Sosyal Yapı
Aile Yapısı
Sosyal bir varlık olan insan, yaratıldığından beri sürekli olarak başkalarıyla birlikte yaşamaya gereksinim duymuştur. Sürekli bir arada yaşayan ve varlıklarını sürdürebilmek için birbirlerine muhtaç olan insanlar, temel ihtiyaçlarının giderilmesinde ve sosyal sorunlarının çözümlenmesinde sosyal ve ekonomik alanda değişik vasıtalar, yöntemler, örgütlenme ve düşünme biçimleri ortaya koymuş ve belirli mekânlarda bir topluluk oluşturmuşlardır. Farklı mekânlarda farklı medeniyetler kuran bu insan toplulukları, zamanla toplumlaşarak farklı sosyo-ekonomik modeller ve örgütler meydana getirmişlerdir. Farklı iç düzene ya da yapıya sahip olan toplumlar, iç ve dış şartlara bağlı olarak kendi içinde de değişebilmektedir. Bu bağlamda sosyal yapı kavramı, toplumsal değişimi, değişim sürecini ve hızını açıklayan önemli bir araçtır (Gökçe, 1996: 2).
Sosyal yapı, kültürel öğelerle birlikte varolmakla birlikte bir nebze kültürel yapıdan farklı bir olguyu tasvir eder. Sosyal yapı daha çok, sosyal yapıyı oluşturan unsurların mekanik bir bütünlüğüdür. En genel anlamıyla sosyal yapı, bir grup oluşturan insanların rol, statü, yetki ve sorumluluklarının yanyana ve/veya üstüsteliğinden meydana gelen bütün”ü ifade etmektedir. (sosyolojisi.com) toplumun en küçük birimi olan aileden daha makro ölçekli yapılara kadar pek çok sosyal birim birer sosyal yapı unusuru olarak tanımlanabilir. Halk kültürünün değer ürettiği en küçük birim olan aileden başlayarak belki bir imece usulüyle bir araya gelen insanların oluşturduğu daha büyük birimlere kadar bazı normlara ve değerlere bağlı olan ve bu norm ve değerlerin ürettiği alışkanlık, gelenek ve kültür çerçevesinde şekillenen halk kültürüyle sosyal yapı arasında yakın ilişki bulunmaktadır. Bu genel tanımlardan sonra Ordu ve yöresine has bazı sosyal yapı özellklerine göz atalım.
Ailede toplumsal normlar çok önemlidir. Örf, âdet, teamül, gelenek, görenek ve töre toplum yapısını belirlediği gibi doğal olarak aile yapısını da belirlemektedir (Artun, 2013: 135).
Eskiden kırsal yerleşimlerde çoğunlukla geniş aile tipi haneler görülürdü. Babaanne, dede, baba, amcalar, bekâr halalar, torunlar aynı evin içinde yaşamaktaydı. Kalabalık yaşam süren aile düzen kurmak, düzeni devam ettirmek amacıyla kurallar koyar ve bu kuralları uygularlardı. Mahallede gündelik hayat erken saatlerde başlardı. Sabah erkenden kalkılır genellikle gelin bazen de kaynana kahvaltıyı hazırlar bütün aile fertleri aynı sofrada buluşur, karnını doyururdu (Sırtbaş, 2016: 77). Büyüklerin yönlendirmesi ile gün içinde neler yapılacağı konuşulur, görev dağılımı yapılırdı.
Sofraya oturulduğunda önce büyükler yemeğe başlardı. Sofra yer sofrası olup bütün aile dizlerinin üzerine çökerek sofrada yer alırdı. Tahta kaşıklarla, ortaya konan tabaktaki aştan bütün aile karnını doyururdu (Sırtbaş, 2016: 77). Sofranın da kendisine has ritüelleri ve gelenekleri vardı.
