İnanç Yapısı
Rize’de günlük hayatı ve inanç yapısını belirleyen baskın unsur İslam inancıdır. Bununla birlikte gündelik hayatın hemen her alanında çeşitli batıl inanç örneklerine de rastlanmaktadır. Halk inançları tamamen dinî olmadıkları gibi tamamen din dışı da değildirler.
Rizeliler dinî değerlere inanma bakımından muhafazakâr insanlardır. Camilerin ve Kur’an kurslarının yaygın şekilde görüldüğü Rize, ibadetine bağlı bir şehir görünümündedir. Rize ilinde insanlar namaz dışında oruç, hac, zekât gibi ibadetlere de önem vermektedirler. Ramazan aylarında Rize ili genelinde gündüzleri yeme-içme hizmeti veren mekân sayısı çok azdır.
Tespit Edilmiş Çeşitli İnanışlar ve Uygulamalar
Cin ve perilere inanılan yörede genelde kadınlar olmak üzere bazı insanların “perili” olduğuna inanılır. Bu inanç rastgele oluşmaz. Çeşitli hünerler gösteren kişilere yapılan bir yakıştırmadır bu. Perili olduğuna inanılan kadınlar fal bakar, şifacılık yaparlar. Bu kadınlar geleceğe yönelik sorulara cevap verirler. Bütün bu bilgileri perilerden aldıklarına inanılır.
Çocuğu olmayan kadınlar, gece altını ıslatan çocuklar, herhangi bir şeyden korkmuş insanlar, nazardan şikâyeti olanlar için ve başka pek çok konuda muska yazan hocalara müracaat edilirdi. Hoca ya muska yazar ya da hastayı okuyarak iyileştirmeye çalışırdı.
Anata kolefisi: Genç kızlar tarafından yapılan bir uygulamadır. Yedi ayrı evden tuz ve un alınır. Yedi ayrı pınardan su alınır ve yine yedi ayrı yerden odun toplanır. Kızların en büyüğü ya da en küçüğü, tekneye arkası dönük olacak şekilde hiç konuşmadan hamuru yoğurur. Diğer kızlar hamurun tuz ve su gibi malzemelerinin ilavesi için ona yardım ederler. Hazırlanan hamur pilekide pişirilir. Pişen koleti kızlar arasında pay edilir. Yatmadan önce niyetler tutulup koletiler yenir. Tutulan niyetler evlenecekleri erkeği rüyalarında görmeleri içindir. Sabah uyandıklarında kızlar toplanıp gördükleri rüyaları birbirlerine anlatırlar.
Çeşitli İnanışlar
Alnı açık insanların zengin olacağı söylenir.
Gözde çıkan arpacık da zenginlik işareti olarak telakki edilir.
Kedinin yalandığı sütü içenin şair olacağına inanılır.
Kedinin artığı olan ekmeği yiyen çocuğun sesi güzel olur diye inanılır.
Yere dökülen tuz tanelerinin üzerine basan kişinin gözlerinin kör olacağı söylenir.
Ayağının altı kaşınan kişinin bir yere gideceğine, kendisine yol göründüğüne inanılır.
Kulak içi kaşınınca yağmur yağacağına inanılır.
Elinin içi kaşınan kişiye para geleceğine inanılır.
Gözü seğiren kişinin iyi haber alacağına inanılır.
Sağ burun deliği kaşınan kişinin iyi, sol burun deliği kaşınanın kötü şekilde anıldığına inanılır.
Bıçak ve makas gibi keskin metal nesneler elden teslim alınmaz. Özellikle gelin - kaynana arasında buna dikkat edilir. Aksi halde aralarının bozulacağına inanılır.
El süpürgesiyle bir yer süpürülürken, süpürge birisine değerse, o kişinin hasta olabileceği düşünülür. Bu durumu ortadan kaldırmak için, süpürgeye hafifçe tükürülür.
