RİZE HALK KÜLTÜRÜ

Törenler

Geleneğin etkisi halk kültürünün her unsurunda olduğu evlilik hazırlıkları ve düğünlerde de azalmaktadır. Yakın geçmişe kadar evlilikler aile büyüklerinin seçimi ve kararıyla gerçekleşirdi. Günümüzde eş seçimi ve evlilik kararı büyüklerde değil evlenecek olanlara geçmiştir. Günümüzde geleneksel düğün törenleri de neredeyse ortadan kalkmış durumdadır. Köy düğünleri artık tamamen terk edilmiş, hemen bütün düğünler şehir ve ilçe merkezlerindeki salonlarda, 3-4 saatle sınırlanmıştır. Salon düğünlerinde kemençe ve/veya tulum eşliğinde oynanan horon dışında geleneksel düğünlere ait başka bir motif görülmemektedir. Dolayısıyla yöredeki geleneksel düğün hazırlıkları ve düğün merasimi artık hatıralarda kalmıştır.

Evlenme Hazırlıkları

Rize ilinde evlilikler genellikle yakın çevre içerisinden görücüler aracılığıyla olurdu. Gelin seçimine çok önem verilir. Gelin adayı kızla ilgili araştırma yapılır. Kızın ailesi, soyu araştırılır. Gelin adayı kızı isteyen başka aileler var mı, kızın evlenmemiş bir ablası var mı, kızın bir sevdiği var mı gibi sorulara cevap aranır. Bu gibi konular önemsendiği için evlilikler birbirlerini tanıyan, bilen aileler arasında daha çok gerçekleşir. Köy yerleşimlerinde aileler birbirlerini tanır ve bilirler, dolayısıyla köy sınırları içindeki herkes yakın çevredir. Ulaşım ve iletişim imkânlarının günümüzdeki kadar çeşitli ve yaygın olmadığı dönemlerde yakın çevre adeta zorunluluk idi. Yakın çevrenin tercih edilmesindeki bir diğer sebep, evlenilecek kişinin gelin olacağı aileye uyum sağlayabilmesidir. Gelin adayı yakın çevrede aranır çünkü yaşanılan çevrenin arazi şartlarını ve kültür ortamını bilen, tanıyan kişiler uyum sorunu yaşamadan, karşılaşacağı işlerin üstesinden gelebilirler: Yaz aylarında yaylacılık yapan bir aile, yayla kültürünü bilmeyen birini gelin etmek istemeyebilir. Hemen bütün toprak işleri kadınların üzerinde olduğu için, bu işleri yapabilecek bir gelin bulmak çok önemlidir. Kız tarafı da oğlanı araştırırken malı ve mülkünü sorardı. Geçmiş yıllarda oğlan tarafının çok malı, arazisi olması zenginlik olarak kabul görürdü. Günümüzde çok mal ve arazi iş külfeti olarak görülüp kız tarafının tercih etmediği bir durumdur. Mal ve miras paylaşımına yönelik kaygılar eş seçiminde de kendini gösterir. Kültür olarak ailelerin birbirlerine denk olması da eş seçiminde önemlidir. Bu saydığımız koşullar dikkate alınarak yakın çevrede gelin arayan aileler uygun bir aday bulunamadığı durumlarda uzak çevreden gelin ararlardı.

Beşik kertmesi günümüzde görülen bir uygulama değildir. Yaygın ve de bağlayıcı olmamakla birlikte eski zamanlarda yakın akraba ve komşu çocukları arasında beşik kertmesi uygulaması görülürdü.

Eski zamanlarda gençlerin birbirlerini görüp beğenmesi ve tanışabilmesi için bugün olduğu kadar çok imkân yoktu. Tanışabilmeleri düğünler, bayramlar, yayla eğlenceleri ve eğratlıklar (imece) gibi ortamlarda mümkün olabiliyordu. Mesela bir erkek horon halkasında beğendiği kızın yanında horona katılır. Kız rahatsız olup halkadan ayrılmazsa sevdalık yolunda ilk adım atılmış olur. Yayla eğlencelerinde veya eğratlıklarda beğendiği kıza mâni ya da türküyle niyetini belli ederdi. Sevdalılar bu gibi eğratlık, düğün ve bayramları birbirlerini görebilmek için iple çekerlerdi. Erkekler sevdası olan kıza başkasını yaklaştırmaz, sevdası olan kıza da başka erkekler yaklaşmazdı. Kız bir eşyasını, mendilini veya yazmasını erkeğe vermişse bunlar artık sözlü sayılırdı. Sevdalılar ille de evlenecek demek değildi. Kızı bin kişi ister, biri alır. Kız için uygun talipli çıkarsa anne, baba kızı evlendirirdi. Sevdalıların bu durumda kaçmak dışında yapabileceği fazla bir şeyleri yoktu.

Sevdalısı olup da ailesi tarafından sevdiğine verilmeyen kızlar sevdiğine kaçardı. Halk dilinde bu duruma “uyma gitti, kız uydu” yahut kız “peşe gitti” denirdi. Kızın gönlü olmadan kaçırılması ise farklı bir hadisedir. Buna da “kız kaçırma, kız çekme” denir.