Evde dede ve nene yoksa otoriteyi baba sağlardı. Çocuklar evde babalarının yanında ayak uzatmaz, gereksiz yere konuşamaz, saygısızlık yapamazlardı. Ailede biri hata yaptığında önce uyarılırdı. Eğer hatayı yapan kişi bu davranışı yapmaya devam ederse babaya söylenir ve ceza alırdı. Bu ceza dayak yemek, odun taşımak vb. olabilirdi. Uyarı ve cezalardan sonra evlat o davranışı bir daha tekrarlamazdı (Sırtbaş, 2016: 77). Böylece geniş aile çekrdek aileden farklı olarak kendsine has kuralları ve işleyişi olan bir sosyal birim özelliği gösteriyordu.
Büyüklerin yanında tüm aile fertleri davranışlarına dikkat ederlerdi. Babanın, dedenin yanında çocuk sevilmezdi. Çocuk sevmek için büyüklerin olmadığı zamanlar ve yerler tercih edilirdi. Ayak uzatılmaz, geri laf söylenmez, bacak bacak üstüne atılmaz, eşler kendi aralarında konuşmazdı. Gelinler küçük çocuklarını emzirmek istediklerinde başka bir odaya giderler ve orada çocuğun karnını doyururlardı. Büyükler ateş yanan yerde önceden ocaklık denen yerlere yakın odalarda kalırlardı (Sırtbaş, 2016: 77). Yaşça aralarında fark olan aynı aileye mensup bireylerin birbirleriyle ilişkilerinin en net şekilde görüldüğü bu eile tipi maalesef çok az hanede varlığını sürdürmektedir.
Evde oturmak için büyük bir oda olurdu ve bütün aile burada otururdu. Böylece evde güçlü bir bağ oluşurdu. Çünkü bütün aile bir ateş etrafında ısınır, sohbet eder, birlikte zaman geçirirlerdi. Ailede bireyler arasında sıkı bağlar oluşurdu. Bireylerin aile büyükleriyle beraber oturması onlara edep ve adap yönünden büyük faydalar sağlamıştır. Bunun yanında daha samimi ilişkiler kurulmuştur (Sırtbaş, 2016: 78). Aile bireyleri arasında iletişim kopukluğunun yaşanmadığı na-dir yapılardan birisi bu aile tipinde muşahahs hale gelmiştir.
Eskiden birlikte yaşamak çok doğal karşılanırken, ayrı olmak tuhaf karşılanmaktaydı. Aileler büyükleriyle saygı çerçevesinde bir arada yaşamaktaydı. Çekirdek aile olarak ev kuranlar genelde büyükleriyle çeşitli sıkıntılar sonucunda ayrılmış ailelerdi. Bunlara örnek olarak; gelin kaynana anlaşmazlıkları, baba oğul arasında çıkan husumetler vb. gösterilebilir (Sırtbaş, 2016: 78). Bazen de sorun yokken erkeğin maddi durumu, evli çocuğun gurbete gitmesi ve orada kendisine yeni bir düzen kurup eşini, çocuklarını yanına almasıyla da çekirdek aileler oluşurdu.
Çocuk okutma maddiyata dayanmaktadır. Halkın maddi geliri az olduğundan aileler çocuklarını okutmakta çok zorluk çekerlerdi. Maddi gücü yeten aileler ise sadece erkekleri okuturdu. Kız çocuklarını okutmak çok nadirdi. “Kız çocuğunun okulda ne işi var, sevgilisine mektup mu yazacak?” gibi anlayışlar hâkimdi. Şimdilerde 50 yaş civarında olan büyükler önceden her şeyin daha zor olduğunu söylüyorlar. Genel olarak “Elimde avucumda ne varsa satarım yeter ki okusun. Kendini kurtarsın. Benim gibi sıkıntı çekmesin” diyerek borç harç çocuklarını okutur olmuşlardır (Sırtbaş, 2016: 78). Kız çocukları hakkında eskilerin düşündüklerinden farklı düşüncelere sahip olmaya başlamışlardır.
Babalar “Kızım okusun, el eline bakmasın, muhtaç olmasın” diyerek kız çocuklarını okullara göndermişlerdir. Gölköy gibi yüksek yerleşim yerlerinde ailelerin çocuk okutmaya ayrı bir önem verdikleri de görülmektedir. Okula gönderilen çocukların, gençlerin harçlıkları köyde bulunan hayvanlardan elde edilen ürünlerin satılmasıyla ya da tarlada ekilip dikilen arpa, buğday, mısır, patates gibi mahsullerin satılmasıyla sağlanırdı. Yöreye fındık 1960- 1970 yıllarından sonra maddi gelir sağlamıştır (Sırtbaş, 2016: 78). Çocuklar babalarının verdikleri 5-10 yumurtayı, 5 kg sütü vb. satarak haftalık harçlıklarını çıkarmış olurlardı.
