, bir çul, dastar, cecim (beşik örtüsü), sedir dayaması, hasır gibi şeyler bulunurdu (Bilir, 2007: 234). Gelini görmek üzere eve gelen davetlilerin evli çifte sundukları hediyelere saçı adı verilir. Düğünden sonraki üçüncü gün gelin tarafı damat evine ziyarete giderler. Düğünden sonraki yedinci günde ise damat evi kız evine ziyarete gider. Yedinci gün ziyaretine Görele civarında yumurta yemeye gitme de denir (Bilir, 2007: 239). Çepnilerde düğünden sonraki yedinci günde kız evi oğlan evine baklava göndererek evli çifti yemeğe davet eder. Yemeğe gelen enişteye şakalar yapılır. Enişteyi ayağına bağlanan iple tavana asma geleneği yedileme denilen bu ziyarette gerçekleşir. Yemeğe gidilen günün akşamında yeni gelin, babasının evinde kalır.
Düğünden sonra kız evine ilk ziyaret Şebinkarahisar civarında düğünden sonraki on beşinci günde yapılır. Bu ilk ziyaretin adı el öpmedir. Bu ilk ziyarette güveyin, gelinin annesine hediye götürmesi gelenektir.
Şebinkarahisar ve civarındaki düğünlerde çarşamba günleri yatsıdan sonra güveyi donatma törenleri yapılırdı. Bu işi üstlenene yiğitbaşı denir (Elçin, 1964: 73).
Doğum
Yörede doğumdan önce yapılan çeşitli hazırlıklar vardır. Bebek doğmadan ona çeyiz hazırlanırdı. Bu çeyizin içinde iç kundak, mendil, bez, iç gömleği, yelek, patik, battaniye, havlu, lif ve zıbın bulunurdu. Kaynana bebeğin beşiğini alırdı. Geçmiş dönemlerde ahşap işlemeli, süslü beşikler vardı. Bu beşiği kaynana donatırdı; bebeğin yatağını, çarşafını, battaniyesini, yastığını hazırlardı. Hazırlanan bu malzemelerin renginin kırmızı olmamasına dikkat ederlerdi. Kırmı renkli malzemeler kullanılırsa bebeği al basar diye korkarlardı. Bu yüzden genellikle mavi renk tercih edilirdi.
Doğumlar eskiden köylerde ebelerin nezaretinde gerçekleşirdi. Doğum sancısı başlayan kadına süt, çorba gibi sıvı gıdalar verilir. Bir kadın doğum yapacağı zaman komşulardan birkaç kişi yardıma gider. Bunlar evden içeri girerken elbiselerinin etekleri sökülür. Böylece kadının daha rahat ve kolay doğum yapacağına inanılır. Eğer doğum zor oluyorsa evdeki sandığın kapısını açarlar. Bebek doğar doğmaz, ebe tarafından göbeği bir karış uzunluğunda ölçülerek düğümlenip kesilir. Annesi ve çocuk ılık su ile yıkanır, ince tuzla çocuğun bütün vücudu tuzlanır, bezlere veya çaputlara sarılır, şaldan veya bohçadan bir kundak yapılarak anasının yanına yatırılır. Bebeğe meme vermeden evvel kulağına ezan okunur. Çocuğun ağzına her şeyden önce nohut tanesi büyüklüğünde tuzsuz tereyağı verilir. Anasının ağız sütü yere sağdırılır ve çocuğun eşi hemen gömdürülür.
Çocuk doğduktan sonra evde bulunanlara yemek verilir. Böylece yeni doğan bebeğin büyüdüğünde aç gözlü olması engellenmiş olur. Bebeğin göbeği kesilince rast gele bir yere atılmaz. Doğumdan sonra göbek bağı genellikle toprağa gömülür. Kimi zaman bebeğin beşiğine bağlandığı ya da beşiğin altına konduğu da olur. Göbek bağını bazı insanlar çeşitli yerlere koyarlar. Kimisi çocuğun ileride okuması için okul duvarına koyar, cami avlusuna veya damına atılırsa imam, okula atılırsa öğretmen veya okuyup büyük adam olacağına, eğer evden dışarı rast gele bir yere atılırsa, bebeğin büyüdüğünde eve barka uğramayacağına, evde bir yerlere konulursa evden dışarı çıkmayı sevmeyeceğine inanılır.