Kız kaçırma ve kızın erkeğin peşine gitmesi, evlenme yöntemi olarak yörede karşımıza çıkmaktadır. Eğer kız-erkek birbirini seviyor fakat aileleri evlenmelerine izin vermiyor ya da maddi koşullar düğüne engel teşkil ediyorsa “kaçırma” olayı gündeme gelirdi. Kız kaçırma olayı pek çok nedenle gerçekleşebilir; Evlenmek isteyen gençlerin aileleri arasında geçmiş yıllara dayanan bir husumet, evlenmelerine mani olabilir, ailelerin sosyal ve kültürel durumları birbirlerine denk olmayabilir, bir tarafın ailesi evladının başka biriyle evlenmesini istiyor olabilir. Bu saydığımız nedenler evlenmek isteyen kız ve erkeğin birbirlerinden razı olduğu durumlarla ilgilidir. Bu örneklerden başka kızın rızası olmadan zorla kaçırılıp istemediği bir aileye gelin edildiği durumlar da yaşanmıştır. Kaçırma olaylarından sonra aileler arasında husumet yaşansa da bu çok uzun sürmez. Belli bir süre sonra taraflar muhakkak barışır aileler arası ilişkiler normale döner.

Kız İsteme

Gelin adayı kız belirlendikten sonra elçi seçilen kişiler kız tarafına haber verir. Elçiler evlilik süreciyle ilgili olarak aileler arasında ilk teması kurmuş olurlar. Elçilik görevi genelde her iki ailenin de tanıdığı yaşça büyük kadınlar tarafından yapılır. Elçiler ilk teması kurduktan sonra kız istemeye gidilir. Kız isteme günü “ara kesme” olarak da tabir edilir.

Kız istemeye gitmeden önce kız tarafına haber verilir. Her iki taraf hazırlıklarını yaptıktan sonra erkek tarafından temsilciler kız tarafına giderler. Kız istemeye giden elçiler ceketlerini ve çoraplarını ters giyinirler. Elçiliğe gittiklerini belli etmek için böyle yaparlar. Bu görüşmede kız ve erkek babası konuşmaz. Onların yerine her iki tarafın vekilleri konuşur. Bir süre sohbet edildikten sonra ziyaret sebebi izah edilir. Bu noktada taraflar arasında naz ve ikram alışverişi gerçekleşebilir. Kız tarafı teklifi uygun görürse, takı, kıyafet ve çeyiz üzerine konuşulur. Eski zamanlarda başlık parası da istenirdi, ancak bu uygulama günümüzde artık yoktur. Başlık parasına eskiler yeği / yeği derlerdi. Yemeğe geçildiğinde hayır duaları edilir. Bu yemek ve dualar artık taraflar arasında söz kesildi manasına gelir. Konuklar dışarıya çıkıp silah atarak müjdeyi duyururlar.

Taraflar arasında söz kesilip evlenecek olan kız ve erkeğe söz yüzüğü takılması durumunda kız ve erkek artık nişanlı sayılırlar. Nişan daha çok camilerde, erkekler arasında sohbet ve tebrikle sınırlı olur. Nişanın duyurulması, kıza başkalarının talip olmasını engellemektir. Nişan, evliliğin belgesi gibidir. Nişanlılık süresi uzun tutulmaz, ancak sair sebeplerle birkaç yıl sürebilir. Bu süre zarfında düğün hazırlıkları yapılır. Nişan olarak kıza yüzük, küpe, bilezik, kolye, elbiselik, ayakkabı, tuvalet takımı vs. hediyeler verilir. Nişan bozulursa bunlar aynen iade edilir. Nişanın bozulması istenmeyen, kötü sayılan bir durumdur. Nişanı bozulan bir kızın evlenmesi güçleşir.

Düğün Hazırlıkları

Söz kesiminden kısa bir süre sonra giysi ve takımlar için çarşıya çıkılır. Genel olarak yatak odası takımını kız tarafı, düğün giderlerini erkek tarafı karşılar. Güvey evi tarafından hazırlanan sandık, düğün evinin haftasında kız evine gönderilir. Sandığın içinde gelin tacı, beşibirlik, bilezik, yüzük ve benzeri takılar, giysiler, terlik, papuç, gelinin yakınları için bohçalar bulunur. Gelin tarafının hazırladığı yatak, yorgan, ayna, dolap gibi diğer eşyalar da düğünden birkaç gün önce erkek evine gönderilir. Gelin tarafının erkek evine gönderdiği bohça geleneği günümüzde de devam etmektedir. Erkek evinde gelinin odasını kız tarafı hazırlar. Bu hazırlığa oda donatmak denir. Eskiden, gelinin ihtiyacı olan gelinlik, elbise ve takıların alınması için düğünden 1 ay kadar önce elbise kesmeye gidilirdi. Alınan kumaşlar terziye verilir ve isteğe göre elbise diktirilirdi.

Düğün günü davetlilere, ziyaret edilerek bildirilir. Bu ziyaretlere lokum ve kurabiye gibi hediyelerle gidilir.

Kına Gecesi

Kına gecesi, düğünden önceki akşam kız evinde yapılır. Bazı köylerde kınayı gelin evine damat tarafı gönderir. Aynı gece bazı yörelerde erkek evinde “koç akşamı” eğlencesi yapılırdı. Bu geceye damadın yakın akrabaları koç veya teke getirirlerdi. Bu geceye koçla geldikleri için koç akşamı denir (Renkli Kültürü ve Doğasıyla Ardeşen: 185).