Baba öldüğü zaman ailede söz sahibi evin en büyük erkek evladı olmaktadır. Bu adet geçmişten günümüze devam etmiştir. Ailede erkek evladın ağırlığı daha çok hissedilmektedir. Ama anne sağ ise onun sözü de evde çok önemlidir. Annenin evde büyük bir ağırlığı bulunmaktadır. Bu ağırlık ön planda gözükmese de aile bireylerinin üzerinde çok etki göstermektedir. Evde söz sahibi ataerkil yapıdan dolayı baba gibi gözükse de asıl evi yöneten, işleri düzene sokan, aile efradına yön veren başka bir güç bulunmaktadır yöre kadını ev yönetiminde önemli ölçüde söz sahibi olmaktadır (Sırtbaş, 2016: 78). Fakat yine eski kadınlar büyük bir olgunlukla her ortamda eşini ön plana çıkarmakta, nazar etmekte, evin reisinin eşi olduğunu söylemektedir.
Eğitim
Çocukların eğitimini aile içindeki büyükler vermekle birlikte babanın otoritesi daha baskındır. Çocuk eğitimi ödül ceza sisteminde yürütülür. Babanın otoriter tutumu çocuğun yapmaması gereken davranışları sonucu uygulanan ceza yaptırımı çocuk için eğitimin bir parçasıdır. Verilen eğitim sayesinde neyin doğru neyin yanlış olduğu çocuk tarafından benimsenmekte, yanlış davranışların tekrar edilmemesi sağlanmaktadır (Sırtbaş, 2016: 80). Babaanneler evdeki dengeyi sağlar iş bölümünü yapar, çocuklarla ilgilenirlerdi. Evdeki en yaşlı alan kişi evin bilge kişisi olarak bilinmekteydi. Bu yüzden her konuda çocuklar onlara danışır, öğrenmesi gereken bilgileri onlardan öğrenirlerdi. Kızlar aile içindeki eğitimini annesinden alırdı. Anne küçük yaştan itibaren çocuğa bütün işleri öğretir. Kızlara küçüklüğünden beri ev içinde görevler verilir el becerisi kazanması sağlanırdı. Gelinlik çağına kadar evdeki büyük kadınlardan her şeyi öğrenmeye çalışırlardı (Sırtbaş, 2016: 80).
Karar Alma
Ailede karar almada etkili olan kişi evin en büyüğü olan babaanne, dede ya da babadır. Ailenin reisi, büyüğü aileler arasında farklılık gösterebilmektedir. Ailede en büyük erkek yani dede ya da baba varsa bu kişi söz sahibi olmaktadır. Evin büyüğü erkek vefat etmişse oğlu evin reisi olarak görev yapmaktadır. Evin büyük kadını hayattaysa birçok konuda kadının sözüne de önem verilir. Evde kadınların da sözü geçmekteydi erkeklerin karar vermelerinde etkiliydiler. Görünüşte sadece erkeklerin hâkimiyeti varmış gibi görünse de bazı hususlarda erkekler eşlerine danışmakta onların da fikirlerini almaktaydılar. Evin kızı istenmeye gelindiğinde evin büyükleri kendi aralarında konuşurlar, annesine de kızı yetiştirdiği için fikri sorulurdu. Ama son kararı yine evin büyüğü, reisi vermekteydi. Kalabalık ailelerde büyükler söz sahibi olduğu için gelinlerin fikri açıktan alınmazdı. Gelinler eşleriyle konuşur eğer ailelere söylenecekse de evin oğlu söylerdi. Kızların istenmeye gelmesinden itibaren evliliğe izin verme ya da vermeme konusunda karar alınması ciddi kararlardan biridir (Sırtbaş, 2016: 81). Her zaman olduğu gibi son söz babaya ait olsa bile aile düğürlüğe gelen aileyi sorup soruşturur sonra karar verirdi.
İş Bölümü
İş bölümü evin büyüğü ve söz sahibi olan baba tarafından yapılmaktaydı. İş bölümü büyükler tarafından yapıldığı için itiraz edilmezdi. Sabah kalkıldığında kahvaltıda buluşan aile bireylerine, baba tarafından yapılması gereken işler kişilere söylenir; kişilerin becerileri ve yeterliliklerine göre iş dağılımı yapılırdı. Büyük çocuklar evin geçim kaynağına göre hayvan otlatmak, ormandan odun kırma gibi iş dağılımlarında görev yapmaktadır. Küçük çocuklar ise ev işlerinde anneye yardımcı olmaktadır. Kız çocukları daha çok evde temizlik, yemek yapar ve boş zamanı kalırsa çeyizi için işleme vb. yapardı. Kadınlar evin yemeği, evin temizliği ve tertibiyle ilgilenmektedirler. Bununla birlikte küçük kızlarına da eğitim vermektedirler. Dışarıya çalışmaya giden erkeklerin eline kuşluk vaktinde yemesi için azlıkta veren evin kadınlarıdır. Tarlada, bağda ve bahçede çalışan evin erkeklerine öğlede yemek hazırlayıp götürmek kadının sorumluluğunda bir iş olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk kadını çalışkan olduğundan tarlada tek başına çalıştığı da çok olurdu (Sırtbaş, 2016: 80).
Aile Hukuku
Ailede mevcut malların paylaşımı yani miras genellikle baba öldükten sonra anne sağ ise dörtte biri anneye, geri kalan kısım kardeşler arasında taksim etmek, suretiyle dağıtılmaktadır. Kızlara mal, bahçeden pay vermeye çok az rastlanmaktadır. “İki kız bir oğlan payı” denilen bir pay usulü ile taksim yapılmaktadır. Yani bir erkek çocuğun hakkına iki kız çocuğu ancak sahip olabilmektedir. Vasiyet usulü ile genelde mirasta kız çocuklarına yer verilmemektedir. Baba oğullarından, kızlara ev yapmak amacıyla toprak bırakmalarını istemektedir. Böylelikle kız çocuklarının gönlü hoş tutulmaya çalışılmıştır. Diğer bir miras paylaşım usulü ise kızlar üçte bir, erkeklere üçte ikisi verilmesi şeklindedir. Bunun dinin emri olduğu düşünülmektedir (Sırtbaş, 2016: 81). Kız çocuklarına bırakılan topraklar genellikle uzak yerde bulunan topraklardır.
Aile Toplantıları
Eski yıllarda mahallelerde geniş aile yapısı olduğundan insanlar birbirlerine daha bağlıydı ve mümkün olduğu kadarıyla birlikte zaman geçirmeye çalışırlardı. Bu toplantılarda gençler birbirlerine bilmeceler sormakta, masallar anlatmakta, şiir ve mâniler söylemektedir. Toplantılar genel olarak kış aylarında olmaktadır. Çünkü bahar ve yaz aylarında mahallede işler olmakta ve insanlar bu işlerle ilgilendiği için sohbet etmek için zaman bulmakta zorlanmaktaydılar.
Sözlü kültürün büyük ölçüde gelecek nesillere taşındığı bu aile toplantıları son yıllarda önemini yitirmiştir. Aile büyüklerinin bir araya gelmesiyle oluşan toplantılar da görülmektedir. Bu toplantılarda aile büyükleri aile problemlerinden bahsetmekte, yapılacak işlerle alakalı fikir alışverişinde bulunmaktadırlar. Kadınların tek başlarına toplantı gelenekleri çok sık görülmemektedir. Kadınlar kına gecesinde, düğünlerde baş başa kalıp buralarda ayakta kısa süreli ya da oturarak sohbet edip zaman geçirmektedirler (Sırtbaş, 2016: 82). Birlikte eğlenceli kaliteli zaman geçirmektedirler. Birlikte geçirilen zaman sevgi, saygı, dayanışma duygularının gelişmesini sağlar.
Komşuluk
Komşuluk Türk kültürünün en güçlü ve yaygın olarak kullanılan geleneklerinden biridir. Birçok deyimlere, atasözlerine, hikâyelere, masallara öğüt vermesi açısından konu olmuştur. Kültürde büyük öneme sahip olan komşuluk birbirini sevme, hürmet etme ve saygı gösterme hususlarını insanda düzenlemektedir (Artun, 2013: 278). Mahallelerde insanlar genel olarak komşularıyla yakın akrabadır, bu yüzden komşuluk ilişkileri çok gelişmiştir. Komşuluk ilişkileri yardımseverliği ve samimiyeti beraberinde getirmiştir. Komşular genel olarak birbirini tutar ellerinden geldikçe, güçleri yettikçe birbirlerini korur ve yardım ederler (Sırtbaş, 2016: 78). İslamiyet ile birlikte değeri artan komşuluk geleneği insanların kendileri için istediği güzellikleri yakınları için de istemesinin sonucunda oluşan güzel bir meyvedir (Sırtbaş, 2016: 78).
Komşuluk değerinde yardımlaşma ve dayanışma önemli bir kavramdır. Aileler dışarıdan bir misafir geldiğinde ağırlarken komşular da kendilerini o misafirden sorumlu hissetmekte, karşılama ve ağırlama sırasında yardımcı olmaya çalışmaktadırlar (Sırtbaş, 2016: 79). Bu hassasiyet, yardımseverlik komşuluk ilişkilerinin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir
Bayramlar, düğünler, özel toplantılar, ramazan ayı öncesi veya kışlık hazırlık için komşular bir araya gelir her türlü yardımlaşma işi birlikte yaparlar. Düğünler için yemekler beraber imece usulüyle hazırlanmaktadır. Kış için yufka açma, turşu vurma, pekmez veya reçel kaynatma gibi birçok hazırlık için birbirlerine yardımcı olmaktadırlar (Sırtbaş, 2016: 79). “Ev alma komşu al”, “Komşu komşunun külüne muhtaçtır”, “Komşu akrabadan önce gelir.” gibi birçok dînî veya geleneksel olarak söylenmiş olan sözler mahallelerde genellikle kullanılmakta ve uygulanmaktadır (Sırtbaş, 2016: 79).
Nüfus Hareketliliği ve Göç
Ordu’nun göçle ilgili verilerine bakıldığında il ciddi anlamda bir taraftan göç alan diğer yandan da göç veren bir yerdir. 2008 yılında Ordu toplamda 217.500 kişi göç almış, aynı dönemde toplamda 246.100 kişi de göç vermiştir.
7 yıl içerisinde toplamda aradaki fark ise 28.600 kişidir ki bu rakam Anadolu’nun bir başka coğrafyasında küçük çaplı bir ile tekabül etmektedir. Bu rakamlar Ordu’nun nüfus değişimi bakımından oldukça dinamik bir yapı arz ettiğini ortaya koymaktadır.
Aşağıdaki tabloda Ordu’nun yıllara göre izlediği göç seyri gösterilmiştir. Buna göre en büyük hareketlilik 21.645 kişilik farkla 2012 yılında gerçekleşmiş, 48.240 kişi Ordu’ya göçerken aynı yıl 26 595 kişi Ordu’dan göç etmiştir. Ordu genelinde sebebi eğitim, sağlık ve istihdam gibi kritik alanlar olan daimî göçler yanında, sebebi arıcılık, hayvancılık, yaylacılık ve inşaat işçiliği gibi alanlar olan mevsimlik göç olgusu da Ordu’da gözlemlenmektedir.
Tablo: Ordu İlinin Aldığı ve Verdiği Göç
Yıl | Aldığı Göç | Verdiği Göç | Göç Farkı |
2014 | 28.555 | 39.937 | -11.382 |
2013 | 30.792 | 46.332 | -15.540 |
2012 | 48.240 | 26.595 | 21.645 |
2011 | 23.963 | 34.472 | -10.509 |
2010 | 27.896 | 36.241 | -8.345 |
2009 | 30.335 | 31.296 | -961 |
2008 | 27.719 | 31.458 | -3.739 |
Kaynak: TÜİK Verileri, www.tüik.gov.tr