TRABZON HALK KÜLTÜRÜ

Sosyal Normlar

Toplum içinde insanların birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen, davranışlarını biçimlendiren, insanları beli davranış ve tutumlara zorlayan kurallara sosyal norm denir. Din temelli kuralların hayatımızda çok önemli yaptırım gücü vardır. Hayatın her döneminde ve her olayda varlığını hissettiren gizil bir güçtür. Vicdani muhasebe, sevap ve günah gibi kavramlarla yaptırım uygular. Müslüman yaşam biçimlerini dini kurallara göre düzenler. Bu kurallar sosyal yaşamın rehberidir. Müslümanların kutsal kitabı Kur’an, birey-Allah ve birey-toplum ilişkilerini hükümlere bağlayarak düzenlenmiştir. Din; ahiret hayatının yanında dünya hayatını da düzenlemektedir.

Din ve hukuk kuralları çeşitli açılardan benzer işlevleri üstlenirken yaptırım ve uygulama bakımından farklılık gösterirler. Cumhuriyet devrimlerine kadar kadılar Kur’an ve din hükümleriyle karar verirken, Cumhuriyet sonrasında medeni kanunlar işletilmeye başlanmıştır. Buna karşın medeni hukukun din ile görünür olmayan çok sıkı ilişkisi bulunmaktadır. Toplum hayatında insanlar gerek din gerekse hukuk kurallarını gözeterek hareket etmek durumundadırlar.

Yüz yıl öncesine kadar farklı dinlerden insanların birarada yaşadığı Trabzon’da sosyal hayatta müslümanlar ile gayr-i müslimler arasında önemli bir ayrım söz konusu değildi. Evlenme, çocuklara veli olma, vasi tayin etme, nafaka, miras, mal ve mülk edinme hakları vardı. Evlenme, boşanma, vasiyet, miras ve vakıf gibi konularda kendi dinlerinin hukuk kurallarına göre yaşayabiliyorlardı (Öksüz, 2004).

İnsan öldürmenin, insana ve hayvana zarar vermenin, zinanın, faizciliğin, kumarın, içkinin, hırsızlık yapmanın ve tembelliğin yanlış ve kötü; insan hayatına değer vermenin, malına mülküne zarar vermemenin, dürüstlüğün, yardımlaşmanın ve çalışkanlığın doğru ve iyi olduğuna inanmamızı sağlayan etken; sosyalleşme sürecinde edindiğimiz değerlerdir. Bir toplumun yaşamında davranışlar, değerlere göre algılanır ve kavranır. Birey bu değerleri benimseyerek bunları kriter olarak kullanırlar. Eskiden büyüklere saygı günlük hayatın her anında kendini gösterirdi. Yolda yürürken yaşı büyük birinin önünden yürümek ayıplanırdı. Evlerde gelinler kendi çocuklarını kaynana ve kayınbabalarının yanında sevip okşamaktan bile çekinirlerdi. Kahvehanelerde büyüklerin karşısında bacak bacak üstüne atılmaz, gençler büyüklerinin karşısında sigara içemezlerdi. Bu nedenle gençler, daha rahat hareket edebilecekleri kendilerine ait mekânlar bulurlardı. Kahvehanelerde tütün ve nargile içmek yüz yıl kadar önce yöre insanının erişilebilir lükslerinden biriydi. Bu ortamların da belli kuralları elbette vardı. Mesela birisinin nargilesinden köz alıp sigara yakmak o kişiye saygısızlık hatta hakaret anlamına gelirdi.

Kır yerleşimlerinde insanlar pek çok işlerini yardımlaşarak yaparlar. Doğayla iç içe yaşamanın tabii şartıdır bu. Şehirlerde ise sosyal dayanışma ve mâli yardımlaşmanın temelleri mahallelerde atılmıştır. Komşuluk ilişkileriyle mahallelerde gelişmeye başlayan sosyal bağ, şehrin geneline yayılır ve toplumsal düzeni görünür kılar.