Kına geceleri eğlencelerle dolu geçer. Kına gecesi, gelin olacak kızı ağlatmakla sınırlı değildir. Köyde yapılan kına akşamı, “tilki” diye adlandırılan koyunun kız evinde kapıdan içeriye atılmasıyla başlar. Tilkinin kapıdan dışarıda kalan ipini kız evinden biri keserek ahıra bağlar. Tilkinin ipi elinde kalan erkek tarafı yenildiklerini anlayınca çok kızar fakat durumu belli etmez. Kimisi tilkiyi almayı başarır. Çünkü eski konaklarda evlerin içinden ahıra inen “kepenk” denilen bir yol daha vardır (Solak: 30).

Düğün

Düğünler yaz aylarında yapılırdı. Düğün günü için ayın tekli günleri tercih edilmezdi. Cuma günü diğer günlerden daha hayırlı ve bereketli kabul edilir ve düğün için tercih edilirdi. Eski düğünlerde erkek tarafı kız evine gelini almaya kalabalık bir gurup halinde giderdi. Bu gurupta 50 kadar kişi yer alırdı. Eski zamanlarda gelini almaya atla gidilirdi. Gelin, erkek evine at sırtında giderdi. Düğüncüler sabah erken saatlerde yola çıkarlardı. Yol boyunca kemençe, tulum çalınır, horonlar oynanır silahlar patlatılırdı. Bu sırada gelin evinde yemekler hazırlanır. Düğün yemeğinde mutlaka et, pilav, baklava olurdu. Bunun yanında başka yemekler de yapılırdı. Düğüncüler gelin evinde ikramlarla karşılanırdı. Gelin evinde gelenlere ikram edilen lokumu damada ilk ulaştıran kişiye müjdeci denir. Müjdeci, damat tarafında para ya da bir tepsi baklavayla ödüllendirilirdi. Gelin evinde davetlilere verilen yemekte kadınların sofrasına davet edilen damadın masadaki tavuğu kadınlardan kaçırabilmesi maharet sayılırdı, kadınlar sofrada ellerinde çatal bıçakla hazır beklerlerdi. Bu sırada; “gelir mola, gelmez mola, damat gelsin heyamola” tekerlemesini söylerlerdi (Yazıcı, 1984: 65).

Geline rehberlik etmek üzere yanında bir kadın bulunur. Refakatçi bu kadına yenge denir. Gelinin rehberlik edip ihtiyaçlarını karşılayan yenge düğün boyunca gelinin yanından ayrılmaz. Gelinin saçları taranır, önde perçem bırakılır diğer kısımlar örülürdü. Saçları gümüş simlerle süslenirdi. Gelinin yanaklarına allık, gözlerine kömür karası sürülürdü. Gelin kıyafeti Rize’de çeşitlidir. Rize merkeze bağlı bazı köylerde eskiden gelinler pembe elbise giyinip başlarına da sarı liralarla süslü fes takarlardı. Çayeli’nde bazı köylerde ise gelinlik olarak "Krepdüşen" isimli elbiselik kumaş-derem kuşak ve duvak yerine de "Silecek" denilen ipek başörtüsü alınırdı. Çamlıhemşin’de "erham" diye tabir edilen gelinlik elbisesini giyerdi. Ayrıca "kutnu" denilen renkli giysiyi de giyerdi. Hemşin yöremizde gelin kadife foga giyerdi. Başına da "İran Şalı" diye tabir edilen bir örtü atardı. İkizdere’nin bazı köylerinde gelinlik niyetine ipekli peştamallar kullanılırdı (Topaloğlu, 2005: 99). Kalkandere ilçemizde ise, gelinlik olarak kara çarşaf ve onun altına gül kırmızı fistan giyilirdi. Gelinle ilgili bütün bu hazırlıklar gelinin yengesi tarafından takip edilir. Gelini evden damadın babası veya büyüğü bir erkek çıkarırdı. Gelin tarafından biri, kapıda yolu kesip bahşiş isterdi. Bahşiş istemeye bahane çoktur; gelin evinden bir erkek çocuk gelinin sandığına oturur ve bahşiş almadan kalkmaz.

Kız evinde gelini erkek tarafına veren kişiye dondacı denir. Dondacı, evin kapısında bir siniyi eniştenin önünde bıçakla kesmeye çalışır. Bıçak kesmiyor diye söylenir, bu yolla enişteden para ister. Enişte el yıkama bahanesiyle yere para bırakarak kalkar. Bıraktığı para kadar para ilave edilerek eniştenin cebine koyulur.

Damadın babası veya yakın bir erkek akrabası kızın bulunduğu oda kapısına gelir. İçeride de kızın en yakın erkek akrabasından biri gelini kapıyı getirir:

“Bu kızın şimdiye kadar olan günahları bana olsun. Bundan sonrakilere size kabul, kendisine yapılabilecek eziyetleri karşılamayı kabul ediyor musunuz?”

“Kabul ediyorum” diyerek gelini teslim alır. O anda geline takı takmak ve kızı teslim edene bir miktar para vermek usuldendir. Gelin evden dışarıya çıkacağı zaman oda kapısının başına bir bıçak saplanır ve kız bu bıçağın altından geçer (Rize Kültür Dergisi, 1958: 37). Gelin evinden en son gelin dışarıya çıkar. Gelin kapıdan çıkarken koltuğuna bir Mushaf (Kur'an-ı Kerim) konurdu. Gelin çıktıktan sonra kapı kapatılır.