Yerler bir kişinin üzerine doğru süpürülmez. Çünkü süpürülen yöndeki kişinin yakınına kötülük geleceğine inanılır.
Kapı eşiğinde oturmak iyi sayılmaz, uğursuzluk getireceğine inanılır.
Giysiyi ters giyinenin işi ters gider diye inanılır.
Göğüs üzerinde kollarını bağlayan kişinin kısmetinin kapanacağına inanılır.
Çenesinde iki boğum olanların iki defa evleneceğine inanılır.
Kazan veya tencerenin dibini kazıyanın düğününde kar yağacağına inanılır.
Erkek evinde düğün arifesinde yere çivi çakılması, ipe düğüm atılması, herhangi bir kilidin kapatılması uğursuz sayılır. Bu gibi uygulamaların erkeği bağlayacağına inanılır.
Değirmeni süpürenin erkek çocuğu olmayacağına inanılır.
Eşi hamile iken yılan öldüren veya kurbanın başını kesenin, doğan çocuğunun gözleri şaşı olur diye inanılır.
Hamilelerde bebek göbek hizasındaysa erkek, göbekten aşağıdaysa kız olacak diye inanılır.
Hamile kadına belli etmeden başına tuz atılır. Sonra beklenir; kadın eğer boynunu veya başını kaşırsa erkek, belden aşağısını kaşırsa kız doğuracağına inanılır.
Mutfaktaki sahanlardan birinin içine makas, bir diğerinin içine bıçak konur ve sahanların üzeri kapatılır. Hamile kadın bu sahanlardan hangisinin kapağını açarsa ona göre tahminde bulunulur. Makas kız, bıçak erkek çocuğa alamet kabul edilir.
Minerlerden birinin altına makas, diğerinin altına bıçak konur. Hamile kadın hangi minderin üzerine oturduğuna göre doğacak çocuğun cinsiyeti tahmin edilir.
Üzerine oturulan minderlerden birinin altına yük ipi konur. Hamile kadın eğer altında ip olan mindere oturursa kızı olacağı tahmin edilir.
Hamile kadın bahçede yılan görürse erkek çocuğu olacağına inanılır.
Hamile ölmüş insana bakarsa çocuğun renginin cansız, sarı olacağına inanılır.
Hamile kadın, vücudunda bir yere karaciğer ciğer kanı sürerse, doğan bebeğin orasında leke/ben olur.
Hamile kadının yemek yerken önüne dökülen ekmek kırıntılarını toplayıp yemesi durumunda çocuğunun güzel olacağı söylenir.
Vakti geldiği halde doğurmayan kadınlar için manda eti ya da sütü içmiştir denir. Manda ürünü yiyecekleri çok fazla tüketen kadınların geç doğum yaptığına inanılır.
Sancısı çok ağır olan zorlu doğumlarda hamile kadının kulağına doğru ezan ve sala okunursa doğumun kolaylaşacağına inanılır.
Bebeğin göbek bağı uzun kesilirse sesinin güzel olacağına inanılır.
Bebeğin eşi asla olur olmaz yerlere atılmaz. Böyle yapılırsa bebeği cin çarpar. Bebeğin eşi, genelde evin erkeği tarafından saçak altlarından uzak bir yere dua okunarak gömülür.
Yeni doğan bebeğin dudaklarına ve yüzüne bal sürülürse tatlı dilli ve güzel ahlaklı olacağına inanılır.
Bebeğin ilk yıkanacağı suya biraz tuz atılır ki derisi sağlam olsun ve ter kokmasın.
Yeni doğan bebeğin ve yeni evlilerin yıkandıkları su dışarıya dökülmez.
Eskiden lohusayı albasmasın diye yalnız başına uyutmazlardı. Albastının yakaladığı lohusanın eğer uyursa bir daha uyanamayacağına inanılır.
Lohusanın bulunduğu eve ikindi vaktinden sonra gelenlerin arınma amacıyla, ellerini ateşe veya sıcağa tutmaları istenir. Aksi halde bu kişileri gören lohusa veya bebeği basılabilir.