Sosyal normlar toplum hayatında varolan, yaşayan değerleri işaret eder. Toplumun düzen ve devamlılığını, toplumsal kontrolü sağlar. Toplumsal süreç içinde veya merkezi otorite oluşturulabilir. Bireylerin davranışlarını sınırlayan emir, yasaklardır, zorlayıcıdır. Uymayanlar toplumca yalnızlaştırılır, mağdur edilerek cezalandırılır. Çoğunluğun sosyal normlara uyması sosyal bütünleşmeye, uymaması ise sosyal çözülmeye neden olur. Kendi içinde kenetlenerek gücünü ve dinamiklerini korur. Son tahlilde Trabzon, dinamik, kontrast bir topluma sahiptir.

Trabzon insanının dinamizmi kolayca ayırt edilebilir. Sosyologların tanımlamasıyla: Sürekli eylem halindeki Trabzonlu, tez canlı, çabuk ve beceriklidir. Bu özelliklerin yansımasını folklorunda özellikle horonda görmekteyiz. Pratik zeka, hazır cevap ve ironi genel karakteridir. Bunun bariz örneklerini türkülerinde ve manilerinde görürüz.

Trabzon ili yakın komşularında olduğu gibi coğrafi özellikleri nedeniyle doğal şartları zor bir coğrafyadadır. Arazisi engebeli, ulaşımı zor, havası çoğunlukla kapalı ve yağışlıdır. Engebeli arazilerde yağışların neden olduğu seller maddi zararlara, insan ve mal kaybına neden olmaktadır. Trabzon insanı bunca olumsuzluk ve zor şartlar içinde pesimist olmayıp; aksine canlı ve neşelidir, coşarken coşturur.

Yöre hemen her mevsim yağış alır fakat olağanüstü bir durum olarak kuraklık yaşandığı da olmuştur. Hatta böyle zamanlarda yağmur duasına da çıkılmıştır. Yağmur duasına çıkılmadan önce yaşanan kuraklığın yöre sakinlerinin bir kabahati, kusurundan kaynaklı olabileceği düşünülerek küskün olanlar barıştırılır. Mahallede yoksul, ihtiyaç sahibi varsa ihtiyacı giderilir ve bu gibi tedbirler alındıktan sonra dua edilir. İnsanların güçlerinin yetmeyeceği bir konuda dua etmeden önce küskünlüğü ve ihtiyaç sahibi kimselere yardım etmeyi kendi imkânlarıyla düzeltebilecekleri yanlışlıklar olarak görmeleri yöre insanının manevi dugyularının sosyal bütünleşmeye olan katkısını ortaya koymaktadır.

Yöre insanı açık sözlüdür: fıkralarında, türkülerinde, sohbetinde anlatmak istediğini açık ve yalın şekilde ifade eder. Açık sözlülüğünün yanı sıra hareketli, neşeli, kararlarında keskin ve yakınlarına karşı korumacı tavrıyla dikkat çeker. Bunlar da yine Karadeniz insanının karakterini tanımlayan ayrıntılardan, sosyal normlardandır.

Yöre insanı ailelerine, yakınlarına düşkündür. Hassas konularda şakaya gelmezler. Hassasiyet gösterdiği konudaki konuşmasında ve beden dilinde her an kavga edecekmiş izlenimi verir. Namus, şeref, hamaset, memleketlilik duyguları yüksektir ve bu konular söz konusu olduğunda teyakkuzdadır. Başka yörelerde çok sıradan gördüğümüz argo, küfür ve sataşmalar bu yörede ölümlü kavgalara neden olur. Bir Trabzonlu ile konuşurken şakanın sınırını ve dozunu iyi ayarlamak gerekmektedir.

Trabzon ili Türkiye’de muhafazakâr olarak anılan şehirlerden biridir. Trabzon’un özellikle son yıllarda ulusal meselelere verilen muhafazakâr tepkiler ile varlığını hissettirdiği gözlenmekte ve şehir bu bağlamda diğer kentlerin önüne geçtiği fark edilmektedir.