Gelini alan erkek tarafı yine silah atarak erkek evine doğru yola koyulurdu. Kafilenin adı artık gelin alayıdır. Yol boyunca gelin alayının yolunu kesip bahşiş isteyenler olur. Bahşiş isteyenler yola ip gerebilir veya harçi denen ince, uzun odun parçalarıyla yolu kesebilir. Bazı yörelerde gelin tarafının erkek evine yaklaştıkça nazlanıp olmadık isteklerde bulunduğu görülür; “hastayız, doktor getirin” veya “biz bu yollarda yürüyemeyiz, yola halı serin” gibi. Bu istekler bir şekilde karşılanarak yola devam edilir. Gelin alayı erkek evine silah atışlarıyla gelir. Evin saçağına doğru atış yapmak ve silah atışlarıyla kiremitleri dökmek de âdettendir.

Erkek evine varıldığında bu defa kız tarafı, kapıyı keserek bahşiş ister. Buna kapılık bahşişi denir. Alaydan ayrılan 2-3 kişi eve girer. Mutfakta sallanan zinciri yakalar ve türkü ile bahşiş ister. Buna “Selim Çekme” denir. Bu kişilere hediye olarak genelde birer çorap verilir. Damadın babası evin ahşap kapısının her iki tarafına bıçak saplardı. Bu hareketin anlamı ise damadın evlilik içinde bağlanmaması içindir. Gelin evden içeriye asma dalına basarak geçirilir. Bunun nedeni uzun ömür içindir. Köylerde asma dalı örneğine benzer değişik uygulamalar görülebilir; gelin kapıdan içeriye adım attığında kaynana, bakır bir tas içindeki bir miktar bozuk para, fındık, pirinç, fasulye, mısır gibi eşyayı gelinin başından aşağı döker. Bütün bunlar bolluk ve bereket içindir. Gelin ve damada tatlı şerbet içirilir, bunun da nedeni birbirlerine karşı tatlı dilli olmaları içindir. Gelin eve girdikten sonra, evliliğin bir ömür boyu olması, sürekli evde kalması için yerdeki ocağın üzerinden üç defa geçirilir. Evdeki kadınlar bu uygulamalara manilerle eşlik ederler. Bir başka batıl inanç örneği de yeni gelinin kucağına oğlan çocuğu oturtmaktır; bundan murad, gelinin ilk çocuğunun erkek olmasıdır. Evin hayat veya ocak kısmı horon için önceden düzenlenirdi. Gelin eve vardığında horonlar oynanırdı. Bu horon fasılları evin içinde başlayıp evin önünde bütün gece devam ederdi. Gelin kapıdan girince gelin odasına alınır ve ayakları yıkanırdı. Bu yıkama işini görümce, görümce yoksa elti veya hâlâ yapardı. Bir leğen ve su dolu bir kalaylı güğümle gelinir ve gelinin ayakları yıkanırdı. Rivayet edildiğine göre gelin çoraplarını çıkarırken çorabın içindeki para leğene düşer ve bu para gelinin ayaklarını yıkayan kişinin olurdu.

Eskiden bir de gelin bakma âdeti vardı. Düğüne davetli veya davetsiz, uzak yakın bütün kadınlar ve kızlar gelin bakmaya gelebilirdi. Gelin bakmaya gelenler bir müddet gelin odasında durur, düğün sahiplerini kutlar ve ayrılırlardı.

Düğün evinde yemeğe oturulduğu sırada gelin tarafı bazı eksikleri bahane ederek yine nazlanmaya başlar. Masada olmayan neyse onu bahane ederek bahşiş isterler. Gönülleri olsun diye pazarlık edilir. Yemek masasındaki bu pazarlığa mangalcılık denir (Solak: 19).

Eğlenceler bittikten sonra imam nikâhı kıyılır. Nikâhta gelin ve damat bulunmaz. Onların yerine vekilleri bulunur. Her iki kişide ailesinin yakınları olur. Nikâhta bulunacakların üzerinde bağlı bir şey olmamasına dikkat edilirdi. Nikâh kıyıldıktan sonra gelinin odasında sofra kurulur. Bu sofradaki yemekler yöreden yöreye değişiklik gösterir. Çoğunlukla baklava ve şerbet bulunur bu sofralarda. Davetliler evden ayrılıp ve evde sadece aile fertleri kalında gelin ve kaynananın da dahil olduğu bir horon halkası kurulur. Aile fertleri hep birlikte kaynana horonu oynarlar. Bu oyun da bittikten sonra gelinle damat yalnız bırakılır. Düğün bu şekilde sonra erer.