Albasmasına karşı lohusayı ve bebeği korumak için odada Kur’an bulundurulur. Demir eşyalar da yine koruyucu olarak kullanılır; lohusanın yatağının altına çift sürülen demir, beşiğin altına da tabanca konulur. Basılmaya karşı bir korunma olmak üzere lohusanın ve bebeğin yakasına çengelli iğne takmak da yine demirin koruyucu olarak kullanıldığı örneklerdir.
İki lohusa kadın veya kırklı iki yeni gelin aynı evde karşılaştıkları vakit, birbirlerini basmamaları için bir tepsiye su konur. Tepsi evin giriş kapısı üzerine koyularak taraflar, biri içeride diğeri dışarıda olmak üzere bu tepsiden su içerler.
Yoldan cenaze geçeceği zaman, lohusa ve yeni doğan eğer yoldan aşağıdaysalar üzerlerinde baskınlık, halsizlik olacağı endişesiyle lohusa ve bebeği, cenaze geçene kadar yolun üst tarafında durur (ev yol hizasındaysa, üst kata çıkabilir).
Bebek kırkı dolmadan evden çıkarılacaksa nazar ve cinlerden korunması için kundağına üç parça kömür konur.
Bebek yürümeye başlayınca, yağ ve bal karışımı ekmek yapılır. Çocuğun dizine vurularak kırılır. Bu sayede çocuğun kas yapısının güçlü olacağına inanılır.
Masa üzerine Kur’an, bıçak, silah, para, keser vs. eşyalar konur. Çocuk bunlardan hangisine yönelirse ileride yapacağı mesleğin işareti sayılır.
Dişi yeni çıkan çocuk için koliva pişirilerek mahalleye dağıtılır. Bu uygulama Kumuk Türklerinde de vardır (onlar kolivaya “holo” der).
Süpürge ile çocuk dövülmez, eğer dövülürse çocuğun büyümeyeceğine inanılır.
Evde ıslık çalınmaz, ıslık sesinin şeytanı çağırdığına inanılır.
Boş beşik sallanmaz, sallanırsa çocuğun karnı ağrır diye inanılır.
Çocuğun üzerinden geçilirse boyunun uzamayacağına inanılır. Bu nedenle hareket geri alınır; ters adımlarla çocuğun üzerinden geri gidilir.
Yeni ve temiz elbise giyinen çocuğun önünde, nazardan korunsun diye “tüh tüh” denilerek tükürülür.
Küçükken eline kına yakılan erkeğin, büyüyünce elinde tüfek patlayacağına inanılır.
Evden sağ ayakla çıkmak gerekir. İnanışa göre önce sol ayakkabısı giyinen kişinin günü uğursuz geçer.
Sabah, işine gitmek üzere evinden çıkan erkek yolda evvela bir kadına rastlarsa ya yolunu değiştirir ya da evine geri dönermiş. Bunun nedeni de kadına rastgelenin işinin ters gideceği inancıdır.
Çayın üstüne çay çöpü çıkarsa eve misafir geleceğine inanılır.
Misafirin çabuk kalkması isteniyorsa oturduğu yere tuz atılır, serpilir.
Evden ayrılan misafirin, yolcunun arkasından ev süpürülürse, çöpler dışarıya atılmaz. Çöpler dışarıya atılırsa gidenin başına aksilik geleceğine inanılır.
Hz. Hızır’ın dilenci kılığında köyleri gezdiğine inanılır. Bu nedenle köylerde kapıya kadar gelen dilenciler boş geri çevrilmez.
Sabah ve akşam saatlerinde evin yakınlarında ötücü kuş sesi duymak iyiye yorulur: “dilin uğurlu kuşum” veya “ağzına şeker kuşum” denir, kuş sesinin güzel haberlere vesile olması dilenir.