“Muhafazakârlık,” “muhafaza” ve “kâr” kelimelerinden oluşur.  Korumak ya da olduğu gibi muhafaza etmek, “mevcut yapıya hayat veren geleneksel değer ve normları koruma taraftarlığı” anlamına gelen bir kavramdır. “Muhafazakârlık kavramıyla vurgulanan, toplumsal dokuyu diri tutması açısından kültürel mirasın korunması, toplumsal hafızanın diri tutulması yani sürekliliktir. Süreklilik ise daha çok örf ve adetler, gelenekler, inançlar, anılar ve tarihi miras gibi korunmaya layık görülen değerlerde kendisini gösterir (Koç-Alptekin, 2016).

Toplumun ileri gelenleri, sözü dinlenen ve bu itibarla saygı gören kişiler bulundukları çevrenin güncel olaylarına karşı duyarlı oldukları gibi memleket meselelerine karşı da duyarlı olmak durumundadırlar; yöre halkını toplumsal olaylar ve hakikatler konusunda bilinçlendirenler de yine bu eli kalem tutan, okumuş kesimden kimselerdir.

Meslek Hukuku

Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde esnaf ve zanaatkârlar ahilerin kontrol ve denetimindeydi. Bunlar Müslüman usulden şaşmayan insanlardı. Ahilik teşkilatı etkisini 15. asrın ortalarına kadar devam ettirmiştir, bu dönemden sonra lonca teşkilatları varlıklarını arttırmaya başlamışlardır. 18. asra gelindiğinde esnaflarla ilgili “gedik” adı verilen bir usul benimsenmiştir. Buna göre bir zanaatkârın belirli bir zanaati icra etmek için gerekli eşya anlamına gelen gediğe sahip olması, dükkân açması için şart koşul kabul edilmiştir.

Uzun yıllar kırsal insanı kendi tüzel sorunlarını ve gereken önlemleri almak amacıyla kurduğu düzene, mahkemenin işlevini üstlenip sorunu kendi aralarında çözmek için yazılı çizili bir belgesi olmadan kurulan mahkeme ile sorunun çözülmesine ‘halk hukuku’ diyoruz. Dini öğreti ve müktesebatları ağır basan toplum, standartların dışında ve aşırı davranışlar sergileyen kişiyi baskı altına alır. Yalnızlaştırılmak istemeyenler halk meclisinin sözünden çıkamaz.

Zamanın en önemli fabrikaları olan su değirmenlerini dönem dönem aileler nöbetleşe işletirdi. Bazı değirmenlerde değirmenci olmayıp mısırını öğütmek isteyenler su harkını açar, mısırını tekneye döküp öğütürdü.

İşletmeyi değirmenci yapıyorsa, öğütülen mısırdan kot sayısına göre ‘kapik’ denen küreğe benzer aletle belli bir ölçek alırdı. Değirmencinin un öğütmek için bedel olarak aldığı unun ölçüsü kebiçtir.

Yardımlaşma / İmece

İnsanlar bir arada yaşamak zorundadır. Müslüman Türk halkının çok benimsediği bir hayat görüşü vardır: “Halka hizmet, Hak’ka hizmettir!” Yardımlardan karşılık beklemeksizin eşin, dostun, komşunun hizmetine koşar. Bu yardım dillendirilmez hiç. Söze konusu edilirse, “Yaptığın yardımı başa kakma!” diye uyarırlar. Yardımlaşma Türk toplumunun karakterinde olan bir değerdir. Bununla birlikte bugünkü genç kuşak eski yardımlaşma kültürünü yaşatmaktan oldukça uzak, nemelazımcı bir anlayışla yaşamaktadır.