Gelin Odası

  1. Gelin karyolası demir ve pirinçten yapılmış olurdu. Yatak çarşafı serili, üzerinde yorgan, yorgan üzerinde melez çarşaf veya feretiko çarşaf, yastık, dantelli yastık kılıfı bulunurdu. Karyola eteği de mutlaka kanaviçe-dantel ile süslü olurdu.
  2. Gelin odasında dar ve uzun bir oturma mobilyası olan seke sedir veya divan bulundurdu. Divan üzerinde halı veya dokuma kilim döşenir, kalın goblen kumaş örtülürdü. Yastıkları ot veya samandan doldurulmuş olurdu.
  3. Bir köşede ceviz sandık bulunur. Sandığın içinde bir veya iki göz felemidi yani göz bulunurdu.
  4. Çeyiz sandığının içinde: 10-15 çarşaf, peşkirler, çemberler, yaşmaklar, mendiller, birkaç top feretiko, merserize iplikle ve yün iplikle dikilmiş çoraplar bulunur. Çeyizde ayrıca namazlık ve tespih de bulunur.
  5. Pencerelerde üç kat perde bulunur. Perdelerin boyu pencere camını az geçerdi. En alttakinde 30 cm kadar dantel, ikincisi keten tül, üçüncüsünde kanatlar bulunurdu.
  6. Varlıklı ailelerin evinde gelin odasında banyo bulunur. Ayrıca odanın bir köşesine bakır leğen, güğüm, gümüş hamam taşı konurdu. Odada gelin için simli, yüksek topuklu özel bir takunya ve terlik de bulunurdu.
  7. Oda, kilim benzeri halı ile döşenirdi. Odanın açıkta kalan, önünde eşya olmayan duvarında geyik resmiyle süslenmiş duvar halısı bulunurdu.
  8. Köşe halısı, duvarda Mushaf kabı ile birlikte Mushaf, iğnedanlık, elbiseler üzerinde de örtü bulunurdu.
  9. Odada bir köşede konsol bulunur. Konsolun üzerinde konsol aynaları, karpuz lambası ve gaz lambası bulunurdu. Gaz lambası duvara da asılabilirdi. Konsolun üzerinde de kenarları dantellerle süslenmiş örtüler bulunurdu.
  10. Elbiselikte: yünlü elbise, kadife elbise, döpiyes elbise, feretiko veya pazen divitin, sabahlık bulunurdu.
  11. Gelin elbisesine pembe, mavi, beyaz renklerde ipekli duvak takılır, duvağa ayrıca gelin teli de takılırdı.
  12. Gelinlik kloş etek, belden kesik, üst beden tamamen oturmuş, alt kol kısmı dar üzeri bol, etek boyu maksi, yakası kapalı olurdu. Yakada dantel mutlaka olurdu.
  13. Gelinin ayakkabıları beyaz olur. Çorapları kalın, koyu ve arkadan dikişlidir. Gelinin bekâr arkadaşları gelin ayakkabısının altına ismini yazarlar. İnanışa göre, bu ayakkabılar eskimeden ismi yazılanlar evlenecektir.
  14. Gelinin takıları: lira küpe, elmas veya pırlanta küpe, kolda inci, hasır bilezik, beşi bir yerde, arpa bilezikten oluşur (Ak ve Çelik, 2011: 10-11).

Düğün gününden bir gün sonra kız tarafından erkek evine bir tepsi baklava gönderilir. Buna “yol açma” denir. Yol açma bahanesiyle erkek evine giden kişi hal hatır sorar, bir sıkıntı olup olmadığını öğrenir.

Düğünden 2-3 gün sonra yine kız evinden bir gurup damadın evine gider. Bu ziyarete de kız bakmaya gitmek denir. Damadın evine gidenler yanlarına mısır unundan yapılmış helva götürürler. Helva siniye koyulur, baklava şeklinde dilimlenir. Helvanın yarısı damadın evinde bırakılır, diğer yarısı baba evine ger, götürülür. Sini olayı denilen bu ziyaretten sonra erkek tarafının ziyaretleri başlar.

Düğünden üç gün sonra gelin, damat ve yakınları kız evine yemeğe çağrılır. Bu davet bazı köylerde yedinci günde yapılır. Davete ev sahipliği yapan evde çeşitli yemekler hazırlanır. Kız tarafının komşuları da bu yemeğe davet edilir. Kız tarafında düzenlenen bu yemeklerde enişteye şakalar yapılır; enişteyi bağlama ve tavana asma şakaları bu yemeklerde gerçekleşir. Damadın arkadaşları, damadı kız evinde oturduğu iskemleye bağlar ve kaynanasından baklava almadan çözmez. Enişteyi tavana asma olayında da maksat yine kaynanadan bahşiş olarak baklava almaktır. Bu enişte bağlama olayları da artık tamamen ortadan kalkmıştır.

Düğünden sonra kızın yengesi 15 gün kızın evinde kalır. Bu süre zarfında gelin olan kız, çeyizinde bulunan kendi ördüğü süveterleri giyinir. 15 gün üstüne bir eğlence daha yapılır. Yeni evli çift kızın babasının evine giderler. Damat burada 1 gece kalır. Kız ise 15 gün burada kalır. Çeyizlerini hazırlar ve yerleşmek üzere kocasının evine gider.

Birkaç gün sonra damat eve gelir. Evde damada çeşitli oyunlar oynanır. Yemekleri tatması istenir. Ayağına çelme takılabilir, başından aşağıya su dökülebilir. Bunun ardından enişteden üç boynuzlu koç isterler. Erkek tarafının düğün başı kim ise o gelir (üç boynuzlu koç olmadığı için) koç değerinde bahşiş öder. Bunun ardından yemek yenir ve eğlencelere devam edilir.