Göbek bağı eğer uzun kesilmişse ileride çocuğun sesinin tiz olacağına inanılır. Bu sebepten sesi tiz olan çocuklara, “Senin göbeğini uzun kesmişler, kim kesti?” derler. Kısa kesildiğinde ses tonunun daha alçak olacağı söylenir (Giresun Kent Kültürü, 2008: 220).
Yeni doğan bebeği yıkamak için tuzlu su hazırlanır. Tuzlu suyla yıkanan bebeğin teri kokmaz diye bilinir. Bebek doğduktan hemen sonra kem gözlerden ve nazardan korunması için ateşe tuz atılarak bebek üç bu ateşin üzerinde üç defa döndürülür.
Bebek doğduktan sonra eve ilk olarak kim gelirse bebeğin huyunun ona çekeceğine inanılır.
Doğumdan sonra anne kendini toparlayıncaya kadar, yani yaklaşık bir hafta bebeğin ebesi çocuğu yıkamak ve altını değiştirmekle sorumludur. Ebeye bu tür hizmetlerine karşılık olarak bir miktar para ve çeşitli hediyeler verilir.
Doğumdan sonraki kırk gün boyunca lohusayı ve bebeği korumaya özen gösterilir. Lohusa kadının ve çocukların yanında gece ve gündüz daima bir insan bulundurulur. Bu müddet içersinde lohusanın bulunduğu odada ışık katiyen söndürülmez. Yalnız bırakıldığı veya ışık söndürüldüğü takdirde “al basmasından” lohusanın ve çocuğun boğulup öldürülmesinden korkulur.
Alkarasından korunmak için lohusanın yatağının yanına kocasının giysisini asarlar. Yatağın yanında veya altında makas, bıçak gibi metal eşyalar bulundururlar. Alkarasına karşı muska yazdırıp karyola demirine asarlar.
Kırkı çıkmamış iki kadın bir araya gelirlerse çocukların kırkı karışır. Bu olmasın diye lohusa kadınlar yakalarında taşıdıkları çengelli iğneleri değişirler, karşılıklı olarak üç kere çömelip ayağa kalkarlardı.
Lohusa ve bebeği doğumdan sonraki kırkıncı günde yıkanırlar. Buna kırklama denir. Kırklamanın yapıldığı suya genellikle altın ve taş gibi maddeler konulur. Kırklamayı da genellikle ebe kadınlar yaptırır. Lohusanın yıkanacağı suyu hazırlar ve lohusayı yıkar.
Ad Verme
Çocuk doğduktan hemen sonra ismi konulur. Çepnilerde ismi hemen verilmeyen çocuğu cinlerin sahipleneceği inancı vardır. Evde dede, babaanne veya ev halkının başka bir büyüğü yoksa çocuğa ad vermek babaya düşer. Bu durumda baba bebeği kucağına aldıktan sonra Kıble’ye doğru dönerek bebeğin kulağına sessizce ezan okur ve adını söyler. Genellikle ailenin en büyüğünün veya saygı duyulan bir kişinin adı bebeğe verilir.
Sünnet
Erkek çocukların sünneti için geleneksel bir uygulama yoktur. Geçmişte çocuklar yaz dönemi köye gelen gezici sünnetçiler tarafından belli bir yaş sınırı gözetilmeden topluca sünnet edilirdi. Maddi durumu iyi olanlar sünnet olayı için düğün hazırlığı yapar. Sünnet düğünleri için çalgılı, eğlenceli düğünlerden başka mevlit okutularak yapılan düğünler de yapılmaktadır.
Yılbaşı Kutlamaları
Giresun’daki adıyla “Mart Bozma”, “Mart Kırma”, “Yılbaşı Bozma” gibi adlarla anılan yeni yıl töreni yerel takvime göre 1 Mart’ta kutlanmaktadır.
Her yıl miladi takvime göre Mart ayının 14’ünde yılbaşı tutulur. O sabah erkenden kalkılır, deniz veya akarsudan su alarak eve gelinir ve sağ ayak ile eşikten geçilerek eve gelinir. Su evin dört bir tarafına serpilir. Eğer hayvanlar varsa onların üzerine de serpilir. O gün kimse evine uğursuz gelir diye misafir kabul etmez, ancak ayağı denenmiş biri varsa o eve çağırılır. Gelen kişi sağ ayağını içeri atar yeni yılınız hayırlı olsun martınızı bozuyorum der o gece evde ısırgan veya paça pişirilir içine yeşil boncuk atılır. Bunları yerken boncuk kimin ağzına gelirse o yıl bu şahıs ekine başlar, aile içerisinde bol rızıklı kabul edilir.