İmece köy yerleşimlerinde işlerin birlik ve beraberlik içerisinde toplu olarak yapılmasıdır. Bir kuşak öncesine kadar tarla işlerinde, ev yapımında, güz gelince fırınların yakılıp mısır kurutulması,  ekmek pişirme, hayvan otlatma ve bakımında, hayvanların doğumunda, güdülmesinde,  köyün ihtiyaç duyduğu camii çeşme onarımı gibi işlerde, değirmende, kışlık odun kesiminde ve bu gibi daha birçok işte köylüler ayrı gayrısız biraraya gelip ortaklaşa çalışabiliyordu.

Evlilik, doğum, ölüm, askerlik, hac gibi belli olaylar sadece kişi için değil sosyal çevre için de önemli olaylardır. Sözünü ettiğimiz bu gibi olaylarda yöre insanlarını mutlaka bir arada görürüz. Düğünlerde davetliler yeni evlilere hediye, takı ve para olarak yardımlarda bulunurlar. Böylelikle yeni kurulacak olan ocağa katkı yapmış olurlar. Askere gidecek olan gence komşuları ve akrabaları harçlık veya hediyeler verirler. Askerden dönüşünde de anne-babasını gözünaydın demek üzere ziyaret ederler. Bu ziyaretlere hediyelerle gidilir.

Hacı uğurlama ve hac dönüşlerinde de komşu ve akrabayı bir arada görürüz. Özellikle hac dönüşünde yeni hacı olan kişiyi hemen bütün köy ziyaret ederek tebrik eder, duasını alır.

Miras – Toprak Paylaşımı

Kırsalda miras genellikle şeriat hükümlerine göre paylaştırılır. Her ne kadar medeni kanun gereği kız ve erkek kardeşlere eşit hak paylaşımı yapılması kanunen hak görülmüşse de, pratikte daha farklı işler. Baba ölünce babadan kalan malın dörtte biri anneye ayrıldıktan sonra, kalan mallar erkek kardeşler tarafından bölüşülür. Kadınlara hiç pay verilmediği mal paylaşımları da yok değildir. Bununla birlikte şer’iyye sicillerinden öğrendiğimize göre kadınlar mülk edinebilmekte ve edindikleri mülkleri rızaları dışında alınıp-satılamazdı.

 Trabzon halkı geleneklerine bağlı olup aile yapısını sağlam tutardı. Babanın ölümünden sonra boşluğa düşen kardeşler arasında mal ve arazi paylaşımının sorun haline geldiği de görülür. Bazı araziler ev yapımına ve tarıma elverişliyken, bazıları taşlık ve sarpadır. Bu durumlarda ailenin büyüğü sağlığında bir paylaşım yapmadan vefat etmişse ve başlarında bir başka aile büyüğü yoksa kardeşler kendi aralarında paylaşım yaparlardı. Bu durumda aralarında anlaşmazlık çıkabilirdi. Anlaşmazlıklar husumete dönüşmesin diye arazi paylaşımını köyün hatırı sayılır büyükleri çözümlerdi. Bu ittifaka köyün imamı ve muhtarı iştirak eder. Komşu aileler arasında sınır tartışmalarının kavgaya dönüştüğü de olur. Bu gibi durumlarda da köyün ihtiyar heyeti toplanarak iki taraf arasında arabuluculuk yaparak sorunu çözüme kavuştururlar.

Kız çocuklar genellikle baba mirası almaz. Haklarını erkek kardeşlerine bağışlarlar. Köylerde çoğu zaman arazilerin bölünüp daha da küçülmemeleri için kız kardeşlere arazi pay edilmez erkek kardeşler arasında para toplanıp verilir helallik ve gönülleri alınırdı. Arazilerin bölünmemesi için iki aile arasında kız alışverişleri yapıldığı, kardeşlerin karşılıklı evlendirildiği çok görülmüştür.

Üvey kardeşler arasındaki paylaşma ise baba ve üvey anneden olma çocuklar pay alır. Gelen annenin öteki kocasından olan çocuklar pay alamaz. Mal babadan gelir. Evlatlıklar mirastan yararlanabilir. Ya da babanın vasiyeti esas alınır.