Horozun vakitsiz ötmesi uğursuzluk sayılır.
Baykuş ötüşü uğursuzluğa, kötü habere işaret sayılır.
Kargaların bağırışları acı haber getirir.
Pardi (dişi çakal) uluyan evden cenaze çıkacağına inanılır.
Ölenin bulunduğu oda aydınlık tutulur.
Cenaze evden çıkarılırken ardından su dökülür.
Ölenin ayakkabıları o gün birine verilir.
Ateşe ve akan suya kötü söz söylenmez. Ateşe tükürmenin veya işemenin günah olduğuna inanılır.
Hava karardıktan sonra evden dışarıya, özellikle su olmak üzere bir şey atılmaz. Bunun nedeni hava karardıktan sonra saçak altlarına cinlerin sofra kurdukları inancıdır. Dışarıya atılan şeylerden rahatsız olan cinlerin o kişiye musallat olacağından korkulur. Bir şey atmak zorunlu ise, besmele çekilerek tedbir alınır.
Geceleri tırnak kesmenin uğursuzluk getireceğine inanılır.
Gökkuşağının altından geçenlerin dileklerinin gerçekleşeceğine inanılır.
Yıldızlar parmakla sayılmaz. Bunu yapanın elinde siğil çıkacağına inanılır.
Gök gürlemesinin Hz. Ali’nin savaş narasının yankısı olduğuna inanılır. Şimşeğin ise yine Hz. Ali’nin kılıcının hızından oluştuğu söylenir.
Kedi, ayağıyla başını kaşırsa hava açar diye inanılır.
Kedinin patilerini yalayıp ateşe bakarsa o yıl çok fazla kar yağacağına inanılır.
Kişinin gözleri bir yere dalarsa havanın bozacağına inanılır.
Yağmur yağsın diye akarsu kenarlarındaki kızılağaçların dalları eğilip suya sokulur. Dalların üzerine taş koyularak su içinde durmaları sağlanır. Bu uygulamanın yağmur getireceğine inanılır.
Yerel takvimde yılın son haftası ve yeni yılın ilk haftasında köy yerlerinde dışarısı pek tekin sayılmaz. Yılın bu döneminde Koncala veya Karakoncala denilen hayali bir yaratığın dışarıda dolaştığına inanılır. Koncala denilen bu günlerde gece vakitleri dışarıda durulmaz.
Yerel takvimde yılın ilk gününde (13 Ocak), sabah erkenden kalkıp henüz eve kimse gelmeden dışarıdan bir güğüm su alınır. Bu su eviçinin duvarlarına, köşelerine serpilir. Bu sayede eve yıl boyunca bolluk ve bereket geleceğine inanılır.
Küçük ayda (Şubat) yapılan evlilik iyi tutulmaz.
Abril (Nisan) ayının ilk yağmuruyla yıkanan saçların gürleşeceğine inanılır.
Mayıs ayının ilk yağmuruyla mayalanan sütün tutacağına, yoğurt olacağına inanılır.
Yeni ayda fasulye, patates tohumu dikilmez. Yoksa tohum böceklenir.
Cuma ve cenaze günleri çamaşır yıkanmaz.
Mezarlığı parmakla işaret etmek uğursuz sayılır. Mezarlığı işaret edecek kişi önce işaret parmağını ağzına götürülüp ıslatmalıdır. Aksi halde işaret parmağının çürüyeceğine inanılır.
Bayram arifelerinde evin için çevresi süpürülüp temizlenir. Evlerde Kur’an-ı Kerim okunur. Akşamları helva pişirilir. Kadınlar beyaz tülbent örtünürler. İnanışa göre arife gecelerinde ölmüşlerin ruhları evleri ziyaret eder. Beyaz örtü, görmeleri kolaylaştırır, helva kokusu onları memnun eder. Geride bıraktıkları ocağın tütmekte olduğunu, evde Kur’an seslerinin eksik edilmediğini görüp memnun şekilde ayrılırlar evden.