Doğum

Neslin devamı anlamına geldiği için doğum olayı, bütün kültürlerde olduğu gibi bu bölge de, etrafında çeşitli âdet ve uygulamaların yapıldığı törenlerden biridir. Ailelerin beklentisi öncelikle erkek evlat sahibi olmaktır. Bölge genelinde erkek çocuk daha çok istenir. Kız çocuğun büyüyünce kocaya gidecek olması, erkek çocuğun ise baba ocağına sahip çıkıp ocağın tütmesini sağlayacak olması erkek çocuk istenmesinin esas sebebidir. Çocuk beklentisinin yüksek olduğu yörede evliliğin ilk birkaç yılında çocuk sahibi olamayan kadınların “kısır” olabileceği ihtimali dillendirilmeye başlar. Bu nedenle çocuğu olmayan kadınları tedavi etmek için çareler aranır. Bel çektirmek, kurşun döktürmek, hocaya okunmak ve muska yazdırmak bu konuyla ilgili en yaygın tedavilerdir.

Doğumlar eskiden köylerde, ebelerin nezaretinde gerçekleşiyordu. Her köyde doğum konusunda bilgili tecrübeleri ebeler mutlaka bulunurdu. Ebelik yapan kadınlar orta yaşlı ve yaşlıca kadınlardı. Hamile kadının doğum yapacağı zaman yaklaştığında evde doğum için hazırlıklar yapılır: Doğum esnasında ihtiyaç duyulacak havlu, makas, sıcak su kayulacak kaplar hazır bulundurulurdu. Nazar ve cinlerle ilgili korkusu çok fazla olanlar bebek için muska da yazdırırlar ve muska doğumdan önce hazırlanmış olur.  

Doğum sırasında hamile kadının yanında sadece ebe ve ebeye yardımcı olacak kadınlar bulunur. İşi olmayan kimse odaya alınmaz. Bölgenin ağız özelliklerinden kaynaklı adlandırmaları ilgi çekicidir: Yörede göbeğe “çipa” denir; göbek kesme işlemine de; “çipa çesmek” denir. Yörede bebek için, çipasını kesenin huyunu alacağı inancı vardır. Bebeğin göbeğini ebe kadın kestiği için ebe kadının kim olduğu çok önemlidir. Bu nedenle huyu ve ahlakı güzel bir kadın ebe olarak seçilir. Çocuk doğdukan sonra göbeği hemen kesilmez; nefes aldığı anlaşıldıktan sonra göbeği kesilir. Bebeğin eşi alınır (plasenta) ve ayak altı olmayan bir yere gömülür. Bebeğin göbeği kesildikten sonra göbek evde saklanırsa çocuk evcimen olur. Beze sarılan göbek cami temeline gömülürse çocuk dindar olur. Bazı bebekler tamamen zarla kaplı doğarlar. Bunlara “giyimle doğmuş” denir. Böylelerinin çok şanslı olacağına inanılır. Bebeğin göbek adı göbeği kesilirken konur. Göbek adını bebeğin ebesi koyar. Çocuk bu isimle çağrılmaz, asıl adı daha sonra aile büyükleri tarafından koyulur.

Bebeğin doğumdan sonra ilk olarak yıkanacağı suya tuz atılır. Bu sayede teninin kötü kokmayacağı umulur. Bebek baş aşağı tutularak yıkanır. Yıkanan bebek kundağa sarılarak annesinin kucağına verilir. Bebek hemen emzirilmez, bir namaz vakti kadar süre beklenirlir ve bundan sonra emzirilir. Emzirmeyi geciktirmenin nedeni çocuğun sabırlı biri olmasını istemekten kaynaklanmaktadır. Doğumdan sonra annenin sütü henüz gelmemişse, emzirme dönemindeki bir başka kadın bebeği emzirir.

Rize ve çevresinde çocukların ismi anne-babalarından ziyade aile büyükleri tarafından konulmaktadır. Çocuğa verilen isim genellikle aile büyüklerinden, büyük anne veya büyükbabanın ismi olur. Bundan başka çocuğa ad olarak İslam büyüklerinden de isimler seçilmektedir. Bebeğe ismini koyacak olan kişi bebeğin sol kulağına kamet, sağ kulağına da ezan okunur. Ardından üç defa ismi söylenir. İsmi konulan bebeğin aileye hayır getirmesi için dua edilir. Doğumdan sonraki bir-iki ay içerisinde doğan çocuk için kurban kesildiği de olur. Akika kurbanı denilen bu kurban çoğunlukla Kur’an kurslarına bağışlanmaktadır. 

Kız tarafı kızlarının ilk doğumunda beşik alayı tertip ederlerdi. Beşik alayı doğumdan sonraki beşinci veya yedinci günde tertip edilir. Beşik alayında gelin tarafı süslerle donatılmış bir beşikle birlikte yeni doğan çocuğa, kızlarına ve kızın kaynanasına hediyeler götürürler. Eve vardıklarında beşik ve hediyelerle birlikte gelinin odasına geçilir. Hediyeler açılır, bebek yeni elbiseleri giydirilerek beşiğe yatırılır. Gelinin misafirleri bu ziyaretlerinde bebeğin kundağına altın veya para koyarlar. Beşik alayları günümüzde bebekler için beşik kullanılmadığı için artık görülmemektedir. Yörede özellikle erkek çocukların doğumu silah atılarak kutlanmaya devam edilmektedir. Bebekler için hediyeler, doğumun gerçekleştiği hastane odasından başlanılarak hastaneden sonra lohusanın evine yapılan ziyaretlerde verilmektedir.

