Törenler
Törenler genel olarak insanların buluşma, görüşme ortamlarıdır. Düğün, doğum ve vefat olayları komşuları, akrabaları biraraya getiren merasimlerin başlıcalarıdır. Ülkemiz genelinde olduğu gibi dini bayramlar da il genelinde belli âdet ve kurallar dahilinde kutlanmaktadır. Bunlardan başka Tonya, Maçka, Çaykara ve Sürmene’nin iç kesimlerinde kalandar gecesi, yılbaşı kutlamaları yapıldığı görülmektedir.
Evlilik
Yörede görücü usulü, akrabalar arası evlilik, baldızla evlenme, kayınla evlenme, kaçarak evlenme, kaçırılarak evlenme, birden çok kadınla evlenme gibi çeşitli evlilik biçimleri görülmektedir. Bunlar arasında en yaygın evlilik biçimi görücü usulüyle evliliklerdir. Tek eşli evliliğin yaygın şekilde görüldüğü Trabzon’da Cumhuriyet’in ilanından sonraki ilk dönemlerde iki eşli kimseler görülmüştür. İkinci evlilikler daha ziyade erkek evlat sabırsızlığından dolayı, evlendiği kadının evlendikten birkaç yıl sonra henüz erkek çocuğu olmamışsa kocasının tekrar evlenmesi şeklinde gerçekleşmiştir.
Çeşitli evlilik biçimlerinin görüldüğü Trabzon ilinde 1980’li yıllara kadar evlilikler genelinde görücü usulüyle gerçekleşirdi. Günümüzdeki evlilikler evlenecek olan gençlerin tanışıp kendi aralarında anlaşmaya varmaları sonucunda gerçekleşmektedir.
Yörede beşik kertmesi neticesinde evlilik neredeyse hiç yoktur. Aile büyüklerinin karar verdiği eş seçimine gençler genelde itiraz etmez; taraflardan birinin sevdası varsa kaçma/kaçırma olayları yaşanır. Bazen kız tarafı kızlarını vermeyip olumsuz yaklaştığı gibi, erkek çocuğunun ailesi bazı husumetlerden dolayı evliliğe rıza göstermez. Bu aileler arasındaki husumetten çoğu zaman seven gençler gözyaşları içinde ayrılırken, gözü kara âşıklar ailelerinin kararına itiraz eder ve “kız kaçırma” eylemi gerçekleşir. Kaçma-kaçırılma olayları bu yörede çok fazla görülür. Bu olayların çok fazla yaşanmasının bir nedeni de düğüne kıyasla masrafsız olmasıdır. Kız kaçırma olayına kızı çektiler manasında “çekme” de denir. Çekme olayında kızın rızası yoktur, zorla kaçırılmıştır. Kaçırılan kızın oğlana rızası var ise “uyma gitti” denir. Kız, oğlana kaçarsa “peşe gitti” denir. Kaçarak ya da kaçırılarak evlenen kızla babası yaklaşık 1 yıl süreyle görüşmezler. Kız eğer kendisi isteyerek kaçmışsa, babası kızını “yüzüne almaz.” Aradan zaman geçer, kızın çocuğu olur ve babası artık eskisi kadar katı davranamayıp kızıyla barışır, “kızını yüzüne alır.” Kız kaçırılarak evlenildiğinde aileler arasında bir süre husumet olur. Eskiden bu husumetlerin kan davasına dönüştüğü olurdu. Günümüzde bu tür durumlardan kaynaklı aileler arasındaki husumetler de yine torun dünyaya geldikten sonra ortadan kalkmaktadır.
Günümüzde bu anlattığımız âdetler büyük ölçüde terk edilmiş evlilik niyetinde olan gençlerin kendi aralarında tanışıp anlaşmaları neticesinde evlilikler gerçekleşmektedir.
Gençler birbirini düğünde, yaylada, şenlikte, çarşı pazarda görür ve beğenir. Mektuplaşmalar, gizli bakışmalar, maniler, türküler derken evlenmeye karar verirler. Evlenmek istediklerini babaya ya da anneye söyleyemezler. Çoğu zaman yenge ve ablalar devreye girer.
Evlilik kısmet işidir. Yaşı geldiği halde evlenmemiş kimseler için kısmeti kapalı tabiri kullanılır. Kısmet açmak için üfürükçü, muska, türbe ziyareti gibi yöntemlere rağbet edildiği görülür. Bu yöntemler arasında muska daha fazla tercih edilir.
Evlilik çağına gelen çocuklarını evlendirmek isteyen aile büyükleri uygun bir eş aramaya koyulurlar. Kız bakmaya gidilen yerlerin başında düğünler ve imeceler gelir. Düğünlerde genç kızların güzelliği, endamı görülür. İmeceler de ise becerisi, çalışkanlığı, iş ahlakı görülür. Kız aramaya çıkanlar uygun birini bulduklarında görücülük süreci başlar. Aile büyükleri meraklı işgüzar yengeler hediyelerle görücü giderler. Ebeveyn her daim evladının geleceğini düşündüğü için eş arama hazırlıklarının mutlaka evveliyatı vardır; oğlanın annesi ilk önce yakın çevrede veya uzak akraba arasında oğluna eş olabileceği düşündüğü kızı soruşturur. Kızın bir talibi olup olmadığı, evliliğine mani bir durumun olup olmadığı öğrenilir. Sülalesinde hastalık olan (akli hastalık) ailelerden kız almak istenmez. İlk soruşturma tamamlandıktan sonra kızı istemeye gitmek üzere kızın ailesinin niyeti, tavrı araştırılır. Bunun için kız evine bir kişi veya bir heyet gönderilir. Kız tarafının ağzını arayan bu kişiye Sürmene civarında “miyancı” denir (Bilgin ve Yıldırım, 1990: 594). Görücü ziyaretinde eve gelenler niyetlerini açtıktan sonra olumlu karşılanırlarsa birkaç gün sonra söz kesme ziyaretine gidilir.
Kız İsteme
Kız istemeye giderken lokum götürülür, günümüzde bunun yerini çikolata almıştır. Kız istemeye giden grubun en büyük veya en hatırlı üyesi kızı ister. Çoğu zaman ilk buluşmada kız evi naz evidir deyip kızı vermezler. İlk istemede kız vermemenin bir nedeni de ileride kırıcı bir söze konu olabilme ihtimalidir: “iyi bir şey olsaydın, ilk isteme de seni vermezlerdi” denilmesi ihtimaline karşı görücüler ilk ziyarette olumlu cevap alamazlar. Kız tarafı, “nasipse, kısmetse, bakalım bir düşünüp karar verelim” deyip, işi ağırdan alarak kendini “naza çeker.” Evliliklerde sıra gözetilir: gelin adayı olarak talip olunan kızın henüz evlenmemiş bir ablası var ise, görücüler geri çevrilir. Erkek zengin, kız fakir ise, istemelerde kız hemen verilir. İçki, kumar gibi bağımlılığı olanlara kız verilmez. Erkeğin bir sanatının olması da önemsenir. Kızın anne-babsı kızlarının maddi sıkıntılar çekeceği bir eve gitmesini istemezler. Günümüzde de durum farklı değildir; erkek tarafının varlık durumu kız istemelerde ona avantaj sağlamaktadır.
Evlenecek olan gençler birbirlerini ne kadar sevse de son sözü aile büyükleri söyler. Çepnilerde kız razı değilse görücülere asla olumlu cevap verilmez. Aile toplanır görücülerin teklifi değerlendirilir. Bu evlilik isteniyorsa çocukların evliliğine karar verilir ve oğlan tarafı tekrar çağrılır. Kız istemek için ailenin büyükleri, annesi, babası, ağabeyi, ablası, yakın akrabaları, işgüzar yenge kızın evine ‘hayırlı iş’ için gider. Ön konuşmalar ve genel sohbetlerden sonra laf bir şekilde esas konuya getirilir ve kızın ailesinden “Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınızı oğlumuza istiyoruz,” deyip kızları istenir.
Kız tarafı sonunda razı olunca “söz kesilir.” Bir küçük bahşiş sonunda kızın nüfus kâğıdı ailenin o andaki en büyüğüne işlemeli mendile veya özenle hazırlanmış bir zarfın içine koyularak verilir. Kız istemeye giden kişilere gittikleri evde şerbet ikram edilir. Şerbetin yanında varsa şeker yoksa yoğurt ikram edilir. Hayırlısı olsun temennisiyle kız tarafının ikramları yendikten sonra evden ayrılırlar. Kızın ailesi kızı vermeyecekse bu ikramlar yapılmaz.
Nişan
Söz kesme aynı zamanda nişan anlamına geldiği için bu yörede ayrıca bir nişan töreni âdeti pek görülmez. Nişan, erkekle kadının artık evleneceklerinin ilanı anlamına gelir. Bununla birlikte nişanın evlenmekle neticelenmesi şartı da yoktur. Nadir de olsa bozulan nişanlar görülebilir.
Nişan döneminde hediye alış-verişi yapılır. Hediyenin muhtevasını tarafların maddi durumu belirler. Öncelikle altın, mücevher hediye edilir. Bundan başka yatak örtüsü, halı, peşkir gibi ev eşyaları da nişan hediyesi olabilir. Bu arada düğün tarihi için karar verilir. Yeni evlilere alınacak eşyanın kim tarafından ne alınacağına karar verilir, “ağırlık görme” ye gidilir. Düğün öncesinde gelinin annesine de hediyeler alınır; bazıları anneye alınan bu hediyelere “süt hakkı” derler.
Nişanda ‘gelini orta etme’ geleneği vardı. Gelin, sağ kolunun altında bir Kur’an, sol kolunun altında da ekmekle misafirlerin önüne çıkartılır, ekmek dilimlenerek törende bulunanlara ikram edilir, sonra armağan ve bahşişler sunulurdu. Gelinin başına yazma, yaşmak veya entari atılır, gelin de büyüklerinden başlamak kaydıyla el öper -ki buna yörede ‘el alma’ denirdi (Okuyan, 2003).
Eskiden hazır giyim yaygın değildi ve bu nedenle “elbise kesme” âdeti vardı. Düğünden önce gelin ve damadın giyineceği kıyafetler için kumaş alınır ve bunlar terziye verilirdi.
Kına Gecesi
Düğünün öncesinde kız evinde yapılan ve sabaha yakın sona eren şenliğe “kına gecesi” denir. Kına gecesi için, kadınlar ve genç kızlar gelin evine toplanmaya başlarlar. Gelinin bekâr arkadaşlarına kız evinde yemek verilir. Kına yemeği akşamdan önce hazırlanır. Yemekten sonra eğlenceler başlar. Çeşitli çalgılar çalınmak ve oyunlar oynanmak suretiyle eğlenilir ve gelin olacak kız ağlatılır. Gelini ağlatmak için kızlar maniler, türküler ve ilahiler söylerler. Herkese kına yaktırılmaz. Genellikle yengelerden biri kınayı yakar. Bu yenge örnek bir evlilik yapmış olmalıdır. Çocuklu olmalı, kısır olmamalıdır. Gelin kıbleye dönükken önce sağ eli olmak üzere gelinin eline kına yakılır. Kına gecesine katılan ihtiyar kadınlar abdestlik adını vererek sadece başparmaklarına kına yakarlar.
Gelin, kına gecesi avcunda tuttuğu parayı gerdek gecesinde kocasının cebin koyarsa hiçbir zaman parasız kalmazlar.
Çarşıbaşı yöresinde kına şenliğine koçgina, koç kınası adları verilir. Damadın kız evine kınalanmış koç göndermesinden dolayı bu şenliğe koç kınası adı verilmiştir (Keleş, 2018: 165).
Kına Türküsü
Sis dağının üstünden de
Geçiyu çiracilar
Ver elini ginaya
Geliyu ginacilar
Daktun yureklerume
Derin derin acilar
Derin derin acilar
Bahçede garayemiş
Dallari yere eğmiş
Dallari yere eğmiş
Gelin elini vermez
Gaynatayi görmemiş
Gaynanayi görmemiş
Ağlama gelinum ağlama
Ver elini ginaya
Gelin ister bi baba
Ağlasun gaba gaba
Gelin ister bi ana
Ağlasun yana yana
Ağlama gelinum ağlama
Ver elini ginaya
Ağlama gelinum ağlama
Ver elini ginaya
Ginalarun gutlu olsun
Varduğun yerlerde
Dillerin datlu olsun
Gelin ister bi baci
Ağlasun aci aci
Ağlasun aci aci
Ağlama gelinum ağlama
Ver elini ginaya
Bahçede garayemiş
Dallari yere eğmiş
Dallari yere eğmiş
Gelin elini vermez
Gaynatayi görmemiş
Gaynanayi görmemiş
Gelin elini vermez
Gardaşini görmemiş (Çelik, 1999: 65-66)
Çeyiz: Çeyiz hazırlıkları kız çocuğu doğduğu zamandan itibaren başlar. Düğünlerde söze konu olan çeyizin içinde evde kullanılabilecek her türden eşyayı görmek mümkündür. Çeyiz için genelde nakış, dantel hazırlanır. Masa örtüsü, çember, oya, patik çeyiz de mutlaka bulunur. Çeyizde bulunan eşyalar arasında havlu, seccade, eşarp, yatak örtüsü, mutfak takımları gibi dokuma ve kumaş malzemeler de oldukça fazladır. Geçmiş yıllarda bakır mutfak kapları çeyizi zenginleştiren parçalardı. Hünerleri arasında nakış ve oya bulunan anneler kızlarının çeyizi için kenarları süslü havlular, örtüler, çeşitli takımlar hazırlar. Çeyizin önemli bir kısmı sandığa konularak güvey evine götürülürdü. Çeyiz sandığında gelin, öncelikle ihtiyaç duyacağı eşyaları bulundururdu. Çeyiz sandıklarında çokça bulunan beyaz tülbentlerin etrafı pullanırdı. Gelinin özel eşyaları da çeyiz sandığında bulunurdu.
Güvey evinin halkına dağıtılmak üzere hazırlanan bohçalar da çeyizle birliktedir. Bu bohçalarda çamaşır takımları, mendil, havlu gibi eşyalar bulunur. Çeyiz, düğünden birkaç gün evvel güvey evine gönderilir.
Düğün
Cuma günü, kızın çeyizi oğlan evine götürülerek yerleştirilir. Komşular düğüne davet edilir. Eskiden kına gecesi çarşamba günü akşamı yapılır, perşembe günü düğün olur, cuma günü de “Cumalık” yapılırdı. Gelin ve damat için eskiden şehir merkezlerinde gelin hamamı ve damat hamamı yapılırdı. Gelin hamama telli duvaklı olarak götürülürdü. Hamam geleneği kırsal yerleşimlerde umumi hamam bulunmadığı için yapılmazdı. Günümüzde düğünlerin hemen tümü hafta sonuna denk gelecek şekilde yapılmakta, kına gecesi ise düğünden önceki hafta içinde ya da bir önceki hafta sonunda yapılmaktadır.
Düğün günü (perşembe veya pazar) güvey evinde toplanan düğüncüler güveyi kurdukları horon halkasının ortasına alarak tıraş ederler. Güvey tıraşı oğlana hediye vermek üzere yapılır. Güvey temsili olarak tıraş edilir. Hediye vermek isteyenler bu sırada güveyin yanına gelip omzundaki havluya altın veya para takarlar. Güvey tıraşı yapıldıktan sonra kalabalık bir grup halinde öğleye doğru, tabanca - tüfek ata ata, yaya ve atlı olarak gelin evine giderler. Düğün alayının yerine günümüzde otomobil konvoyları ve korna sesleri ikame edilmiştir. Düğüncüler hemen kızı alıp dönemezler. Kız tarafı gelen misafirlere yemek ikram ederler. Yemekten sonra kızın bir erkek kardeşi, erkek kardeşi yoksa dayısı, erkek tarafından bahşiş alır ve kızı ata bindirilir. Gelin evden çıkarken eşiğe bir kaşık konur, gelin bu kaşığı kırarak evden çıkar. Böylece kırıcı olabilecek alışkanlık ve huylarını baba evinde bıraktığını temsil etmiş olur.
Eskiden köylerde beyaz gelinlikler görülmezdi. Gelin olacak kızlar genellikle kırmızı elbise giyinir, bunun üzerine şal veya çarşaf örtünürlerdi. Gelini yengesi giydirip hazırlardı. Yenge düğün boyunca gelinin yanında duran, ona yapması gerekenleri öğreten ve her ihtiyacıyla ilgilenen sağdıcıdır. Düğün boyunca güveyin de bir yardımcısı vardır. Evlilik yapmış erkekler arasından bir kişi sağdıç olarak güveye refakat eder. Düğün boyunca güveye yardımcı olan sağdıç, güveye ne zaman ne yapması gerektiğini bildiren, ona yardımcı olan kişidir.
Gelin alındıktan sonra yine silah atıla atıla erkek evine doğru yollanılır. Yol boyunca silah atılır, güvey evine yaklaşıldığında silah atışları artar. Eve varıldığı zaman kız attan indirilerek evin içine alınır. Gelin attan inmeden evvel büyük bir kazan getirilir, gelin atın üzerindeyken kazanın içine para atılır, daha sonra kazan üç yerinden kertilir, bu kertikler kazanın geline ait olduğunun nişanıdır. Buna benzer şekilde gelin attan inmeden evvel ahırdan getirilen büyük baş bir hayvan gelinin yanına getirilerek geline hediye edilir. Bu sırada içerisinde tohumluk tane, bozuk para gibi nesneler bir sahanla gelinin başına saçılır. Saçıdan maksat gelinin eve bolluk ve bereket getirmesini dilemektir. Gelin yeni evine girmeden önce kayın babasından “kapılık” adı verilen bir hediye alır. Gelin kapıdan sağ adımıyla girer. Güvey evine girdikten sonra gelini odasına götürürler. Kaynana su dolu bir tasın içine yüzük koyar ve gelinin yanına gider. Gelinin elini yıkayıp yüzüğü parmağına takar. Ardından gelinin kucağına erkek çocuk oturtur. Daha sonra damadı gelinin yanına getirirler. Takı, hediye vermek isteyenler gelin ve güveye takılarını burada verirler. Takı merasiminden sonra erkekler ve kadınlar ayrı ayrı yerlerde düğüne devam ettirirler.
Koltuk Merasimi: Gelinin güvey evine ilk girişinde yapılan âdetlerden biridir. Güvey evine gelen gelini güvey koluna takıp kapının eşiğinden geçirir. Evin içinde yatak odasına kadar geline kolunda eşlik eder. Bu sırada ev içindekiler başlarından aşağıya para, tohum, tane, kurdele gibi şeyler saçarlar. Gelin odasına girdiklerinde birer kahve içerler. Kahve merasiminin ardından güvey evden çıkar.
Düğün şenliklerinde horon tepmek vazgeçilmez bir adettir. Akşam olunca gelin ve güvey yan yana oturtularak her ikisine de şerbet ikram edilir. Daha sonra köyün hocası getirilerek dini nikâhları kıyılır. Nikâh için imam düğün evine davet edilir. Damada yakın, hatırlı kişiler şahit olarak vazife alır ve nikâh kıyılır. Nikâhın düğünden önce kıyıldığı da görülmektedir. Pek çok çift, düğünden çok önce, nişana müteakip nikâh kıydırır. Gelin evinden en son kızın çok yakını olan iki kadın ayrılınca düğün bitmiş olur.
Eski kadınlar ve erkenlerin düğün eğlenceleri ayrı olurdu. Açık alanlardaki düğünlerde kadınlar ve erkekler birbirlerini göremezdi; erkekler evin önünde avluda, kadınlar evlerin içinde eğlenirlerdi. Bu durumdan dolayı düğünler kadın düğünü erkek düğünü şeklinde tabir edilirdi. Güvey evindeki düğün toplantısına erkek düğünü denirdi. Erkeklerin kalabalık olduğu erkek düğününde kadınlar yeterince rahat hareket edemedikleri için düğünden sonraki gün yapılan cumalık toplantısı ayrıca kadın düğünü olarak tabir edilirdi.
Kadın düğünü / Cumalık: Cumalık eğlencesi düğünden hemen sonraki gün yapılır. Erkekler Cuma namazından mütevellit evde olmadıkları için bu toplantı tamamen kadınlara mahsustur. Kadınlar çeşitli oyunlar oynarlar ve geline hediyeler verirler.
Yediye gitmek: Düğünden bir hafta sonra yeni evli çift, gelinin baba evine ziyarete giderler. Bu ziyarete genel olarak “yediye çıkmak” veya “yediye gitmek” denir. Akçaabat’ta bu ziyarete “geriye gitmek” de denir.
Damat büyüklerin elini öper, sini üzerine kurulmuş sofraya davet edilir. Sofrada önüne, üstü kapalı üç tabak koyulur, birinde yumurta, birinde sütlaç ve birinde de su vardır. Damattan yumurtayı bulması beklenir. Geç saate kadar kızın babasının evinde kalınıp, güzelce ağırlandıktan sonra geriye dönülür.
Bu davette güvey, ikram edilen yemeğe yanaşmaz. Davet sahipleri bu duruma güvey küstü derler. Derhal farklı yiyecekler ikram edilir. Baktın olmaz, yemekten gayrı hediyeler verilir.
Enişteyi tavana asmak: Yedilik ziyaretinde masadaki bir eşya kaybolur. Aranır ve damadın üzerinde bulunur. Bunun üzerine mahkeme kurulur. Damat ceza olarak ayağından tavana asılır. Güveyin kaynanası yargıçlara baklava, baklava olmazsa fındık ceviz gibi ikramlarda bulunarak damadı kurtarmaya çalışır.
Enişteyi Asma Manisi
Enişdeyi astiler
Kuru curcen dalindan
Kaynanasi pilmeyi
Enişdenun halindan
Bu bizum enişdenun
Kaynanasi yok midur
Kaynanasi yoğisa
Kaynatasi yok midur
Kaynatasi yoğisa
Bi got ceviz yok midur.
Doğum
Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Trabzon’da da çocuk sevilir ve istenir. Erkek çocuk soyun devamı, ailenin gelecek güvencesi olarak görülür ve bu nedenle daha çok istenir. Hanenin adını yaşatacağı için erkek evlat evin baş tacıdır. Yörede erkek evladı öven pek çok deyim vardır:
Oğlan direktir, kız emek.
Kız el lokması, oğlan düşman oku.
Kız emek eder, döker gider, kız doğunca evin direkleri bile ağlar.
Erkek çocuk doğuran gelinin hane içinde statüsü değişir; erkek çocuk doğurduğu için saygı görür, itibarı artar. Yeni gelinin evliliğinin birinci yılından sonra çocuk yapması beklenir. Çiftin eğer çocuğu olmuyorsa bunun nedeni hep kadında aranırdı. Kadınların yörede ağır işlerde çalışmaları, yaz-kış her dönem ağır yükleri sırtlarında taşımaları bedeni güçsüz kadınların çocuk yapamamasının nedenlerinden biriydi.
Evliliğinin daha birinci, ikinci yılında çocuğu olmayan kadının kısır olabileceğinden endişe edilir. Kısırlık gibi bir endişeye kapılanlar muska, üfürükçü hoca, türbe ziyareti gibi çeşitli tedavi yollarını denerler. Kısırlığa karşı tedaviler arasında kadının çeşitli bitki karışımlarıyla hazırlanan sıcak su buharına oturması, kadın ve erkeğin gece vakti kimselere görünmeden bir köprünün altında yıkanması gibi yöntemler vardır. Çocuksuz kadınların aşağılamalara maruz kaldığı görülür. Çocuğu olmayan kadın için kısır, kurubaş, katır gibi kaba ifadeler kullanılır.
Cinsiyet tahmini: Doğumdan önce çeşitli inanışlarla doğacak çocuğun cinsiyeti tahmin edilir. Hamile kadının karnı top gibiyse erkek, karnı yaygın ise ve kalçaları genişlemişse kız çocuk doğuracağı tahmin edilir. Yüzü çillenen hamile kadının kız doğuracağı söylenir. Hamile kadının yediği yiyeceklere göre de cinsiyet tahmini yapılır. Hamilelik döneminde iştahı açılan ve çok yemek yiyen kadının kız doğuracağı söylenir. Canı sürekli ekşi yiyecekler çeken kadının erkek, tatlı yiyecekler çeken kadının kız çocuk doğuracağına inanılır. Cinsiyet tahminiyle ilgili bunlardan başka bir de bıçak-makas deneyi vardır: Koltuk minderlerinden birinin altına makas, diğerinin altına bıçak konulur. Hamile kadının hangi mindere oturduğuna göre tahminde bulunulur. Makas kız bıçak ise erkek çocuğa alamet sayılır.
Doğumuna yakın anne adayları ağır işlerde çalıştırılmaz. Yemek yapma ve temizlik işleri hafif iş sayıldığından anne adayı daha çok evle ilgilenir. Hamile kadının canını istediği yiyeceklerin temin edilmesine dikkat edilir. Rüyasında dahi görmüş olsa hamile kadının canının çektiği yiyeceği yemesi gerekir. Kadının istediği yiyeceğin bulunamaması halinde çocuğun kusurlu doğabileceğinden endişe edilir.
Doğum zamanı iyice yaklaşınca evdeki bir oda lohusa odası olarak hazırlanır. Doğum odasında ip, makas, sıcak su, havlu, çocuğun sarılacağı kundak hazır bulundurulur. Doğum zamanı köyün ebe kadını doğumda hazır bulunur. Doğumu yapılacak çocuk ebesinin huyundan edinir düşüncesiyle ebenin seçimine dikkat edilir. Ebe olacak kişinin dürüst, ahlaklı, namazlı-niyazlı, temiz ve güzel olması istenir. Meraklı komşular köşe bucak doluşur. Fakat doğum odasına herkes alınmaz. Daha önce doğumlarda bulunmuş tecrübeli kişiler odaya alınır, bekâr kızlar doğum odasına alınmaz.
Doğumu kolaylaştırır düşüncesiyle kadınlar örgülü saçlarını çözerler. Bağlı şeylerin çözülmesi, kapalı ve kilitli şeylerin açılmasının doğumu kolaylaştıracağına inanılır. Yörede eskiden doğum esnasında ölüm olayları çokça görülürdü. Cazi adlı varlık buna sebep olarak gösterilirdi. Caziya karşı önlem olsun diye ebe kadının üzerinde nuska bulunur. Çocuk basılmasın diye doğar doğmaz yüzüne odun isi sürülür.
Yüzü zarla kaplı doğan çocuklara kapaklı, duvaklı denir. Böyleleri şanslı addedilir. Eşin (plasenta) bir iki dakika vakti vardır. Bu süre içinde eşin alınması gerekir, aksi halde kadının yüreğine kaçar. Bu sırada çocuğun canını da yanında götürür. Çocuğun canı içeriye kaçmasın diye eşin üzerindeki kan çocuğa doğru sağılır. Çocuk doğduğunda hareket etmiyorsa canı gelsin diye eşi ateşe atılır. Eş ısındıkça çocuğa sıcaklık gelir. Çocuğun göbeği eş düşünce kesilir. Kadın hep kız doğuruyorsa eş, ters çevrilerek gömülür. Böyle yapılırsa bir sonraki doğumda erkek doğuracağı umulur. Eş, hayvanların ulaşamayacağı bir yere gömülür. Çocuk artsın, çoğalsın diye meyve veren bir ağacın dibine gömülür (Trabzon Halk Kültürü Araştırmaları, 2004).
Çocuğun göbeği kesilirken tekbir getirilir, dua okunur. Çocuğun sesi güzel olsun diye göbeği karış ölçülerek bir karış yukarıdan kesilir. Göbek bağı kesilirken dua okunması çok önemlidir. Eğer dua okunmazsa uğursuzluk olur. Ağlamayan çocuğun ağzına üflerler, burnunu sıkarlar. Çocuk ağlamadan göbeği kesilmez. Doğan bebeğin sırtı tokatlanır, ılık suyla yıkanarak gözleri ovulur, burnu sıkılır, kafası ovalanır. Bebek baş aşağı tutularak yıkanır. Bebeğin ilk yıkandığı suya tuz atılır. Bunun nedeni çocuğun teninin kötü kokmasını önlemektir. Uzungöl civarındaki köylerde bebeğin ilk banyo suyu, yörede şifalı olduğuna inanılan hekim suyu adı verilen pınarlardan alınır (Çelik, 2005). Bebek yıkandıktan sonra sırt üstü yatırılıp kollarından tutularak kaldırılır. Sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunur. Bebeğin kolları bacakları eğri olmasın diye sıkıca kundaklanır. Bebek kundaklandıktan sonra ebe çocuğu kucağına alıp sağ kulağına üç defa ismini söyler. Söylenen bu ad çocuğun göbek adıdır. Ailesi daha sonra çocuğa gerçek adını verecektir.
Ebe kadının hakkının ödenmesi, ebeden helallik alınması çok önemlidir. Bu nedenle ebeye hediyeleri ve bahşişi geciktirilmeden verilir. Eskiden ebelere hediye olarak sabun ve mum verilirdi.
Doğum gerçekleştiğinde kundağa sarılı çocuk babanın kucağına verilerek bahşiş alınır. Doğan çocuk erkekse yüzler güler, bahşişler yüksek, sevinç kutlamalarında atılan mermiler fazla olur. Baba şükür namazı kılar evladının hayırlara vesile olması için dua eder. Doğumdan sonra lohusaya şekerli suyla yapılan şerbet içirilir. Bebek sabırlı olsun diye doğumundan sonra bir namaz vakti geçinceye dek emzirilmez. Annenin bebeğe emzirdiği ilk süte “ağuz sütü” denir. Annenin sütü gelmezse emzirebilen bir kadın bebeği emzirir. Yörede bu durumun örneği çoktur. Dolayısıyla süt kardeşliği bu bölgede yaygın şekilde görülür.
Ad Koyma: Bebeğin ismini anne-babası değil de genellikle büyükbaba veya kaynanası koyar. Çocuğa verilen isim genelde aile büyüklerinden birinin adıdır. Çocuğun ismi besmele ile konur. Çocuğa isim verecek olan kişi abdest alır, kıble yönüne dönerek bebeği kucağına alır. Bebeğin sol kulağına kamet, sağ kulağına ezan okunur. Bunun ardından bebeğin sağ kulağına üç defa ismi söylenir. İsmi verilen çocuk için şükür niyetiyle kurban kesilir. Akika kurbanı genelde bir koç olur.
Çocuğa hediyeler alınır ki bunlar genellikle çocuk giyecekleridir. Komşuları doğum yapan annenin sevdiği yemekleri yapar getirir. Yeni doğan çocuğun kundağına para konur, altın takılır, iki lohusa kadın basmasın diye kırkı çıkana kadar birbirini ziyaret etmez. Çocuk evden dışarı çıkarılmaz. Mevlit okutulur, dualar edilir. Çocuğun da annenin de sağlık ve sıhhati temennisinde bulunulur. Varsa adaklar yerine getirilir.
Beşik töreni: Yörede “baramana” da denen beşik töreni, bebek doğduktan bir hafta kadar sonra yapılır. Gelinin baba evinde hazırlanan beşik güvey evine gönderilir. Bu beşik evde daha sonra doğacak olan çocukların büyümesine de tanıklık edeceği için hediyelerle süslenir. Bebek ilk defa bu törenle beşiğe yatırılır. Beşik törenine karı-kocanın yakın akrabaları ve komşular davet edilir. Davetlilere yemek ikram edilir. Yemekten sonra beşik takımları serilir. Bebek beşiğe ebe veya ahlakı düzgün biri tarafından konur. Böylece bebeğin de ahlakının güzel olacağı umulur. Ebe, bebeği yıkayıp yeni giysilerini giydirerek beşiğe yatırır. Beşik töreni tek sayılı günlerde, özellikle de çocuğun doğumundan sonraki 7. günde yapılır.
Yörede yaygın olmamakla birlikte “beşik kertmesi” türü evlilik örneği vardır. Beşik kertmesi, henüz beşikte olan bebeğe namzet edilen kişinin nişanı olarak beşiğin baş kısmının kertilmesi ya da namzet edilen kişinin isminin beşiğin başlığına yazılması şeklinde gerçekleşirdi.
Kırklama: Doğumdan sonraki 40 gün hem bebek hem de lohusa için önemlidir, bu dönemde her ikisine de çok dikkat edilir. Lohusa ve bebeği evde yalnız bırakılmazlar. Bu dönemde albastı ve alkarası adıyla anılan kötü varlıkların kırkı çıkmamış lohusa ve bebeklere kötülük edecebileceğinden endişe edilir. Albastı ve alkarasının yeni doğmuş bebeklerin ciğerleriyle beslenen varlıklar olduğuna inanılır. Eski zamanlarda çok sık görülen bebek ölümleri bu varlıklara olan inancın kuvvetli şekilde yaşamasını sağlamıştır. Bunlara karşı tedbir olarak lohusanın odasında veya bebeğin yastığının yanında Kur’an-ı Kerim bulundurulur. Odanın duvarına tüfek asılır. Odada bıçak, makas gibi demirden yapılmış keskin eşya bulundurulur. Bu nesnelerin lohusayı ve bebeği koruyacağına inanılır. Kırkı dolmamış iki lohusanın karşılaşmamasına dikkat edilir. Lohusalar bir araya gelirse biri diğerini basar diye endişe edilir. Basılma olmasın diye, bir araya gelen lohusalar birbirlerinin ayağına basar, yakalarındaki çengelli iğneleri birbirleriyle değiştirirler.
Lohusalık dönemi boyunca evin ve çevrenin temizliğine çok dikkat edilir. Nazarı dokunabilecek kişilerden sakınılır. Kırkı çıkmamış bir başka lohusanın odaya girmesine engel olunur. Kırkı çıkmamış iki lohusa yan yana geldiklerinde birinin diğerini basacağından endişe edilir. Doğumdan sonraki birkaç gün ebe sürekli olarak lohusanın yanında kalır. Doğumdan sonraki 10 gün boyunca gelin; 40 gün boyunca da bebek evden dışarıya çıkarılmaz. Doğumdan sonraki kırk günlük süre dolunca kırklama yapılır. Kırklama hem lohusa hem de bebeğin yıkanmasından ibaret bir uygulamadır. Kırklama suyu için bir kalbura mısır tanesi, sarı lira, çakıl taşı, defne yaprağı gibi nesneler konur. Sonra kalbura kırk kaşık su koyulur. Bundan sonra gerekli miktarda su ilave edilir. Hem lohusa hem de bebeği hazırlanan bu suyla yıkanırlar. Kırk çift bir tek fasulye, kırk bir kaşık suyla birlikte kazana koyularak da kırklama suyu hazırlanabilir.
Çocuğun çıkan ilk dişi, gelişme-büyüme alameti olduğu için sevinçle karşılanır. Önce alt dişin çıkması daha makbul sayılır. İlk önce üst dişi çıkan çocuğun kısa ömürlü olacağı söylenir. Çocuğun dişinin çıktığı ilk gören kişi çocuğun giysisini yırtar. Böylece çocuğun dişlerinin daha kolay çıkacağına inanılır. Yaygın bir âdet olmamakla birlikte dişi çıkan çocuk için küçük çaplı bir tören yapıldığı görülür. Çocuğun çıkan dişini ilk gören kişi hediye alır.
Sünnet Âdetleri
Erkek çocuklar küçük yaşta sünnet ettirilir. Yarım asır öncesine kadar eli çantalı sünnetçiler köylerde dolaşıp çocukları sünnet ederlerdi. Çocuklar sünnetçileri görünce yakalanmamak için kaçar saklanırlardı. Bu gelenek tamamen bitti diyebiliriz. Zaman zaman çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından toplu sünnet törenleri düzenlenmektedir. Geçmiş zamanlarda yörede çalgılı, eğlenceli sünnet düğünü yapılmazdı. Günümüzde çalgılı sünnet törenleri olabildiği gibi mevlitle sünnet törenleri de yapılmaktadır. Sünnet öncesi çocuklar gezdirilerek, oyuncaklar ve hediyeler alınarak gönülleri hoş edilir, merasimde yakınları konu komşu sünnet olan çocuklara para, altın veya çeşitli hediyeler verilir. Yemekler yenir, “İnşallah evlilik mürüvvetini de görürsünüz” diye anne ve babaya iyi dileklerde bulunulur.
Asker Uğurlama
Asker millet olarak tabir edilmiş olan Türkler için askerlik onurla, şerefle eş tutulur. Askerlik yapmamış olanlar adam yerine koyulmaz, askerliğini yapmamış olana kız verilmezdi. Bu nedenle erkekler için hayatın dönüm noktalarından biriydi. Günümüzde askerlikle ilgili olarak yörede herhangi bir sosyal baskı görülmemektedir. Askere uğurlanacak gençlerle köyün diğer delikanlıları bir evde toplanarak gece sabaha kadar eğlenirler. Askere gidecek olan gence komşuları ve akrabaları harçlık veya hediyeler verirler. Askere gidecek gençler için askerlik şubesinin önünde toplanıp orada horon halkası kurup eğlenmek de yakın zamanlara kadar görülen âdetlerdendir.
Asker uğurlama döneminde yapılan eğlencelere benzer eğlenceler teskeresini alıp dönenler için de yapılır. Askerden dönen gencin evine yapılan ziyaretlere baklava ile gidilir.
Yılbaşı Kutlamaları
Kalandarın ilk gecesi çocuklar ve gençler komşu evlerden yiyecek bir şeyler almak için kapı kapı dolaşır ve her evin kapısında oyun oynarlar. Çaykara ve çevresinde bu oyunlara Karakoncilo denir. Yılbaşı eğlencelerinin tümü “kalandar” diye anılır.
Karakoncil oyunu kılık değiştirmiş oyuncularla oynanır. Oyunculardan biri ihtiyar kılığına girer. İhtiyarın elinde çuval ve değnek bulunur.
Bir diğer oyuncu kadın kılığına girer. Üçüncü oyuncu ise başına ve sırtına koyun postu geçirip Karakonçilo rolünü oynar. Postun üzerinde ziller de vardır. Yırtık bir pantolon giyinir. Yüzünü siyaha boyar. Elindeki değneğe de çiviler saplar. Böylece korkunç görünür.
Oyuncular sırayla evleri gezerler. Hanelerin kapısı önünde horon oynayıp işaret yoluyla isteklerini belirtirler. Kapıdakilere bir şey vermek istemeyen hane sahiplerinin karşısına Karakonçilo çıkar, değneğini gösterir, korkunç sesler çıkarıp ev sahiplerini korkutmaya, eğlendirmeye çalışır.
Kalandar Kalandaris, Ne Olursa Alırız
İşte gelduk kapiniza
Selam verdik yapiniza,
Selamumi almazsanız,
Daha gelmem kapiniza
Evde oturur belerim
Ben kapilarda beklerim
Eğer bahşiş vermesanuz
Nerelere gideriö
Şekerim var ezilecek
Tülbentlerden süzülecek
Daha çok söylerdim ama
Çok yerler var gezilecek (Gedikoğlu, 2012: 341)
Ziyaret edilen evlere çanta atılır. Ev sahipleri bu çantalara meyve, börek vs. yiyecek koyarlar. Kalandar gecelerinde mısır haşlamak ve eve atılan çantaya mısır koymak yeni yılın uğurlu gelmesine vesile olur.
Gecenin ilerleyen saatlerinde oyuncular ateş yakıp etrafında toplanır. Kendi aralarında eğlenerek topladıkları yiyecekleri yerler.
Kalandarın ilk günü sabahları çeşmelerden su alınır. Suyun başına haşlanmış mısır bırakılır. Çeşmeden alınan suyla evin dört bir yanı ıslatılır.
Bayramlar
Ramazan bayramı öncesinde çarşıdan, pazardan gerek evin gerekse ev sahinlerinin eksikleri için alışveriş yapılır. Özellikle çocuklar için yeni kıyafetler alınır. Bu alışverişlerde eve gelecek olan misafirlere ikram etmek için ve ziyaretine gidilecek evlere hediye olarak verilmek üzere tatlı, şeker, çikolata gibi ürünler alınır. Eskiden arefe günlerinin akşamında top atışı yapılarak bayramın geldiği haber verilirdi.
Bayramdan önce evin içi ve çevresi temizlenir. Arefe gününde evin yakınındaki mezarlıklar temizlenir. Toprağı çökmüş olan mezarlıklara toprak ilave edilir. Bayram boyunca şehir merkezinde sokak çalgıcıları evlerin önüne gelip çalgılar çalarak ev sakinlerinden bahşiş alırlardı (Ciravoğlu, 2009).
Ağasar vadisinde Ramazanlarda arefe gecesinde çocuklar ve gençler ellerinde tenekeler veya davullar ile köyün hanelerini gezerler. Gittikleri kapılarda maniler, türküler söyleyip evlerden hediyeler alırlar. Yörede bu âdete “tömbelek” veya “tömbelek türküleri” denir (Çelik, 1999: 69).
Habu evin kapisi
Kesme daştan yapisi
Verin bahşişimi gideyim
Bura zengin kapisi
Kurban bayramlarından önce de benzer hazırlıklar yapılır. Kurban olarak alınacak hayvanın seçimi önemlidir, bu iş için “kıymetçi” tabir edilen tecrübeli kişilere danışılır. Kıymetçiler kurban için uygun hayvanı tespit eder, pazarlığa da yardımcı olur. Kurban olarak kesilecek hayvan bayram gününden önce alınır ve bayram gününe kadar ahırda bakımı yapılır. Yörede kurbanlıklar genelde bayramın ilk günü kesilir.
Bayram günleri köy veya mahalle cemaati bayram namazı için camiye gider. Namaz kılındıktan sonra sırayla bütün cemaat bayramlaşır. Bazı köylerde köy meydanında kayvaltı sofraları hazırlanır ve namazdan çıkan cemaat kahvaltı sofrasına geçer. Evin küçükleri namazdan evine dönenlerin yolunu bekler. Büyüklerinin ellerini öperek harçlıklarını alırlar. Bayramlarda yaşlı ve hasta olanlar öncelikli olmak üzere akraba ve komşu ziyaretleri yapılır.
Çeşitli Anma ve Kutlamalar
Dini bayramlardan başka yörede 23 Haziran tarihinde Sultan Murat Şehitliğinde her yıl anma günü düzenlenmektedir.
Rivayete göre, Sultan 4. Murat bir cuma günü ordusuyla birlikte yaylanın bulunduğu yerden geçerken burada konaklamıştır. Ordu, Cuma namazını da burada kıldığı için, zaman içinde yaylaya bir de cami yapılmıştır.
Yaylanın yakınında bir de Sultan Murat Şehitliği vardır. Seferberlikte Ruslara karşı savaşan şehitlerimiz burada metfundur. Şehitlerden ötürü buraya Şüheda Tepesi ve Şehit Dağı da denir (Çelik, 2005: 266).
Temmuz-Ağustos ayları yayla şenliklerinin yoğun olduğu aylardır. Ağustos ayının ilk haftasında “çürük ortası” adı altında yayla şenlikleri ilin her tarafında, hemen bütün yaylalarda görülebilmektedir.
Cenaze Törenleri
Ölümü haber veren, kötü haber alameti kabul edilen çeşitli inanışlar bu yörede de görülür. Evin ahırındaki hayvanların gece vakti bağırmaları kötü haber işaretidir. Evin yakınında köpek uluması iyi tutulmaz, bunun kötü haber alameti olduğuna inanılır. Pardi denilen dişi çakalın evin yakınında uluması o evden cenaze çıkacağının işareti kabul edilir. Karga ve baykuşun ötmesi de kötü haber işareti kabul edilir. Bazı rüyaların da ölüme yönelik haber verdiğine inanılır. Rüyada kefen görmek ölüm işareti kabul edilir. Rüyasında dişinin çıktığını, düştüğünü gören kişi ölüm haberi alır.
Ölüm döşeğindeki kişinin ağzına su damlatmak, yanında Kur’an-ı Kerim’den ayetler okumak yörede görülen âdetlerdir. Cenazenin olduğu evde ölen kişinin üzerine seccade örtülür. Ölenin gözleri açıksa kapatılır. Bir çemberle çenesi bağlanır. Karnının üzerine şişmemesi için demir nakas veya bıçak konur. Mevtanın yüzünde tebessüm varsa gittiği yerden memnun olduğuna ve bu nedenle tebessüm ettiğine inanılır. Ölen kişi evde yalnız bırakılmaz. Gece boyunca oda aydınlık tutulur. Sabaha kadar mevtanın başında mutlaka bir kişi bekler. Cenaze defnedilene kadar erkeği erkek, kadını kadın bekler. Ölenin başında Kur’an okunur.
Ölüm haberi komşulara ve yakın akrabaya duyurulur. Yörede düğünler gibi ölümler de insanların bir araya toplandığı kalabalık sosyal ortamlardır. Sevinçte bir olan yöre insanı hüzünde de beraberdir. Ölü evine cenaze gününün akşamından itibaren taziyeye gidilir. Evde sabaha kadar ölünün yakınları ile birlikte oturulur. Ölenle yaşanmış hatıralar anlatılır. Sabah kuşluk vakti mahalle veya köy camiinde sala okunur. Ölen kişinin kimliği, defin yeri belirtilir. Sabah olunca defin hazırlıkları başlar. Uzakta yakını varsa gelmesi beklenir. Cenazeler eskiden ölü evinde yıkanırdı, günümüzde camilerdeki gasilhanelerde yıkanmaktadır.
Köylerde hemen her ailenin kendilerine ait mezar yerleri vardır. Mezar ölünün boyundan 20 cm uzun olacak şekilde kazılır. Mezarın genişliği 90 cm’dir. Mezarın derinliği erkekler için göbek, kadınlar için göğüs hizasına kadardır. Cenaze namazı camide veya köy meydanında kılındıktan sonra ölü, tabutuyla birlikte defnedileceği yere taşınır. Ölü kefenlenmiş şekilde mezara konur. Ölünün yüzü kıble istikametine bakacak şekilde mezara yerleştirilir. Üzerine toprak atılırken Kur’an okunur.
Cenazelerde ağıt yakıldığı görülür. Ağıt yakmak il genelinde görülen yaygın bir uygulama değildir. Ancak ağıt yakanlar, biri yorulunca diğeri devam edecek şekilde ağıda devam ederler.
Cenazesi olan kişilerin fakirlere para dağıtması da yaygın bir âdettir.
Telkin ve iskat: Ölen kişinin yerine getirmediği namaz ve oruç gibi farz ibadetlerine karşılık bir kefaret olsun diye yoksul kimselere verilen paraya iskat denir. Ölü mezara konulduktan sonra imam mezara döner. Hafifçe mezarın üzerine eğilerek ölünün telkinlerini yapar. Telkin bir anlamda ölüye imanın şartlarını hatırlatmaktır. Telkin ve iskat âdetleri halk arasında anlatılan fakat artık tatbik edilmeyen bir uygulamadır.
Cenaze eş, dost ve komşular tarafından kaldırıldıktan sonra evde ve mezarlıkta üç gün Kur’an-ı Kerim okutulur. Cenaze evine uzaktan gelen misafirleri komşular evlerine davet eder ve ağırlar. Cenaze evinin en azından üç gün boyunca hemen bütün ihtiyaçları komşu evler tarafından karşılanır. Cenazenin kırkıncı gününde kırk mevlidi yapılır. Mezarlar bakımlı ve düzgün tutulmaya çalışılır. Bilhassa dini bayramlarda olmak üzere mezarlar sık sık ziyaret edilerek dualar, Kur’an-ı Kerim okunur.