Bayramlar
Ramazan Bayramı hazırlıkları arefe gününden başlar. Çocuklara yeni kıyafet, ayakkabı vb. almak için çarşıya çıkılır. Evlerde hanımlar baklava, börek açar. Lahana yaprağından dolmalar sarılır. Erkekler mezarlıkları temizler. Bayramın ilk günü evin erkekleri sabah erkenden camiye bayram namazına giderler. Namazdan çıkınca caminin önünde bayramlaşılır. Namazdan önce bayramlaşma yapılmaz. Daha sonra evlere gidilir. Ev halkıyla bayramlaşıldıktan sonra büyükler ziyaret edilir. Mezarlıklara gidilir, dualar edilir, Kuran-ı Kerim okunur. Bayram boyunca akraba ziyaretlerine devam edilir.
Eskiden Tirebolu’da bayramın birinci günü ramazan davulcusu sahurda çaldığı davulun ücreti sayılacak parayı yardımcısının elinde taşıdığı bayrakla toplamaya çalışırdı. Ev ev dolaşarak, pencereye uzattığı bayrağa herkes verecek olduğu bahşişi bağlar, davulcu bahşişe okuduğu bir mâniyle teşekkür ederdi. Bayramda gençler ve çocuklar bayram yerlerinde buluşup eğlenirdi. Bayram yerinde satıcılar süs eşyası, oyuncaklar satarlar, dönme dolaplar kurulurdu (Yüksel, 2007: 232).
Kurban bayramı hazırlıkları, kurban kesecek olanlar için hayvanın temin edilmesiyle başlar. Köy yerleşimlerinde kurbanlık hayvanı bayramdan 1 hafta kadar önce alıp, kurban edileceği güne kadar beslemek tercih edilen bir durumdur. Kişi durumuna göre inek veya koç keser. Genellikle üç beş kişi ortak olup inek keserler. Arefe günü bayram hazırlıkları tamamlanır. Bayramlık kıyafetler temzilenip ütülenir, eve gelecek ziyaretçilere ikram edilmek üzere ihtiyaç duyulan yiyecekler hazırlanır. Bayramlaşmalar bayram namazının akabinde camide başlar. Cami cemaati evlerine dağıldıktan sonra önce mezarlıklar ziyaret edilir. Kurban kesimiyle ilgilencek olanlar gerekli hazırlıklarını yaparlar. Bayramın birinci günü genellikle kurban kesimiyle geçer. Birinci günden sonra küçükler büyükleriyle bayramlaşmak üzere akraba ziyaretleri başlar.
Fındık Bayramı
Giresun’da 1930 yılından itibaren 1960’lı yıllara kadar bölgenin en önemli geçim kaynağı olan fındık için hasattan hemen sonra kutlama yapılırdı.
Giresun’da her yıl fındıklar toplanıp kurutulup çuvallarla satışa götürülüp satıldıktan sonra fındık yüklenen ilk geminin limandan ayrılmak üzere hareket etmesi bir bayram olarak kutlanırdı.
Fındık bayramında, fındık önekleri atlas torbalara doldurulur, üzerleri yaldızlanmış renkli şerit ve kurdelalar ile süslenmiş olarak sandallara yüklenirdi (Duman, 2008: 110-111).
Hıdırellez
Ramazan ve Kurban bayramlarından başka Hıdırellez, Giresun’da bayram şeklinde kutlanan bir gündür. Bugün Hızır ve İlyas Aleyhisselamların bir araya geldiğine ve artık kış ayının bitip güzel günlerin geleceğine inanılır. Hıdırellez gününü akşamında genç kızlar niyet tutarak bir gül ağacının dibine yüzüklerini gömerler. Sabahleyin mani okuyarak onları çıkarırlar. Söylenen maninin manasına göre talihlilerini denerler (http://www.giresun.gov.tr/giresun-kulturu).
Hıdırellez, Giresun’da Mayıs Yedisi adıyla da anılır ve resmi takvime göre mayıs ayının yirminci günü kutlanır. Hıdırellez günü çalışılmaz. Hıdırellez gününde kutlamaya katılan yaşlı-genç herkes bayramlık giysilerini giyinerek yeşil alanlara, akarsu kenarlarına giderler. Mayıs Yedisi kutlamaları Aksu deresinin ağzında yoğunlaşır. Sac ayaktan geçmek, dereye taş atmak ve Giresun adasının etrafından dolaşmak, Hıdırellez’de tekrar edilen uygulamalardır.
Cenaze Törenleri
Birinin ölümü “vefat etmek, hakka yürümek, hakkın rahmetine kavuşmak, ruhunu teslim etmek, son nefesini vermek” gibi sözcüklerle ifade edilir.
Bugünkü haberleşme imkânlarının olmadığı eski dönemlerde bir cenaze olduğunda yaşı ufak çocuklara harçlık verilir ve kapı kapı dolaşarak cenazeyi haber vermeleri istenirdi. Cenazelerin fazla bekletilmeden gömülmesi Giresun genelinde görülen yaygın bir gelenektir. Cenazenin bekletilmesi, ölenin uzak illerdeki yakınlarının gelmesini beklemek için.
Ölüm olayında cenaze en kısa sürede evine getirilir. Ölen kişi genişçe bir odanın içinde ayakları kıbleye gelecek şekilde yere serilen bir yatağa yatırılır. Ölenin üzerine bıçak konur; kimi yerlerde ikinci gün yattığı yere taş ve su da konur. Bu işlemler sırasında çenesi ve ayakları bağlanır. Gözleri açıksa kapatılır. Bu işleme “teneşir’e vurma” denir. Teneşirde bulunan cenazenin etrafına halka şeklinde oturulur. Cenaze başında defin işlemi yapılana kadar yakınları nöbetleşe beklerler. Bu süreçte cenaze yakınları ölünün başında ağlarlar. Bu ağlama çoğu zaman sesli, hatta feryat şeklinde olur. Ağlayanların sessiz ağlaması durumunda “yaşın yaşın ağladı,” sesli ve sözlü ağlaması halinde “dil döküp ağladı” tabiri kullanılır. Definden birkaç saat önce ölü din görevlileri tarafından alınarak “yuğuma kaldırılır” yani yıkanır. Kadın cenazesinde ise bu işi kadınlar yapar.
Cenaze evin kapısından ayrılmadan önce, din görevlileri tarafından “kapı duası” denilen dualar okunur. Cenazenin defni çoğunlukla öğlen namazına müteakip olur. Alevi köylerinde cenaze namazı camilerde değil cem evinde kılınır. Kılınan cenaze namazından sonra (eskiden ve hala kimi yerlerde cenazeye katılanlara “ıskat” denilen miktarı günün şartlarına göre ayarlanan parayla bir adet ekmek verilir) cenaze omuzlar üzerine alınarak defnedilecek mezarlığa götürülür. Ölüyü kabire yakınları koyarlar ve mezar üzerine sırasıyla toprak atarlar. Mevta kadın ise ölüyü mahremi (oğlu, kardeşi, kocası) kabre indirir. Çepniler cenazeler defnedilirken ağıtlar dillendirirler. Defin işlemi bittikten sonra mezar başında bir saat civarında dua edilir ve Kur’an okunur. Böylece defin işlemi sona erer.
Görele yöresine yerleşen Çepniler’in cenaze törenlerinde davul-zurna çalmak, silah atmak ve topluca yemek yemek âdeti yakın zamanlara kadar gelmiştir (Bilir, 2007: 34).
Bazı köylerde telkin inancı ve buna bağlı uygulamalar gözlenmektedir. Telkin olayında cenaze defnedildikten sonra hoca mezarlıkta kalır ve ölüyü çeşitli konularda bilgilendirir. Ölüye anne, babasının adını, dini, peygamberinin adını hatırlatır. Bu şekilde sorgucu meleklerin soracağı sorulara son bir hazırlık yapılmış olur.
Cenaze evinde yemek pişirilmez. Yemeği komşular getirir. Cenazenin defninden sonraki ilk Cuma günü mevlit okutmak yaygın bir gelenektir. Mevlitler camide okunur ve camiye gelenlere mevlit şekeri dağıtılır.
Iskat / Devir: Ölenin kılamadığı namazlara, tutamadığı oruçlara bir kefaret olsun diye yoksul bir kimseye para verilir. Bu uygulamaya ıskat denir.