Dut ağacının kutsiyeti vardır. Minare bulunmayan bir yerde müezzin, elini dut ağacına dayayarak ezan okur.
Doğa Üstü Varlıklarla İlgili İnanışlar
Yörede Cin ve Periler dışında Tavara, Davara, Cazi, Obur, Koncola, Karakoncola gibi adlarla anılan pek çok hayali varlıktan söz edilir. Günümüzde bu varlıklarla ilgili anlatılara rastlamak güç olsa da sözlü kültür ürünlerinde bunlarla ilgili hikâyeler mevcuttur.
Karabasan olarak bilinen vakıaya sebep olarak Tavara/Davara gösterilir. Ağırbasan da denilen bu varlıklar, uyuyan kişinin ağzını ve burnunu kapatarak nefes almalarını zorlaştırırlar. Bundan kurtulmak için ters sözler söylenir; gitmesi istendiği için “gitme kal” denir.
Cazi genellikle yeni doğan bebeklerin ciğerini söküp almak isteyen yaşlı ve çirkin kadın şeklinde tasvir edilir. Cazi denen varlığın bir parmak uzunluğunda kuyrukları olduğuna inanılır.
Obur, hayattayken insanlara kötülük yapmış kişileri öldüklerinde toprak kabul etmez ve onlar obur şeklinde mezarlardan çıkıp diriyken yaşadıkları yerlerde görülen varlıklardır. Obur gördüğüne inana kişi üç defa “Urum eline” derse, güneş doğana kadar oburun mezarına döneceğine inanılır.
Koncola veya Karakoncola iri yapılı ve her tarafı kıllı bir varlık olarak tasvir edilir. Yılın son haftası ve yeni yılın ilk haftasında ıssız tenha yerlerde insanlara görünür. “Kara” sözcüğünü sevmediği için onunla karşılaşanlar “kara” sözcüğünün geçtiği cümleler kurarak ondan kurtulurlar.
Rize’de bazı yörelerde evlerin temelinde evi koruyan bir yılan bulunduğuna inanılır. Evin koruyucu olan bu yılan, zararlı yılanların eve girmesine engel olurlar. Bir tür kör yılan olan “angona” da yine bazı yörelerde ev iyesi olarak kabul edilir.
Ziyaret Yerleri
Hasan Dede Türbesi: Güzel ahlakı, örnek hareketleri ve kerametleri ile tanınan Hasan Dede’nin türbesi Rize Ardeşen’de, Seslikaya köyündedir. Seslikaya Köyü’nde doğmuş, hayatı burada geçmiştir. Mesleği demircilik olan Hasan Usta’nın lakabı da Timurci’dir. Hasan Dede, Hasan Usta diye de bilinir. 1845 yılında vefat ettiği bilinmektedir. Türbesi, vasiyeti üzerine vefatından yedi yıl sonra cesedinin bozulmamış olduğu görüldükten sonra yapılmıştır. Türbesinin önündeki kiremitli kabir de oğlu Süleyman Dede’ye aittir.
1840'lı yıllarda Osmanlı askerleri köyden geçmektedir. Köyde bulunan köprü askerin ve mühimmatın dereden geçebilmesi için yeterli değildir. Askerlerin başındaki kumandan köprüyü genişletmek için ağaçlar kestirir. Askerler büyük ağaç gövdelerini derenin karşı kıyısına taşıyamaz. Müspet netice alamayan komutan askerlere bağırıp çağırmaya başlar. Tam o sırada Hasan Dede uzaktan asker ve köylüleri görerek yanlarına varır:
- Hele bir nefeslenin, bir de ben yoklayayım, der. Koca koca ağaç kütüklerini tuttuğu gibi birer birer hiç zorlanmadan derenin karşı tarafına uzatır. Köprüyü elleriyle kuruverir.
Hasan Dede’nin vefatıyla ilgili şöyle bir rivayet vardır: 1845 yılında, vefatı üzerine Hasan Dede için mezar kazılırken, çok fazla yağmur yağmış adeta gök yarılmış, her tarafı sel alıp götürmüştür. Böyle bir fırtınada ne mezar kazan ıslanmış ne de mezara bir damla yağmur düşmüştür.
Hasan Dede’nin vefatından sonra mezarlığa yakın evlerden birinde düğün hazırlığı yapılır. Gelin tarafı, erkek evinde sabaha kadar tulum çalınıp horon oynanmasını şart koşar. Türbe yakınında çalgı ve horon oynamaktan çekinen erkek tarafı ne yapacağını bilemeyip hocaya danışırlar. Hoca; düğünden vazgeçilmez, siz günahı vebali onların başına deyip denileni yapın, der. Gelin tarafının isteği olur, erkek evinde sabaha kadar tulum çalınır, horonlar oynanır. Gelin tarafı köylerine döndüklerinde evlerinin yanıp kül olduğunu görürler.
Türbeyi ziyaret edenler adak tutup, dualar ederler. Dileği gerçekleşenler daha sonra tekara ziyarete gelip burada kurban keser, adağını yerine getirir. Hasan Dede Türbesi ve Hasan Dede’nin kerametleriyle ilgili çeşitli rivayetler vardır. Tafsilat için bu adrese bakılabilir (http://biriz.biz/rize/RizeEvliyalari.htm, Mirazlı Saral, 2006: 233; Çal, 2017).
Mehmed Ali Efendi Türbesi:
Mehmed Ali Efendi Veliköy’de doğmuştur (doğum tarihi 1830 veya 1844’tür). Halveti tarikatına bağlı Ankaravî Ahmed Efendi’ye intisap etmiş, Ahmed Efendi’den aldığı icazetle irşada başlamıştır. 1925 (veya 1923) yılında vefat etmiş olan Mehmed Ali Efendi’nin vefatından bir süre sonra mezarının bulunduğu yere türbe inşa edilmiştir. Türbenin yanındaki hazirede Mehmed Ali Efendi’nin ailesi metfundur.
Türbenin ziyaretçileri, türbe yakınlarındaki çeşme suyunun şifalı oladuğuna inanır ve türbe ziyaretlerinde çeşmeden su alırlar. Türbe ziyaretine gelenler yanlarındaki tespih, eşarp gibi bir eşyayı buraya bırakarak türbeden ayrılırlar (Çal, 2017).
Süleyman Dede Türbesi: Ardeşen ilçesinde Seslikaya Köyü’ndedir. Şeyh Hasan Usta’nın diğer ismiyle Hasan Dede’nin oğludur. 1833 yılında doğduğu ve 1890 yılında vefat ettiği bilinmektedir.
Türbenin baş ve ayak kısmında, içerisinde toprak bulunan iki tane oyuk bulunmaktadır. Oyuklardaki toprağın Mekke’den getirlidiği rivayet edilir. Türbe ziyaretine gelenlerin hastalıklara şifa amacıyla buradaki topraktan aldıkları ve bu toprağı şifa umuduyla suya katarak içtikleri söylenmektedir.
Şehit Paşa Türbesi: İçerisi sürekli aydınlık tutulan türbe yi ziyaret edenler namaz kılıp dua ederek türbeden ayrılırlar. Türbe daha ziyade bayramlarda ve kandil yakılan günlerde ziyaret edilmektedir. Türbeye badak, şişe ve bidonla su bırakılmaktadır. Türbe içerisinde birkaç gün kalan bu suların türbede medfun zat tarafından okunmuş ve dolayısıyla şifa veren niteliğe kavuşmuş olduğuna inanılır. Sudan başka tuz ve şeker de bırakılmaktadır.
Çamlıhemşin’e bağlı Yaylaköy yakınlarındaki “Şehitler Mezarı” çocuk, kısmet açma gibi dileklerle de ziyaret edilir.