Yeni doğan bebek üç, yedi vyea kırk gün boyunca her gün yıkanır. Bebeğin yıkandığı suya ilk kırk gün boyunca bir miktar tuz atılır. Eskiden kırkı çıkana kadar sürekli yıkanan çocukların daha çabuk büyüdüğüne inanılırdı. Bebekler ev içinde, ocağın, ateşin yanında leğenin içinde yıkanırlardı. Çocuk eğer akşamdan sonra yıkanmışsa yıkandığı su dışarıya dökülmez, sabah olması beklenirdi. Lohusanın yedinci günü önemlidir; yedinci günde hem lohusa hem bebeği yıkanır, temizlenir. Yedinci günde yapılan temizliğe de kırklama gibi yedileme denir. Yıkanılacak suya tespih atılıp dualar okunur. Sonra altın para, takı da atılır suya. Bu suyla önce kadın sonra da bebeği yıkanır. Eskiden köylerde bu kırk günlük süre boyunca bebeğin ebesi de her gün lohusanın yanına gelir, bebeği yıkardı.

Kırkını doldurmayan lohusa ve bebeği için bir tehdit olarak düşünülen basılma ve alkarası inançları yörede yaygındır. Bu nedenle doğumdan sonraki ilk kırk gün lohusanın ve bebeğin sağlığına ve bakımına azami ölçüde dikkat edilir. Kırk gün boyunca bebek ve annesi yalnız bırakılmaz. Yeni doğum yapmış kadının yatağının altına sabun ve süpürge koyarlar. Bunlar cinleri, kötü ruhları lohusadan uzak tutar.

Lohusalık döneminde en çok korkulan şeylerden biri alkarısıdır. Alkarısı lohusaya sarı saçlı güzel bir kadın suretinde görünebilir ve sarı kız gibi amacı bebeği annesinden almaktır. Alkarısı bebeği annesinden alırsa o bebek yaşamaz, ölür.

Alkarısı konulu bir memorat: Lohusa bir kadın gece vakti yattığı odanın köşesinde sarı saçları bele kadar uzanan çok güzel bir kadın görür. Sarı saçlı kadın yatağın yanına gelip bebeği kadının kucağından almaya çalışır. Kadın çocuğu vermez. Bir o asılır bir de bu. Lohusa kadın bağırır ve yardım ister. Lohusa bağırınca sarı saçlı kadın geri çekilir. Lohusa dikkatlice bakar sarı saçlı kadına. Yüzü çok güzel olan bu kadının boğazından aşağısının tırnaklarla kaplı olduğunu fark eder. Sonra ilkin belirdiği köşede gözden kaybolur bu kadın. O zaman anlar bunun alkarısı olduğunu.

Albastığı için kendinden geçen ve uyuyan kadını uyandırmak için kadının yanına at getirilir. Kadının yanına gelen at kişner, homurdanırsa kadın uyanır. Eğer at kişnemez ve başını öte yana çevirirse anlaşılır ki kadın uyanmayacak, bu ölüm uykusudur.

Lohusanın yattığı yatağın etrafını bir iple sararlar. İp bir sınır hattı oluşturur; umulur ki kötü ve zararlı şeyler iple çizilen sınırın berisine gelmesin. Kırk günün sonunda anne ve bebeği kırklama denilen bir uygulamayla yıkanır ve böylece lohusalık dönemi sona ererdi.

Lohusalık döneminin sonunda bebekler için mevlit veya Kur’an okutmak, yörede yaygın şekilde devam edilen bir uygulamadır. Çocuk için okutulan mevlit veya Kur’an’a bebeğin hemen bütün yakın akrabaları davet edilir. Davetliler yanlarında hediyelerle gelirler. 

Rize’de erkek çocuklarının sünneti için düğün tertibi yapılmaz. Eskiden seyyar sünnetçiler yılın belli dönemlerinden köyleri gezer ve sünnet zamanı gelen çocuklar bu kimselere sünnet ettirilirlerdi. Günümüzde yeni doğan bebeklerin pek çoğu doğumdan sonraki ilk bir hafta içinde henüz hastaneden ayrılmamışken sünnet ettirilmektedir.

Asker Uğurlama

Askere gidecek olan genç akrabalarını, komşularını ziyaret eder. Onlar da gencin evine misafir olurlar. Asker uğulama toplantılarında askerlik anıları anlatılır. Askere gidecek olan gence moral verilir. Akrabalar ve komşular asker olacak gence hediye veya harçlık verirler. Yola çıkılacağı gün genci yolcu etmek üzere toplanılır. Köyün belli bir yerine kadar gence refakat edilir.

Tezkere alıp askerden dönenlerin evine de “gözün aydın” ziyaretleri yapılır.

Bayramlar

İnsanları bir araya toplaması, akraba ve eş dost ziyaretlerinin yoğun şekilde gerçekleşmesi ve yine oluşan kalabalıktan dolayı çeşitli şenliklerin düzenlenmesine sebep olmasından dolayı Rize’de yılın en canlı ve renkli günleri Ramazan ve Kurban bayramlarında yaşanır. Bayramdan önce evler, evin etrafı süpürülür, temizlenir. Bayramlarda mezarlıklar ziyaret edileceği için bayramdan önce mezarlıklara gidilerek bakımları yapılır. Arife günlerinde evlere Kur’an okunur, ölmüşlerin ruhlarına hediye edilir. Bayram sabahı erken kalkılır, yeni ve temiz elbiseler giyinilerek güne başlanır.

Her iki bayram da camide kılınan bayram namazıyla başlar. Bayram namazında bütün köy bir arada olur. Bunu fırsat bilen cemaat, aralarında küskün, dargın olan kimse varsa, onları barıştırır. Bayramlaşmalardan sonra mezarlıklar ziyaret edilir. Aileler, ölmüşleri için Kur’an ve dualar okur. Mezarlık ziyaretlerinden sonra akraba ziyaretleri, sohbet ortamları ve çeşitli eğlencelerle bayram günleri devam eder.

Bayramlaşma büyükten küçüğe doğrudur; küçük olan büyüğe gider. Akrabalar arasında ve köy genelinde durum hep böyledir. Bu nedenle akrabalar, aile büyükleri kimse, onun evinde toplanırlar.

Bayram namazlarında köy halkı camilerde toplanır. Namaz bitiminde cemaat bayramlaşarak bayram başlamış olur. Cemaatin bayramlaşma sırasında en başta caminin imamı yer alır. Büyüklük sırasında imam her zaman bir adım önde tutulur. Bazı köylerde namaz çıkışında köy meydanında kurulan sofralarda kahvaltıya oturulur. Bununla birlikte köy meydanı kahvaltıları yaygın şekilde görülen bir uygulama değildir. Yüksek rakımlı köylerde bu tür kalabalık toplanmalar daha çok görülür. Köylülerin bir araya toplandığı ortamlar şenlik yerine döner. Büyükleriyle bayramlaşıp harçlık veya hediyelerini alan çocuklar kurulan salıncaklarda sallanır, çeşitli oyunlar oynayarak eğlenirler. Şenlik ortamında tulum veya kemençe sesi duyulursa gençler hemen horon halkası oluştururlar. Gençler horon oynarlarken yaşı ilerlemiş olan kadınlar türküler söyleyerek birbirleriyle atışırlar. Bu şenlik ortamları aynı zamanda bekâr kız ve erkeklerin kendilerini gösterme fırsatıdır. Gençler bu gibi ortamlarda beğendikleri kişinin dikkatini çekmeye çalışırlar.

Hemşin’de Ramazan ayının ilk teravihinden sonra Ramazan karşılaması silahla atış yaparak yapılır. Aynı yörede bayramdan birkaç gün önce aile büyüklerinin evlerinde toplanılır, açık alanlarda salıncaklar kurulur, evlerde bayram için tatlılar, yemekler hazırlanır, çocuklara bayramlık yeni giysiler alınarak bayram hazırlıkları yapılır. Bayramlarda çocuklar erkenden kalkarlar. Bayramlık giysilerini giyinip bayram namazından çıkan cemaati beklemeye başlarlar. Evlerine dönen cemaatle bayramlaştıktan sonra köydeki evleri tek tek dolaşarak herkesle bayramlaşırlar.

Ardeşen’in Akdere köyünde Kurban bayramının 4. gününde tahtadan yaptıkları dönme dolapla eğlenirler. Tahta dönme dolap Akdere Köyünde 160 yıldan fazla zamandır devam ettirilen bir eğlencedir.

Cenaze Törenleri

Vefat eden kişi öldüğü günün ertesinde defnedilir. Ölen kişinin yakınları şehir dışında veya ülke dışındaysa, onların da cenazeye yetişebilmeleri için 1 veya 2 gün beklenildiği de olur.

Ölen kişinin evine cenaze gününde taziye ziyaretleri başlar. Komşular yanlarında yemek getirirler. Bunun nedeni taziyeye gelecek olan kişilere ikramda bulunmaktır. Evde uzun boylu sohbetler yapılmaz. Taziye için gelen kişiler okunan Kur’an’ı dinler, fazla oturmadan evden ayrılırlar.

Cenaze namazı çoğunlukla öğle namazını müteakip kılınır. Cenaze namazına katılan kişilerin hemen tümü mevtanın defnine de iştirak eder. Rize’nin köylerinde hemen her ailenin müstakil bir mezarlığı vardır. Mezarlık camiye yakınsa mevta omuzda taşınarak mezarlığa götürülür. Defin işleminden sonra cemaat dağılır.

Cenazeden sonraki bir hafta boyunca komşuları cenaze evini boş bırakmaz, hemen her akşam taziye ziyaretleri devam eder. Bu ziyaretler vefatın 7. gününde ölen için okutulan mevlide kadar devam eder.

Eskiden yaşlı kimseler, ölüm günü için kefenlik dedikleri kendirden dokunmuş bir parça kumaş, bunun yanında cenazede dağıtılsın diye yine kendirden dokunmuş peşkirler ve masrafları karşılaması için bir miktar para hazır bulundururlardı. Ölmüş olanın namaz borçlarıyla ilişkilendirilen iskat da saklanmış olan bu parayla ödenirdi. İskat, vefat edenin namaz borçlarına karşılık ödenen paradır. Genelde bu para, cami ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılırdı.