ORDU HALK KÜLTÜRÜ

Sözlü Edebiyat

Adlandırmalar

İnsan İsimleri

Türk toplumunda köklü bir gelenek olan ad verme geleneği hâlen önemini korumaktadır. Ad koyma dinsel yönlü bir törenle doğumdan üç gün sonra gerçekleştirilir. Aile yemek hazırlar. Çocuğun ad koyma töreni için gelen hoca çocuğun kulağına ezan okuduktan sonra belirlenen ismi üç kez tekrarlar. Ad belirleme genellikle büyüklerin tercihine göre yapılır. Çocuklara verilen isimlerin dinî yönü olmasına dikkat edilirdi. Seçilen isimler için Kur’an’da geçtiği için seçtim denildiği çokça duyulmaktadır.  Erkeklere Muhammed kızlara Fatma isimlerinin sıkça verildiği bunun kanıtıdır. Çocukların isimlerini genel olarak anne babaları değil evdeki büyüklerin verdiği görülmektedir. Erkek çocuklara dedelerinin, kız çocuklarına da anneanne özellikle de babaanne isimlerinin verilmesi çok sık karşılaşılan durumlardır. İsim konusunda kararsız olunduğunda büyüyen pırasaların başları kesilir. Her bir pırasaya bir ad konulur hangi addaki pırasa büyürse o isim bebeğe verilirdi (Sırtbaş, 2016). Ordu’da da isim koyma geleneği genel olarak Türk halk geleneğine benzer özellikler gösterir. İsimlerin belirlenmesinde İslamiyet’in rolü büyük olduğu yörede görülmektedir. Çocuğa verilen ismin Kuran’da geçip geçmemesi bir ölçüt olarak karşımıza çıkmaktadır. İsimlerin dinî nitelikli olması insanlarda görevini yapmışlık hisse uyandırmakla beraber mutluluk vermektedir. Bunun yanında ad verme geleneğinin yöredeki tezahürlerine bakılacak olursa, Türk kültürünün etkilerini de görmek mümkündür. Yöreye ait olmayan ve yörede benimsenmeyen isimlerin pek verilmediğini, bu şekilde kullanımların da ayıplandığı bilinmektedir (Kılıç, 2014).

TÜİK İstatistiklerine göre (TÜİK, 2017) Ordu’da kayıtlı insan isimleri kız ve erkek olarak tespit edilmiştir. Buna göre En çok kullanılan bayan ismi Fatma, en çok kullanılan erkek ismi Mehmet’tir. Fatma İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in kızının ismi, Mehmed ise Hz Muhammed Peygamber’in isminin yani Muhammed isminin kısa halidir. Böylelikle Ayşe, Hatice, Mustafa, Ahmet, Ali, Hasan gibi dini niteliği bulunan insan isimlerinin yörede çokça konulmuş olması bir tesadüf değildir.

Türkiye ve Ordu’da en çok kullanılan isimler

Türkiye

Ordu

Kadın

Erkek

Kadın

Erkek

Zeynep

Yusuf

Fatma

Mehmet

Elif

Eymen

Emine

Mustafa

Hiranur

Ömer

Ayşe

Ahmet

Defne

Mustafa

Hatice

Ali

Miray

Miraç

Zeynep

Hasan

Lakaplar

Lâkap veya Ordu ve Samsun yöresindeki söyleyişlerle ayama Türkçe Sözlük’te “bir kimseye veya sülaleye gerçek adından farklı olarak sonradan verilen ad” olarak tanımlanmıştır. Türkiye’nin pek çok yöresinde, özellikle de yüz yüze ilişkilerin, cemaat ilişkilerinin sürdürüldüğü bölgelerde neredeyse herkesin adı yanında bir de lâkabı vardır (Aydın, 2006: 27).

Ordu yöresinde insanlara kendi ad ve soyadları dışında kişinin şahsi bazı özelliklerine göre çeşitli lakaplar takılmaktadır. Bu lakaplar çoğu zaman şahısların gerçek isimlerinden daha fazla öne çıkmakta, hatta çoğu zaman şahısların gerçek isimleri bilinmemekte, verilen lakaplarla anılmakta ya da çağırılmaktadırlar. Lakaplar bu anlamda kişinin bir nevi sosyal kimliği haline gelivermiştir.

Takma adlar, daha çok geleneksel kesimde, özellikle köylerde çok görülmektedir. Bunlarda hemen hemen herkesin bir takma adı vardır. Bu ad kişinin ardından söylendiği gibi rahatlıkla yüzüne de söylenir. Ancak her lâkabın kişinin yüzüne söylenmesi Ordu ve Samsun yöresinde asla mümkün değildir.

Yörede bir kimseye duymaktan rahatsız olduğu açıkça belli olmasına rağmen topluluk içindeki konumu zayıfsa lâkabı söylenebilir. Topluluk içinde konumu zayıf olan kişi bundan hoşnut olmasa da sineye çeker. Ayrıca takılanı rahatsız etmiyor, yüceltiyorsa o zaman kişinin gerçek adı yerine lâkabı da geçebilir (Aydın, 2006: 28).

Perşembe ilçesinde şu lakaplar kullanılmaktadır (Kılıç, 2014: 98):

 A: Abi, Alaşman, Arafat, Arap, Armut, Aruk, Asker, Ayar

 B: Boyama, Buzkıran

 C: Cabbar, Cındık, Cıvık, Cinali, Coduk, Cücük, Cellat

 Ç: Çaluk, Çamaş, Çavuş, Çayır, Çaylak, Çıtırak, Çömez

 D: Dangalak, Davulcu, Dazo, Düdük, Dömbelek

 E: Eşşekçi, Eşkıya, Evliya

 F: Fakir, Fako, Fifi, Fittek, Fişek

 G: Gabirci, Gavruk, Gocaman, Gomit, Gondil, Gorgaze, Gorucu

 H: Hacımüftüoğlu, Hallo, Hatip, Hıcım, Hızarcı, Hortlak

 İ: İdiş, İğneci, İnoğlu, İtik, İyos

 K: Kaymakam, Keleş, Kesmük, Keğçekulak, Kınis, Karacaoğlan, Koç, Kopuk, Kuçi, Küçük

 M: Minco, Minnoş

 N: Neco, Nenem

 P: Pala, Palabıyık, Pazmat, Peldir, Piştek

 R: Reis, Reco

 S: Saddam, Sefero, Sivrisinek, Sofu, Soytaro

 T: Tarlafaresi, Tırlak, Topal

 Ü: Üşümük, Üvez, Üvey

 V: Vakvak, Vonalı, Vaydo,

 Y: Yalcı, Yalaka, yalamuk, Yanıko, Yapalak, Yavrucuğum, yusubo

 Z: Zındık, Zıpçı, Züğürt

Yer Adları

Halk kültürüne konu olan ad bilime ait veriler bir yöreye ait isimlendirme kültürüne dair zengin bilgiler sağlar. Herhangi bir yörede kullanılan, insan, eşya ve yer adları bize o yerin kültürüne ilişkin bazı ipuçları verir.

Yer adları da benzer şekilde yerel halk kültürünün özellikleri hakkında bize bilgiler vermektedir. Mesela tarihi bir şahsiyetin isminin bir mahalleye verilmesi tarihle aramızda bağ kurmakla kalmaz aynı zamanda böyle bir kişinin yörede yaşamış olduğunun da bilgisini sunar. Ya da antik dönemden kalan bir ismin başkalaşarak güncel dile kadar ulaşması o isme karşılık gelen belde ya da yörenin tarihsel derinliği hakkında bize fikir verir.

Pek çok yörede olduğu gibi Ordu’da da yer adları belli başlı özellikler göstermektedir. Yön ve konum bildiren, kaynağı su olan yer adları bulunmakla birlikte kaynağı dere tepe, dağ gibi yeryüzü şekilleri olan yer adları da bulunmaktadır.

İçinde renk adları geçen isimlerle birlikte astronomiye ait adların kullanıldığı yer isimleri de Ordu yer adlarına kaynaklık eden değerler arasında bulunmaktadır. Hava olayları, topluluk isimleri, madenler, gün, ay, yıl gibi zaman kavramları, çiçek, meyve, tahıl adları, evcil olan ve olmayan hayvan isimleri, tarım aletleri isimleri gibi yer adı koymaya kaynaklık teşkil eden unsurlar da Ordu yöresinde bolca bulunmaktadır.

Yine rütbe, unvan, sülale gibi alanlardan esinlenilerek konulmuş yer isimleri de Ordu’da bulunmaktadır.

Ordu’daki yer adları dil bilim açısından zengin bir çeşitliliğe sahiptir. Ordu’da Türkçe, Arapça, Farsça, Yunanca, İbranice ve Soğdca yer adları bulunması yörenin tarihsel olarak zengin bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir.

Ordu’daki yer adlarına özellikleri bakımından örnekler verecek olursak:

 

Yön Bildiren Yer Adları: Aşağı Kozpınar, Aşağıardıç, Yukarıdamlalı

Konum Bildiren Yer Adları: Başçardak, Darıcabaşı, Yokuşdibi

Kaynağı Su Olan Yer Adları: Göksu, Turnasuyu

Çay, Akarsu Kaynaklı Yer İsimleri: Çaybaşı, Çaytepe

Dere Kaynaklı Adlar: Dereyurt, Uzundere, Akçadere

Pınar Kaynaklı Yer Adları: Soğukpınar, Üçpınar, Beypınarı

Göl Kaynaklı Yer Adları: Gölköy, Gölcüğez

Dağ Kaynaklı Yer Adları: Bozdağı, İslamdağ, Kabakdağı

Tepe Kaynaklı Yer Adları: Akçatepe, Çaytepe, Çaltepe, Dumantepe, Tepeköy

Kaya Kaynaklı Yer Adları: Delikkaya, Kayaca, Kayadibi

Taş Kaynaklı Yer Adları: Taşça, Karataş, Kabataş, Yassıtaş

Düz İsmiyle Anılan Yer Adları: Düzmeşe, Düzköy, Döngeldüzü

Yayla Kaynaklı İsimler: Güzelyayla, Yaylalı

Kışla Kaynaklı: Karakışla, Kışlacık

Alan İsmiyle Birlikte Oluşan Yer Adları: Alankent, Arpaalan, Bayıralan, Çayıralan, Çukuralan

Yurt Kaynaklı İsimler: Erenyurt, Esenyurt, Altınyurt, Yeşilyurt

İçinde Renk Geçen Yer Adları: Akkuş, Akçadere, Alınca, Alacalar, Boztepe

Kara Kaynaklı Adlar: Karahamza, Karakiraz, Karabayır, Karacaören

-Hava Olayları Kaynaklı İsimler: Bulut, Dumantepe, Yağmurlar, Kıranyağmur

-Sayı Kaynaklı Yer Adları: İkizce, Beşdam, Üçpınar.

-Maden Kaynaklı Yer Adları: Madenköy, Altınyurt, Gümüşköy,

-Zaman Kaynaklı Yer Adları: Günören, Bahariye, Ramazan

-Çiçek, Bitki, Meyve Kaynaklı Yer Adları: Çiğdemköy, Elma Köy, Kızılelma, Kirazdere

-Kuş Adlarıyla Oluşmuş Yer İsimleri: Kumrulu, Turnasuyu, Doğanköy, Şahin

-Kale Hisar Kaynaklı Yer Adları: Hisarbey, Kızılhisar, Kaledibi

-Dinle İlgili Yer Adları: Sofutepesi, Kadılar, Dedeli, Hacılar

-Kişi Adları Kaynaklı Yer İsimleri: Hamzalı, Dursunlu     , Bekirli, Pınarlı

-Tarihi Şahsiyet Kaynaklı Yer Adları: Osmaniye, Haruniye, Aziziye, Selimiye

-Rütbe Kaynaklı İsimler: Beyli, Hıdırbey, Beypınarı, Hisarbey (Albayrak, 2011).

Atasözleri

Atasözleri dedelerimizden kalan, genellikle yaşanmış tecrübeler üzerine söylenmiş, nesilden nesile aktarılan, kalıplaşmış cümlelerdir, anonim karakter arz ederler. Bir millete ait olan millete ait unsurların tamamının kullandığı atasözleri olduğu gibi yerel ya da yöresel nitelik arz eden atasözleri de olabilir. Atasözleri genellikle kısa, bazen esprili, çoğu zaman özlü anlatım içeren, bazı örneklerinde kafiye içeren cümlelerdir.

Atasözlerinde genellikle "yiğitlik", "mertlik", "ağır başlılık", "konukseverlik", "aile", "akrabalık", "komşuluk", "dostluk", "görgü kuralları” “sağlık ve ölüm", "ekonomi", "tarım ve hayvancılık", "iklim ve takvim", "hayvanlar", "din”, "milliyet" gibi konular yer almıştır (Kaya, 2011).

Ordu’da yaşayan insanların duygularını dile getiren atasözleri akrabalık, dostluk, görgü kuralları, sağlık, ekonomi, iklim, insan ilişkileri için söylenmiştir. Şekil olarak da genellikle geniş zaman kipiyle çekimlendiği görülür. Atasözleri çoğunlukla tek yargı olmakla birlikte iki ve daha fazla yargı bildirdikleri de görülmüştür. Yörede kullanılan atasözlerinin bazılarının bölgeye ait olduğu diğerlerinin ise tüm yurtta kullanılan atasözleriyle benzerlik gösterdiği tespit edilmiştir (Kaya, 2011).

Ordu yöresinde kullanılan atasözlerini aşağıdaki gibi listelemek mümkündür (Kaya, Kılıç, Topçuoğlu)

 

Abdal düğünden, çocuk oyundan bıkmaz.

Acın baş yanında ölmektense dokun ayağı yanında ölmek daha iyidir.

Acındırsan arsız olur acıktırırsan hırsız olur.

Aç dokun halinden, dok açın halinden bilmez.

Adam olacak çocuk bakışından bellidir.

Ağlayanın malı gülene fayda vermez.

Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar.

Ağrımayan başa çaput sarma.

Akıl olmayınca neylesin sakal, hamançeyi dağa çekti çakal.

Akşamın hayırından sabahın şerri iyidir.

Alma mazlumun ahını gökten indirir şahını.

Altın pas tutmaz, yiğit yas tutmaz.

Ana, baba evlât için, evlât kendi başı için.

Anamın ekmeğine kuru, ayranına duru demem.

Anası ne çıkarsa danası da o çıkar.

Anasına bak gızını al, sandıktaki bezini al.

Ateşi yaktım köz olur, sana söylerim söz olur.

At ile avrat emanet edilmez.

Atamı beğenmeyenin atası ötesi belli.

Atımı beğenmeyenin eşeği olsa.

Atın tepmeyeni, itin kapmayanı olmaz.

Ayranı yoktur içmeye, atınan gider sıçmaya.

Az veren candan çok veren maldan.

Azını çocuğa, çoğunu kocana göster.

 

Baba malı değerlidir değerini bilene.

Baba ölür evlât kalır, âdettir.

Bağa bak üzüm olsun, yemeye yüzün olsun.

Bir çocuğun kırk ebesi olursa ya kör doğar ya topal.

Borç yiyen kesesinden yer.

Binini yerse binini bırakır, yenen yerdedir bereket.

Bir gram et kırk ayıp örter.

Bir kötünün yedi mahalleye şerri dokunur.

Birine kötülük düşüneceğine başına sağlık düşün.

Bugün buldu bugün yiya, yarın buldu yarın yiya.

 

Çok verme arsız edersin, az verme hırsız edersin.

Çocuğu beşikte uşağı eşikte terbiye etmelidir.

Çocuğu olmayanın bir derdi, olanın bin derdi vardır.

Çocuğu olmayanın merhameti olmaz.

Çocuğun bulunduğu yerde gıybet olmaz.

Çocuğun yediği helâl, giydiği haram.

Çocuk düşman kazığıdır.

Çocuk ferman dinlemez.

Çocukla yola gitme, yükün düşerse güler.

Çocuklu bir aile duymaz keder gaile.

Çocuksuz ev meyvesiz ağaca benzer.

Çocuksuz ev odunsuz ocağa benzer.

Çocuktan al haberi.

 

Dedikodu ev dağıtır.

Doğmadık çocuğa kaftan biçilmez.

Dokuz ölç bir biç.

Dost ile ye iç alışveriş etme.

Dürüst ve namuslu olursa bir kişi doğruluk ve iyiliktir her işi.

 

Eden bulur.

Eloğlu evlât olmaz.

El öpmekle dudak aşınmaz.

El yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu değirmen taşı sanır.

Elden gelen öğün olmaz olsa da vaktinde bulunmaz.

Erken evlenen döl alır.

Eşeğin sevmediği ot burnunun dibinde biter.

Eşeğini dövemeyen palanını döver.

Esirgenen göze çöp çok düşer.

Etme gulum, bulursun zulum.

Ev danasından öküz olmaz.

Evinen iyi ol, köyüne karşı gel; köyünen iyi ol Ordu’ya karşı gel.

Eyülük yapdım kele, duyurdu beni ele.

 

Farenin geçtiği yerden yol olur.

Fukaranın çocuğu, zenginin atı kıymetli olur.

 

Garip kuşun yuvasını Allah yapar.

Gelin ata binmiş ya kısmet demiş.

Gelin ayağından, çoban dayağından belli olur.

Gönül çocuğa benzer, her gördüğünü ister.

Gurunun yanında yaş da yanar.

Güvenme varlığa düşersin darlığa.

 

Hak değirmende olur.

Hanım çardaktan inmez, camış çardağa çıkmaz.

Hayırsız evlât baba ocağına incir diker.

Her ağaçtan ok olmaz, her çember takanda garı, her şapka takandan erkek olmaz.

Her geceyi Kadir, her geleni Hızır bil.

Her inişin bir yokuşu vardır.

Her şey yolunda gidiyorsa muhakkak bir yanlışlık var demektir.

Hırsız evden olursa öküz bacadan çıkar.

Hoca ne derse desin cemaat bildiğini okur.

 

Isıracak köpek havlamaz.

İyi günde dostlar beni, kötü günde daşlar beni.

 

Kalkacağın yere oturma.

Kardeş kardeşi atmış yâr başında tutmuş.

Karısı çirkin olan sırt sırta, güzel olan yüz yüze bakar.

Keçinin yemediği ot başını ağrıtır.

Kefenin cebi mi var.

Kem söz sahibine yaraşır.

Kızını dövmeyen dizini döver, oğlunu dövmeyen özünü döver.

Kimse bilmez şu dünyanın fendini kime iyilik ettinse ondan kolla kendini.

Kimse bitli yorganı üstüne almaz.

Komşunun tavuğu gomşuya gaz görükür.

Kork abulun beşinden öküzü ayırır eşinden.

Koyunun olmadığı yerde keçi Kerim Ağa imiş.

Köpek sahibini ısırmaz.

Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olurmuş.

Kurt koyunun peşi sıra ümitlene ümitlene yaylaya çıkmış.

 

Ne verirsen elinle o gider seninle.

Niksar’a buğdaya giderken evdeki bulgurdan olmak.

 

Oğlan ocakta, ayran bucakta.

Oğlan olsun, deli olsun ekmek olsun kuru olsun.

Ölüsü olan bir gün, delisi olan her gün ağlar.

Öksüz çocuğun bağrında yağ olmaz.

Öksüz çocuk göbeğini kendi keser.

 

Parası olmayanın kimsesi olmaz.

 

Sade zerde pilav olmaz, bal gerektir gazana.

Sağlamsan pazara, hastaysan mezara.

Sen ağa ben ağa inekleri kim sağa.

Sen hot, ben hot kim versin bizim beygire bir çöp ot.

Senin yaptığım çocuk bile yapmaz.

Sıçan sadırının değirmene faydası varmış.

Sinek küçüktür emme mide bulandırır.

 

Sakınan göze çöp batar.

Sofrada elini, mecliste dilini gözet.

Su bulanmayınca durulmaz.

 

Şişman yağ, zayıf can verir.

 

Tek taştan duvar olmaz.

Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.

Tok açın halinden ne anlar.

 

Uyuyan öküze saman yok, açıkgözü jandarma yapmışlar.

 

Üstüne koyarsan bin, üstüne koymazsan hiç olur.

Üveyden öz olmaz, çalıdan köz olmaz.

 

Yazın başı pişenin kışın aşı pişer.

Yazın gölge hoş kışın çuval boş.

Yazın yaşa kışın taşa oturma.

Yetim hırsızlığa çıkmış ay akşamdan doğmuş.

Yol yürümekle borç ödemekle biter.

Yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmez.

 

Zenginin malı züğürdün çenesini yorar.

Züğürdün düşkünü beyaz giyer kış günü.

Deyimler

Asıl manasının dışında yeni bir anlam yüklenerek bir düşünceyi daha güçlü bir şekilde ifade etmeyi amaçlayan, iki veya daha çok kelimeden oluşan söz gurupları deyim olarak tanımlanır (Kılıç, 2014: 104).

Deyimler kendisini oluşturan kelimelerin gerçek anlamlarından uzaklaşırlar. Deyimleri farklı kılan ve aktarıma müsait hale getiren de bu yönüdür. Anlamları dışında kullanılan kelimelerle bambaşka bir meramı kısa ve özlü sözcüklerle ifade etmek bu sözcükleri değerli kılmakta, deyimler günlük hayatın ve sözlü edebiyatın, dolayısıyla halk kültürünün vazgeçilmez öğeleri olmaktadırlar.

Ordu yöresinde kullanılan deyimlerin aşağıda en önemli örekleri verilmiştir (Kılıç ve Sırtbaş).

Ağzının kolayıyla konuşmak.

Ayazda kalmak.

Aklını yemek.

Azdan çoktan hazırlamak.

 

Bıyığı terlemek.

Bıyığını kıvırmak.

Buğuz etmek.

Baş düşürmek.

 

Canı tatlı.

Canı tez.

Ciğir etmek. (Evden kaçmak)

Cin çarpmak.

Cin gatcuk kalma. (Küçücük kalma)

 

 

Çıta gibi giyinmek.

Çayıra buzalamak.

Çekiş etmek.

 

Dırdır etmek.

Diş bilemek.

Doğmamış bebeğe don biçmek.

Domates gibi olmak.

 

Eleyip asmak.

Ekmekli kadın olmak.

Evin direği.

 

Fal daşı gibi açılmak.

Fındık kabuğuna girmek.

Fındık kırmak.

 

Gadasını almak.

Gasbana yapmak. (Zorla yaptırmak)

Gıçı çıkmak.

Gıçı ile balık tutmak.

Gıçından konuşmak.

Gıçından nefes almak.

Gıçının harcı olamamak.

Gönlü büyütmek.

Gümbür gümbür gümbürdemek.

 

Hasım sahibi olmak.

Hayıflanmak.

Hay soyka hay. (Huysuz, yaramaz kişiler için söylenir)

Hışır etmek. (Bozmak, parçalamak)

Hin oğlu hin.

Hopur hopur oynamak.

Höşür höşür ağlamak.

I

Işıl gibi parlamakç

Iraat etmekç

Irağı yakın etmekç

 

Kaluk kalmak. (Kalmış, eskimiş)

Keleklik etmek.

Kiril kiril dönmek.

Kuyruklu olmak.

Küldüredek dökmek.

 

Mada gezeletmek.

Mada kovuşturmak.

Mudara olmak.

 

Okkanın altına inmek.

On fındığın dokuzunun boş olması.

Oturaklı olmak.

 

Ölmüşlerinin ağzında bulunmak.

 

Peşe düşmek.

Posul gibi olmak.

 

Sapına kadar gitmek.

Sapından küpüsünden konuşmak.

Sırtını beke almak.

Softalık yapmak.

 

Takalak çalmak.

Takalak etmek.

Takalak yapmak.

Temelleş olmak.

 

Üşütük olmak.

 

Yağ küleği kafalı.

Yalavuz kalmak.

Ye kabağı çık yapalağı.

Yediğin işkembe gezdiğin Perşembe.

Yılan gibi soğuk olmak.

Yüreği geçmek.

Yüreği yarılmak.

 

Zındığı yemek.

Zırlayıp durmak.

Bilmeceler

Bilmece, “bir şeyin adını anmadan niteliklerini üstü kapalı söyleyerek o şeyin ne olduğunu bulmayı dinleyene veya okuyana bırakan oyun, muamma” olarak ifade edilmektedir. (Sırtbaş, 2014)

Bilmece metinlerine rastlanan ilk kaynak Codex Cumanicus’tur. Bilmece kelimesi Batı Türkçesinde “bilmek” fiilinden türemiştir (Sırtbaş, 2014: 49).

Bilmeceler, kafa karışıklığı yaratmak veya cevabı bilmeyen kişilerin nüktedanlığını denemek amacıyla oluşturulmuş sorulardır. Bilmece sorma; çağlar boyu halk kültürünün deneyimleri sonucu biçimlenerek günümüzdeki şeklini almış, belirli kuralları olan, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze gelmiş bir gelenektir. Bilmecelerde toplumun düşünce yapısını, ortak beğeni ve kültürünün yansımasını görüyoruz (Kaya, 2014: 104).

Ağzı açık alamet, içi kızıl kıyamet. (Fırın)

Ağzından koyar, ağzından çıkarır. (Yayık)

Akşam olunca açılır, sabah olunca kapanır. (Yatak)

Alaca bulaca, çıkar gider ağaca. (Fasulye)

Alaca mezar dünyayı gezer. (Göz)

Alçak dallı, yemesi ballı. (Çilek)

Altı göl, üstü gül. (Gaz lambası)

Altı kırmızı üstü yeşil. (Havuç)

Altı sudur içilir, üstü çayır biçilir. (Koyun)

Altı tahta, üstü tahta, içinde çalışır, yüz bin usta. (Arı kovanı)

Ben giderim o gider, içim sıra tık tık eder. (Kalp)

Ben giderim o da gider, yanım sıra tin tin eder. (Gölge)

Ben gidiyom yanımda tim tim ediya. (Gölge)

Beyaz odanın içinde, sarı gelin. (Yumurta)

Bilene gereksiz, bilmeyene yetersiz. (Öğüt)

Bilmece bildirmece dil üstünde kaydırmaca. (Dondurma)

Bir kutum var, içinde deli usta var. (Arı)

Bir kuyum var, içi dolu suyum var. (Burun)

Bir sandığım, rengim yeşil, içim kızıl, siyah incilerim var. (Karpuz)

Bir şapka, bir direk. bunu bilmeyen kelek. (Mantar)

Bir vururum, bin dökülür. (Elek)

Biz biz idik, otuz iki kız idik, ezildik, büzüldük, bir duvara dizildik. (Diş)

Burdan baktım bir tane, içini açtım bin tane. (Nar)

 

Çarşıdan alınmaz, mendile konulmaz, tadına doyulmaz. (Uyku)

Çıt çıtan ağacı, kırmızı leylek, kramaton ağacı, çık çık çardağa, yem ver ördeğe, gel atına yem ver, ben vermem sen ver. (Mısır)

Çıt çıtan ağacı, pıt pıtan ağacı, kırmızı leylek, kılabudan ağacı. (Biber)

 

Dağa gider seslenir, eve gider yaslanır. (Balta)

Dağa varır tatar eyler, davulu zurnayı öter eyler, dömbeleç dömbeleç gözleri var, nikser nikser ayakları var. (Kurbağa)

Dağdan gelir, taştan gelir, beş bıyıklı, enişten gelir. (Töngel)

Dal ucunda kitli sandık. (Ceviz)

Dam başında kadı gibi, göğe çıkar cadı gibi. (Baca)

Dayak yer suçu yok, af dileyecek ağzı yok. (Davul)

Dışı katık, içi kütük. (Zeytin)

 

El eker, dil biçer. (Yazı)

Elde durmaz, dalda durur. (Kuş)

Elemez, melemez, ocak kırağına gelemez. (Yağ)

Eti haram, sütü helal. (Arı)

Etten kantar, altın tartar. (Kulak)

Evin arkasında gaynar kazan. (Karınca yuvası)

 

Gelin içerde, saçı dışarda. (Mısır)

Gider gider gözü olmaz, geri gelmeye yüzü olmaz. (Ölü)

Göl üstünde eğri dal. (Kulplu kazan)

 

Hanım içerde, saçı dışarda. (Mısır)

Havada uçar izi yok, şekere benzer tadı yok. (Kar)

Havayı havayı, yüksek yapar yuvayı, cümle alem yapamaz, onun yaptığı yuvayı. (Örümcek)

 

İçi kara, dışı kara, bunu bilmeyen maskara. (Zeytin)

İki kızım var, biri oturur, biri kalkar. (Terazi)

 

Kanadı var, kuş değil, boynuzu var, koç değil. (Kelebek)

Kulağı büktükçe, ağzı sulanır. (Musluk)

Küçücük fıçıcık, içi dolu turşucuk. (Limon)

 

Mesel mesel metlice, kıyıları etlice, ortası tatlıca. (Karpuz)

Meseli metten sakalı etten. (Horoz)

Minareden attım kırılmadı, suya attım kırıldı. (Kâğıt)

 

Ne canı var, ne kanı var, beş parmağı var. (Eldiven)

 

O odanın içinde, oda onun içinde. (Ayna)

 

Paltosu var yeşil, elbisesi kırmızı, düğmeleri siyah. (Karpuz)

Pişirirsen aş olur, pişirmezsen kuş olur. (Yumurta)

 

Saran almaz, alan giymez, giyen görmez. (Kefen)

Sarı sarı sarkar, düşerim diye korkar. (Armut)

 

Şapkası yeşil, entarisi mor. (Patlıcan)

 

Tarlada yeşil, çarşıda siyah, evde kırmızı. (Çay)

Taştandır, demirdendir, yediği hamurdandır, dünyaları doyurur, kendi doymaz. (Fırın)

 

Uzaktan baktım bir taş, yanına vardım, dört ayak bir baş. (Kaplumbağa)

 

Yapan satar, alan kullanmaz, kullanan bilmez. (Tabut)

Yarım kaşık, duvara yapışık. (Kulak)

Yazı yazar kalem değil, semeri var eşek değil, nefes alır insan değil. (Salyangoz)

Yazın giyinir, kışın soyunur. (Ağaç)

Yemeğin başı, hastanın aşı. (Çorba)

Yer altında kırmızı kazık. (Havuç)

Yer altında sakallı dede. (Pırasa)

Yer altında yağlı kayış. (Yılan)

Yeşil sandığı açtım, siyah boncuğu saçtım. (Karpuz)

Yol üstünde boynu eğri. (Adam)

Yol üstünde kilitli sandık. (Mezar)

Yol üstünde pürçekli gelin. (Yulaf)

Yuvarlaktır, düz değil, doksan dokuzdur, yüz değil. (Tespih)

Bilmece sorma geleneği yörede hâlâ devam etmektedir. Özellikle fındık zamanlarında bir araya gelen insanların hem iş yapmak hem güzel vakit geçirmek için birbirlerine bilmeceler sordukları tespit edilmiştir.

Tekerlemeler

O piti piti, karemala sepeti, terazi lastik cim lastik, biz size gittik kirlendik, hamama gittik temizlendik, dik dik dik.

 

Portakalı soydum, başu cuma koydum, ben bir yalan uydurdum, duma duma dum, kırmızı mum, dedemin sakalına kondurdum.

 

Kutu kutu pense, elmamı yese, arkadaşım (…) arkasına dönse.

 

Menekşe mendilim düşer, sizden bize kim düşer, sizden bize (…) düşer. 

 

Ali Baba tim tim, sakalına bindim, çarşıya gittim elma aldım, elma kurtlu, üzüm aldım, üzüm çöplü. Eve vardım keşkek pişmiş, Ali Baba düşmüş, bu oyundan çıkmış.

 

Aya maya kumpanya, babam aldı kumanya, anam onu pişirdi, davul gibi şişirdi, encik mencik sen oyundan çık.

 

Portakalı soydum, başucuma koydum, ben bir oyun uydurdum, duma duma dum, beş lira aldım, çarşıya vardım, çarşı yok, eve geldim hanım yok, Ali Dayı ölmüş tabut yok.

Ninniler

Ninniler edebiyatımızda yer edinmiş olan ezgili türlerdendir. Türkü içerisinde gösterilen ve çoklukla “ninni yavrum ninni” ifadesiyle başlayan ninniler, anaların çocuklarını sakinleştirmek ve uyutmak amacıyla söyledikleri ezgili manzumelerdir. Ninnilerdeki ezgi; sakinleştirici, gevşetici ve uyku getirici bir ezgidir. Ninni söyleyen anne belirli şiirlerden istifade eder ya da doğaçlama yoluna başvurur. Çocuklara ait güzel dilekler olabileceği gibi çocuklarla ilgili serzenişler de yer alır. Kaşgarlı’nın “Divanü Lügati’t-Türk’ünde “balu balu” adı verilen ninniye diğer Türk bölgelerinde “layla”, “laylay”, “sengildek yırı”, “elle”, “elley”, “nene”, “beşik cırı”, “aldey- aldey”, “ayva”, “hüvdi” gibi isimler verilmektedir (Sırtbaş, 2014).

 

Anonim ninnilerin çoğu yedi hecelidir ve mâni tipinde kafiyelenmiştir. Ninni söyleyen kişiye bağlı olarak anonim ninnilerde sık sık hece kusurları görülmektedir. Nazım birimi olarak ikilik, üçlük, dörtlük biçiminde ninniler, bentlerden meydana gelen ninniler beşten on sekize kadar uzayabilen ninniler olarak sınıflandırılmaktadır. Ünye’de derlenen ninnilerin ezgilerinde çeşitlilik olmakla birlikte bazıları doğaçlama bazıları türkülerden esinlenerek bazıları da şiirlerden yararlanarak söylenmektedir (Kaya, 2012).

Bazıları birbirine kısmen benziyor olsa da pek çoğu farklı ilçelerde farklı şekillerde söylenen ninniler şunlardır: 

 

Elledim eledim

Un eledim

Aynalı beşikte yavrum

Bebek belledim.

 

Nenni yavrum nenni

Uyutayım da büyüteyim

Çayırda yürüteyim

Seni yavrum

Gençlikler de büyü de yürü yavrum

Uza goca goca adam ol yavrum.

 

Hu, hu, hu yavrum

Ninniyle uyu yavrum

Allah sana lütfetsin

En güzel huyu yavrum

 

Güzel doğurmuş sütannesi

Yüzler berber aynası

Gözler Kâbe hurması

Yaylanın sülünü kaşlı

Kula’nın pirinci dişli

Ovanın ekini saçlı

Ninni yavrum ninni

 

Ninnilerin çoğunda annelerin çocuklarıyla ilgili iyi dilekleri konu edilmektedir. Anneler çocuklarının uyuyup hemen büyümesini, yürümesini hatta büyük adam olmasını ninni ezgileriyle çocuğa iletmektedirler. Ninni söyleme geleneği Ordu’da halen devam etmektedir. Kız çocuklarının oyuncak bebeklerini kucaklarına aldıklarında “eeee” ritmiyle bebeklerini uyutmaları, bu geleneğin daim olacağının bir işaretidir. Ninni söyleyen kişiler başta anne olmak üzere diğerleri babaanne ve anneannedir. Bunlar sevgi yüklü sözleri farklı ezgilerle söyleseler de içtenlik ortak paydadır (Kaya, 2012: 40).

Dualar

Ordu yöresinde özelikle sözlü kültüre konu olan ve günlük dilde de bir vesileyle söylenen dua ifadeleri Yasemin Sırtbaş’ın çalışmasında şu şekilde yer almaktadır:

 

Allah ağrı acı göstermesin.

Allah ağzının tadını bozmasın.

Allah ayağına taş dokundurmasın.

Allah daraltmasın.

Allah Halil İbrahim bereketi versin.

Allah hayırlı kapılar nasip etsin.

Allah iki cihanda aziz eylesin.

Allah iki cihanda istediğini versin.

Allah kesene bereket vere.

Allah seni başımızdan eksik etmesin.

Allah seni sevdiğine bağışlasın.

Allah tuttuğun dalları altın etsin.

Allah zihin açıklığı versin.

Anana babana rahmet olsun.

Biriniz bin olsun.

Biz yedik Allah arttırsın.

Cenabı Allah vücut sağlığı versin.

Cennet, mekânın ola.

Evine Hızır uğrasın.

Hayrını göresin.

Hızır yardımcın olsun.

Sofranız hacı sofrası olsun.

Su gibi aziz ol.

Tekerine taş değmesin.

Toprak diye avuçladığın altın olsun.

Vardığın yerde günler göresin.

Maniler

Mâni çoğunlukla hece ölçüsünün yedili, çok az olarak da dört, beş, sekiz ve on birli kalıbıyla söylenen; kafiye örgüsü “aaba” veya “baca” şeklinde olan; bazı türlerin mısra sayısı artsa bile, çoğunlukla tek dörtlükten oluşan; her zaman ana tem olan sevginin yanında, toplumu ilgilendiren hemen hemen bütün temaların işlendiği, anonim halk şiirinin en çok sevilen, en yaygın ve en eski türüdür (Çelik, 2005: 17). Mâniler yapılarına ve benzedikleri nazım şekillerine göre düz mâni, kesik mâni, ayaklı mâni, artık veya yedekli mâni, müstezat mâni olmak üzere beşe ayrılır (Kaya, 2007). Mânilerde Anadolu insanının düşünce yapısı, beğenisi, dertleri, kıskançlıklarını, özlemleri, sevgileri vardır. Mânilerin bir işlevi de söylenmesinden çekinilen sözlerin nükteli olarak ifade edilmesidir. Yöremizdeki mânilerin en önemli özelliği ezgili olarak dile getirilmesidir. Ayrıca doğaçlama söylenen mâniler ortamın müsait olmaması nedeniyle derlenen mânilerin sayısının az olmasına sebep olmuştur (Kaya, 2007).

Ordu yöresi mâni bakımından oldukça zengindir. Ordu manileri bölge insanının günlük yaşantısı, sosyo-ekonomik durumu, kültürel yaşamı gibi konularda ipuçları içermekle birlikte bölgenin fiziki yapısına dair bilgiler de manilerden rahatça çıkarılabilmektedir. Çeşitli zamanlarda araştırmacılar tarafından çok sayıda mâni derlenmiştir. Buraya kaydettiğimiz manilerin çokluğu bölgenin mâni geleneğinin oldukça güçlü olmasından kaynaklanmaktadır (Demir, 2006).

Yöreye ait nesilden nesile aktarılan bazı maniler şunlardır (Kaya ve Kılıç):

 

Elimdeki eğricek de

Fırıl fırıl dönecek

Babasına söyledim de

Gızı bana verecek

 

Gara duda yaslandım

Yağmur yağdı ıslandım

Gınamayın aslanlar

Şeker ilen beslendim

 

Mâniye maraz derler

Güzele kiraz derler

Yârinden ayrılana

Yana yana gez derler

 

Dereden duddum guşu

Çıkamıyom yokuşu,

Dut elimden sevdüğüm de

Olursun cennet guşu

 

Gemü gelür şan verür

Bolaman’a can verür

Bolaman’ın gızları

Goca diye can verür

 

İnce giyerüm ince

Pembe yakışır gence

İnsan bir hoş oluyor da

Sevdüğünü görünce

 

Mâni diyim ellerde

Söylenirim dillerde

Benim gibi var mı ola

Yâri gurbet ellerde

 

Kemençende tel olmaz

Sevdiğinde bel olmaz

Sen sevdiğinden vaz geçtin

Arayıp seni sormaz

 

Ak üzüm asmasıyım

Vona’nın basmasıyım

Doktur getirme anne

Yosmalar hastasıyım

 

İskelenin balarına

Yazı yazdım taşlarına

Giden gelen olsun

Neler oldu yaşlarıma

 

Kaleden atlatırım

Ak mısır patlatırım

Eğer böyle giderse

 

Pencereden bakıver

Bir fincancık rakı ver

Bir fincan rakı vermezsen

Gel koynuma yatıver

 

Asker ettiler beni

Kuram çıktı yemene

Sol yanımdan vuruldum

Derdim aktı çimene

 

Ördek geliyor ördek

Denize dala bata

Haftaya düğünüm var

Silahlar ata ata

 

Dağda tavşan avlarım

Ben bir bekâr oğlanım

Komşu everin beni

Kızınızı severim

 

Bahçelerde darılık

Ben de oldum sarılık

Alacaksan al beni

Benden geçti garılık

 

Aşk adamı öküz gibi böğürttürür

Değirmenlerde un eder öğüttürür

Doru at eder ovada seyittirir

Sana hayatı öğretir, eğittiri

 

Kazma kazarım kazma

Başımda yeşil yazma

Gel alayım koynuma

Uzakta durup azma

 

Belimde gümüş kama

Bir kız sarın arkama

Köyünüzde yok mudur?

Bir kız bana çok mudur?

 

Kemençemin sapları,

Erüktendür erükten,

Adam hiç vazgeçer mi?

Senin gibi ferükten,

 

Çapulamın tabanı

Ezmedendir ezmeden

Ölüm daha iyidir

Böyle dertli gezmeden

 

Entarisi al idi

Uzun saçı belinde

Hiç aklımdan çıkmıyor

Gece gündüz dilimde

 

Entarisi al basma

Alıp duvara asma

Perşembe’den gidiyom

Kimselerle konuşma

 

Elde iplik sararım

Çorap yapmak kararım

Seni Perşembe’de

Gece gündüz ararım

 

Yeşil araba doluyor

Abam gelin oluyor

Abam gelin olunca

Sıra bana geliyor

 

Pelit yaprak açmadan,

Dibi serin olur mu?

Davul zurna olmadan,

Kızlar gelin olur mu?

 

Ay doğar ayazlanır

Gün doğar beyazlanır

Kız oğlanı görünce

Hem gider hem nazlanır

 

Dağdan meşe biter mi?

Bu kış odun yeter mi?

Kocamanın koynunda,

Gelin sabah eder mi?

Fıkralar

Fıkra, halkın mizah gücüyle ortaya çıkmış sözlü ürünlerdir. Her olaydan gülünç bir malzeme çıkarmak zordur. Her gülünç malzemeyi uygun zamanını bulup uygun şekilde anlatmak da zordur. Bu iyi derecede bir kabiliyet gerektiren bir iştir. Fıkra, ince bir zekâ, güleç bir mizaç, yerinde nüktelerle beraber hazır cevap gerektiren bir uğraştır. Fıkralarda fikirler ince bir zekâ süzgecinden geçirmek suretiyle latife şekline sokulur. Böyle olmasından dolayı toplum gözünde itibar görür (Güney, 1971).

Karadeniz insanının kendine has, orijinal mizah anlayışı Ordu’da da kendisini yaşatmaktadır. Ordu yöresinde genel anlamda herkesin anlatageldiği, ülke düzeyinde bilinen fıkralar yanında yöreye özgü fıkralar da bulunmaktadır. Yörede anlatılan başlıca fıkralar şunlardır:

Fıkra 1: Bir gün iki tane köpek dalaşmaktadır. Köpeklerden küçük olanı büyük olanına galip gelmiştir. Büyük köpeğin sahibi bu durumdan rahatsız olmuştur. Yanındaki arkadaşı ona köpeğe muska yapmasını telkin eder. Çok iyi tanıdığı bir muska hocasının olduğunu söyler. Köpeğin sahibi muska yazan hocayı bulur. Hocaya: - Benim ite bir muska yazar mısın hocam? Küçücük köpeklere bile yeniliyor. der. Hoca gülümser. Hoca, köpeğin sahibinden muska yazmaya karşılık bir tane kara koyun getirmesini ister. Adam kara koyunu getirir. Hoca muskayı yazmaya başlar. “Niyet ettim kara koyunun etine, Muska yazdım bu adamın itine, açıp da okuyanın koyayım …” şeklinde muskayı yazar. Adam muskayı alır köpeğe takar. İtikada bağlı olduğu için köpek gerçekten o küçük köpeği dalaşta yener. Küçük köpeğin sahibi merak eder. Gizlice muskayı alır ve başka bir hocaya götürür. Bir mecliste üç dört hoca toplanmış oturmaktadır. Adam muskayı hocalardan birine verir ve bunun aynısından yazmasını ister. Hoca açar, gülmeye başlar ve yanındaki hocaya verir. Diğer hoca da açar, güler ve diğerine verir. Bu şekilde bütün hocalar okur ve gülerler. En son adam merakla sorar: - Hocam ne yazıyor bu muskada? Hoca: - Al sen oku. Adam Türkçe muskayı görünce şaşırıyor. İçindekileri okuyunca da gülümsüyor (Kılıç, 2012).

Fıkra 2: İki kardeş uyuz olurlar. Yörede bulunan sarı avu denilen bir bitkiyi ilaç olarak kullanmak için toplayıp getirirler. İyice kaynattıktan sonra suyunu iki kardeşin bütün vücuduna sürerler. Sarı avu denilen bitki acı bir tadı olan ve yakıcı etkisi olan bir bitkidir. İki kardeş vücutlarına sürülen ilacın etkisiyle evin bahçesinde bir o yana, bir bu yana dolanmaya başlarlar. Üzerlerindeki elbiseler olmadan dolandıklarını görenler gülmeye başlar (Kılıç, 2012).

Fıkra 3: Güreş geleneği yörede çok eskilere dayanan bir gelenektir. Pehlivanlık önemli ölçüde kahramanlık olarak görülmektedir. Mahalleler ve köyler kendi aralarında yarışmalar düzenlemekteydi. Geçmişte bu gelenek çok popülerdi. Herhangi bir sebeple bir topluluk oluştuğunda hemen güreş tutulurdu. Sırakovancı Köyü’nde parmakları kesik olan Çolak Amca lakaplı biri vardır. Çolak amca güçlü kuvvetli bir pehlivandır. Köyler arası güreş müsabakaları düzenlendiğinde karşı köyden gelenleri ilk olarak Çolak Amca ile karşılaştırırlardı. Misafir pehlivanlar Çolak Amcanın ustalığını görünce “bunların çolağı böyleyse normali nasıldır?” diye korkarak yarıştan vazgeçerlerdi (Kılıç, 2012).

Fıkra 4: Ramazan mahallesinde yaşayan ve fırıncılıkla geçinen bir adam akşamüstü akrabasını ziyarete gider. Saat gece yarısını henüz bulmuştur. Geri dönmek için hazırlanır. Akrabalarının kalması için ısrar etmelerine rağmen yola çıkar. Bugün Sinan Dede Evliya’sının mezarının bulunduğu yerin hemen yanından yaya yolu geçmektedir. Oradan geçtiği esnada mezarlıktan bir el ona “gel” işareti yaparak gelmesini istemektedir. Bu eli gören adam birden belindeki tabancaya sarılır ve karşıda görülen ele doğru ateş etmeye başlar. Ama bir türlü o ele zarar gelmediğini ve sürekli olarak “gel” işreti ile onu çağırdığını görür. Birkaç el daha ateş ettikten sonra durumda bir değişiklik yaşanmaması üzerine korkup kaçmaya başlar. O hızla köyün aşağısında bulunan dereye kadar iniyer. O korkuyla birlikte yine oradan köy merkezinde bulunan kendi fırınlarının olduğu yere doğru koşmaya başlar. Fırına ulaşınca can havliyle bir hamur teknesinin içine saklanır. Fırın çalışanları gece ekmek yapımı için fırına geldiğinde adam korkar. “Beni cinler almaya geldi” diye düşünür. Sonra bakar ki gelenler fırın çalışanı. Durumu fırın çalışanına anlatır. Sonra fırın çalışanı onu sakinleştirir, havalar da tam aydınlanmaya yakınken kolundan tutarak eli gördüğü yere giderler. Bir de bakarlar ki adama el sallayan bir sarmaşık yaprağıymış (Kılıç, 2012). 

Masallar

Masal, nesir şeklinde söylenen din ve inanışlardan bağımsız, hayal ürünü olarak ortaya çıkan ve anlatılanların inandırma kaygısının olmadığı anlatı türüdür (Kılıç, 2007).

Masallar tamamen toplumun hayal gücü ile yaratılmıştır. Halk hikâyelerinin masallardan ayrıldığı nokta gerçeğe dayanmasıdır. Masallarda gerçeklik söz konusu değildir. Başta ve sonda kalıplaşmış tekerlemeler kullanılır. Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde, pireler berber iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken gibi birçok kalıp sözler mevcuttur. Bu sözler olağandışı olayları anlatmak için hazırlık niteliğindedir (Kılıç, 2012).

Pek çok yörede olduğu gibi Ordu yöresinde de elektriğin, internetin, tv yayının olmadığı zamanlarda özellikle uzun kış gecelerinde aileler gerek kendi aralarında otururken gerekse misafir ağırlarken ve misafirliğe gittiklerinde eğlenmek ve zaman geçirmek için masallar anlatırlar böylece bu sözlü kültür nesilden nesile aktarılırdı. Ordu ve çevresinde eski zamanlardan bu yana anlatılan masallara şu örnekleri vermek mümkündür: 

Kekeme Güzel Kız: Bir ailenin dünyalar güzeli üç tane kızı varmış. Kızların güzellikleri dillere destan olsa bile kimselerin bilmediği bir kusurları varmış. Bu üç güzel kız kekemeymiş. Kızların anne ve babası kızları evlenemediği için çok üzülüyormuş. Günlerden bir gün kızların evinin önünden geçen bir kadın kızları görür ve çok beğenir. Kadın içinden “Bu kızlar çok güzeller keşke benim oğlum bunlardan biriyle evlense” der. Kızların ailesine bir aracı ile düğürlük gitmek istediklerinin haberini gönderirler. Kız tarafı misafirleri buyur edince görücü olan erkek tarafı misafirliğe gelmiş. Kızarın annesi misafirler gelmeden önce kızlarını yanına çağırmış ve onlara misafirler gidene kadar konuşmayın diye sıkı sıkı tembih etmiş. Kızların annesi misafirler geldiğinde “Uslu uslu iğvizi eğrin, sakın konuşmayın” demiştir. Dünyalar güzeli üç kız ve annesi görücüleri beklemeye koyulmuşlar. Misafirler gelince kızlardan biri yerde bir fare görüp, korkar “Da çıçan, da çıçan!” diye bağırmaya başlar. Bunun üzerine kardeşi de “Anam mitafir gelince udlu olun iğvizi iğrin demedi mi?” der. Görücüler bu kızların konuşmalarından iki kızın da dünyalar kadar güzelliği olmasına rağmen kekeme olduklarını anlamışlar. Diğer kız mutfakta misafirler için yemek hazırlarmış. Görücülerden biri iki kız kekeme çıktığı için bu son kızın da öyle olacağından şüphe etmiş. Mutfağa kızın yanına gitmiş, ona sorular sormuştur. Kız sessiz kalmaya çalışmış fakat sonunda o da konuşmuştur. Son kızın da konuşmasıyla birlikte görücüler üç kızın da kekeme olduğunu anlamışlar. Görücüler kızları istemekten vazgeçmişler ve evlerine gitmişler (Sırtbaş, 2014).

Fakir Adam: Eskilerden bir adam çok fakirdir. Hâlinden memnuniyetsiz olan adam rızıkları düzenleyen melek olan Mikail’e kadar gitmeye karar verir. Yola çıkar. Biraz yol aldıktan sonra karşısına bir çoban çıkar, çoban nereye gittiğini sorar. Fakir adam durumu anlatır. Çoban Mikail’e selam söylemesini ve başı çok ağrıdığından dolayı bir şifa istediğini söylemesini ister. Adama oradan ayırılarak yoluna devam eder. Yolda bir çiftçiye rastlar. Çiftçi öküzüyle tarlayı sürmektedir. Ama hiçbir verim alamaz. Adamdan Mikail’den kendisi için de bir çare istemesini söyler. Fakir adam oradan ayrılır. İleride padişahın adamları tarafından yakalanır. Padişahın huzuruna çıkarılır. Padişah kadındır. Padişah durumu dinleyince fakir adama Mikail’e ondan selam söylemesini ve bu halkın sözünü neden dinlemediğini sormasını ister. Fakir adam Mikail’e ulaşır. İstekleri tek tek anlatır. Mikail fakir adamı bir odaya sokar. Orada ucundan su akan musluklar vardır. Birinci musluktan damla damla su akar. Mikail onun fakirlere aktığını söyler. İkinci musluk iğne gibi akar. Mikail onun normal insanlara aktığını söyler. Üçüncü musluk tazyikli akmaktadır. Mikail onun zengin insanlara aktığını söyler. Sonra anlatır selam gönderenlerin şifasını söylemeye: “O çobana selam söyle, bir enayi başı yesin, başının ağrısı geçer. Çiftçiye benden selam söyle, ekip dikmeye devam etsin, toprağının altı hazine dolu. O padişaha da selam söyle kadın olduğu için halk sözüne gitmiyor.” Adam tekrar yola çıkar. Padişahın yanına gelir. Padişaha gelen mesajı iletir. Padişah kadın oluşunun problem olduğunu anlayınca fakir adama evlenme teklifi eder. Fakir adam eğer evlenme teklifini kabul etse belki dünyanın en zengini olacak. Ama fakir adam bu teklifi reddeder. Yola devam eder ve çiftçiye ulaşır. Çiftçiye gelen mesajı iletir. Toprağın altında hazine olduğunu öğrenen çiftçi fakir adama tarlayı beraber kazmalarını ve hazineyi pay etmelerini önerir. Eğer kabul etse belki de çok zengin olacaktır. Fakir adam yola devam eder ve çobanın yanına ulaşır. Çobana gelen mesajı iletir. Çoban tebessümle “Senden başka enayi mi var?” diyerek fakir adamın kafasını koparır ve başının ağrısı gider (Kılıç, 2007).

Çoban ve peri kızı: Bir varmış bir yokmuş. Küçük bir köyde bir çoban yaşarmış. On tane de koyunu varmış. Bir gün koyunları ile birlikte göl kıyısına gitmiş. Çoban gölün kıyısındaki çınar ağacına doğru yaslanırken birden gözleri yoğun bir ışıktan kamaşmış. Bir de ne görsün! Gölün o berrak suyunun içinde bir avuç altın. Usulca altını almış. Evine gitmiş. Altınları bulduğu gece rüyasında o altınları görmüş. Altınları bulduğu yerde bir peri kızı, çobana o altınları yoksullarla birlikte harcamasını söylemiş. Çoban uyandığında rüyasına aldırmamış. Ama her hece bu rüya ile uyanmış ve korkmaya başlamış. Rüyasındaki kızın dediğini yapmaya karar vermiş. Yaptıktan sonra da bir daha o rüyayı görmemiş. Yoksulların dualarını da alarak huzura kavuşmuş. Mutlu bir şekilde geçinip gitmiş.

Efsaneler

İnsanoğlunun tarih sahnesinde göründüğü ilk devirlerden itibaren ayrı coğrafya, muhit veya kavimler arasında doğup gelişen; zamanla inanç, âdet, anane ve merasimlerin teşekkülünde az çok rolü olan bazı masallar vardır. Sözlü gelenekte yaşayan bu anonim masallara dilimizde Arapça; “usture”, Farsça; “fesane, efsane”; Yunanca: “mitos, mit” kelimeleri ad olarak erilmiştir (Kaya, 2007).

Yemişgen Efsanesi: Bu efsane bir mekâna ad verilişiyle ilgilidir. Efsane Gölköy’ün adının “Hapsamana” olduğu dönemde geçmektedir. Ordu- Sivas yolu üzerinde bugünkü Gölköy- Mesudiye ilçeleri arasında Yemişgen Yaylası bulunmaktadır. Bu yaylanın bulunduğu yerden eskiden “gen” adında çok değerli ve şifalı bir meyve bulunurmuş. Bu yoldan geçen bütün insanlar ormana bu meyveyi toplamak için uğrarlarmış. Zamanla bu meyve çok değerli ve çok ünlü olmuş yöre halkı meyvelere “yemiş” dediği için de buraya “gen yemişinin olduğu yer” anlamına gelen “Yemişgen” adını vermişlerdir (Çebi, 2001).

Kesik Baş (Kümbet) Evliyası: Selçuklu devletinden ayrılma Danişmetli gaziler, Ünye-Niksar arasındaki tarihi ipek yoluna sahip olabilmek için, sahilde hükümranlığını sürdüren Pontus-Rum imparatoru ile sürekli savaşmışlardır. Bu savaşlar birçok destan menkıbevi şahsiyetler ortaya çıkarmıştır. Bunlardan biri de bugün Ünye'nin Yiğitler Köyü "Kümbet Tepesi"nde bulunan "Kesik Baş Evliyası"dır. Menkıbeye göre bu zat, müfrezesi ile Rumlara karşı çarpışa çapışa bu tepeye doğru çekilirken tek başına kalmıştır. Birçok düşmanı saf dışı etmesine rağmen sonunda onun kellesinide keserler. Bu zat sol eliyle yerden kellesini alır, sağ eliyle kılıcını kullanarak birçok düşman öldürür. Böyle çarpışa çarpışa bugün gömülü olduğu yere kadar gelir ve orada Mevla'sına kavuşur. Bunun üzerine Rumlar ile Danişment Gazililer arasında bir antlaşma yapılır. Antlaşmaya göre bu kahramanın mezarının etrafı çevrilecek ve korunacaktır. Rumlar bu antlaşmaya uymuşlardır. Bugün bu evliyanın bulunduğu mahalleye "Kesecik", diğer adıyla "Çavuşlu" denilmektedir. Muhtarlık olarak Yiğitler Köyü adıyla geçmektedir.

Menteşe Evliyası: Büyük Selçuklu Devleti dağıldıktan sonra birçok yerde beylikler kurulmuştu. Sivas-Niksar yöresinde de "Menteşe" isimli bir uç beyi beylik kurar. Bu beylik döneminde birçok beyler yaşamıştır. Her biri maceralı bir beylik eçirmiştir. Bunlar hem kendi içlerinde hem de Bizans tekfurlarıyla çarpışıyorlardı. Bu beyliğin askerleri İslâmiyet'i yaşamak ve yaymak için kellesini koltuğuna almış bahadır ve yiğitlerden meydana geliyordu. İşte bu yiğitlerden biri de "Menteş ey"dir. Menteşe Bey, İslam dinini Pont us'a yaymak için Rumlarla birçok savaşlar yapmış, Ünye civarındaki bir savaşta şehit düşmüştür. Menteşe Bey'in kahramanlığına Rumlar çok şaşmışlar ve olduğu yere defnetmek için Türk beylerinden müsaade almışlardır. Bugün bu türbe Ünye ilçesi "saraçlı "m ah ailesinde bulunmaktadır.

Yılancıh Camii: Anadolu'da camilerle ilgili efsaneler çoktur. Bunlardan biri de Ünye'nin Gölce Köyü Yılancılı Camii hakkındadır. Bu efsanenin halk arasında iki rivayeti vardır: Birinci rivayete göre; cami yıkılıp yeniden yapılmak istenir. Halk arasında bu caminin eski yerine mi yoksa başka bir yere mi yapılacağı konusunda anlaşmazlık çıkar. Nihayet ırmağın diğer tarafına yani başka bir yere yapılması kararlaştırılır. Cami inşaatı için gerekli malzemeler yerine yerleştirilir. Sabah olunca halk malzemelerin caminin eski yerine taşınmış olduğunu görür ve şaşırırlar. Tekrar taşırlar, ertesi sabah yine aynı olayla karşılaşırlar. Bu hadise birkaç kere tekrarlanınca halk toplanır ve geceleyin malzemenin başında beklemeye karar verirler. Malzemeyi bekleyenler geceleyin bir ejderhanın geldiğine ve malzemeyi ağzına takarak ırmağın karşı tarafına götürdüğüne şahit olurlar. Bu hadiseden sonra yeni yerin yanlış olduğu kanaatiyle cami eski yerine inşa edilir. İkinci rivayete göre; caminin nereye yapılacağı konusunda anlaşmazlıklar baş gösterince birden bir yılan çıkar ve caminin bir köşesine kelep olur, ondan sonra üç yılan daha çıkar ve diğer kenarlara kelep olurlar. Halk bu yılanların caminin yerini belli ettiğini anlar ve cami eski yerine yapılır. Bu hadise caminin üç inşaatı sırasında da görülmüştür.

Şeyh Yunus: Ünye'nin Şehbaz köyünde medfun bulunan Şeyh Yunus, Peygamber Efendimizden birkaç asır sonra Arabistan'dan Anadolu'ya, İslamiyet’i yaymak için gönderilen evliyadan biri olarak bilinir. Şeyh Yunus'un mezarı buradaki üç dönümlük arazinin herhangi bir yerindedir. Bugünkü mezar ise tahmini olarak yapılmıştır. Sebebi ise bundan yaklaşık 40-50 yıl evvel Şehbaz köyü sakinlerinden yaşlı biri rüyasında Şeyh Yunus'u görür. Şeyh Yunus, ona bugün türbesinin bulunduğu yerde medfun olduğunu söyler ve ondan kendisi için buraya bir türbe yapmasını ister. Ancak rüyayı gören yaşlı adam unutur ve çok hasta olur. Başından geçenleri oğluna anlatır. Vefatından sonra oğlu Şeyh Yunus adına bir türbe yaptırır. Halk arasında onunla ilgili bir hikâye vardır: Bundan elli yıl önce Mekke'de Araplar Ünyeli hacılarla tanışır. Araplar, Hacıların Ünyeli olduklarını öğrenince, Ünye’ye üç kilometre uzaklıktaki Şeyh Yunus'a ait mezarı bilip bilmediklerini sorarlar. Ünyeli hacılar, bildiklerini ve dertlerine deva bulmak ve yağmur duası için buraya çıktıklarını, söylerler. Araplar, Şeyh Yunus'un sülalesinin bugün Mekke'de devam ettiğini, hatta onun türbesini gelip ziyaret etmek istediklerini de söylerler.

Denizci Tiryaki Paşa Yatırı: Ünye meydanında 1950’li yıllarda yaşamış olan Denizci Tiryaki Paşa’ya ait bir mezar bulunmaktadır. Belediye çalışanları bu mezarı buradan kaldırarak meydanı genişletme çalışması yapacakmış. Bir gün dozer çalıştıran kişi kepçesiyle mezarı kaldırmaya uğraşırken kepçe kırılmış. Tesadüf olduğu düşünülmüş mezarı kaldırmak için çalışırlarken kepçe tekrar kırılmış. Bir türlü oradaki mezarı kaldıramamışlar Şimdi ise burayı ziyaret edilebilecek bir mezar haline getirdiler.

Sarıgelin Efsanesi: Perşembe ilçesinin Selimiye Köyü’ndeki Kurşunçal ormanları ile Ordu Altınordu’ya bağlı Karaoluk Köyü arasında bir yerde Sarıkaya (Gelinkaya-Sarıgelin) şelalesi bulunmaktadır. Şelale yaklaşık yüz metre yüksekten aşağıya çağlaya çağlaya akar. Efsaneye göre, bu yörede güzelliği dillere destan olmuş, sarı saçlı, endamlı (uzun boylu), alımlı mı alımlı bir gelin yaşarmış. Sarıgelin arkadaşlarıyla beraber bir gün şelalenin yanına çamaşır yıkamaya gitmişler. Dere kenarına ateş yakmışlar. Su dolu kazanları ateşin üzerine koymuşlar. O yıllarda sabun, deterjan olmadığından kirli çamaşırlar bir göceğe (kenara) koymuşlar, onun üzerine bir bohça (bez), bohçanın üstüne de ocaktan alınan külleri soğutularak aktarmışlar. Çamaşırların üzerine konan bohçanın uçları bağlanmış veya göceğin dışına uçlar sarkıtılmış. Külün üzerine kaynar su dökülmüş ve bu koyma işi birkaç kez tekrarlanmış. Küllü su, çamaşırların kirini pasını yumuşatırmış. Çamaşırlar önce kaynar suda, sonra soğuk suda yıkanırmış. Bu yapılan işleme “haşaya koymak” denirmiş. Çamaşırlar yıkanmış, çalılara asılmış. İşi biten kadınlar kendi aralarında derede birbirlerinin üzerine su atarak şakalaşırlarmış. Kadınlar Sarıgelin’e de su atmaya başlarlar. Sudan kaçan Sarıgelin’in ayağı bir anda kaymış ve şelaleden aşağı kayarak yuvarlanıp ölür. Derler ki o zamana kadar toplu akan şelale, bu olaydan sonra Sarıgelin’in saçları gibi dağınık akmaya başlamış. Şelaleye bakanlar, Sarıkaya ismi yerine gelin saçı gibi dalgalı akan bu şelaleye “Gelinkaya” veya “Sarıgelin” adını vermişler (Kaya, 2012).

Kedi ile Köpek: Cehenneme giderkene kedi sırat köprüsünden geçerken herkesin ayağı kaysın da cehennem ateşine düşsün diye kusarmış. Köpek de gidi onu yalayi cehenneme kimse düşmesin diye. Köpek o yüzden dualıdır (Kılıç, 2007).

Mal Taşı Efsanesi: Perşembe ilçesine bağlı Çandır mahallesinde “mal taşı” adı verilen bir taş bulunmaktadır. Bu taşın içinde altın beşik olduğu söylenmektedir. Bu altın beşiği çıkarmak için yörede birçok kişi çalışmalar yapmış, ama sonuç elde edememiştir. Yine böyle bir çalışma için civar köylerden gelen bir grup kişi çalışmaya başlamışlar. Bir tanesi altın beşiği çıkarmak için taşın içine doğru girmeye çalışmış, tam o sırada birdenbire savruluvermiş. Taş onu öyle bir fırlatmış ki karşı yakada bulunan derenin orada diğer arkadaşları parçalarına ancak ulaşabilmiş (Kılıç, 2012).

Taş Kesilen Gavur Efsanesi: Efsane, Türklerle gayri müslimler arasındaki ilişkileri konu alan bu tip efsanede belirleyici olan esasen «taş kesilme» motifidir. Gönül rızası dışında zorunluluktan gayri müslimle evlenmek veya evlendirilmek istenen inançlı bir kızın bedduası üzerine, bu zorunluluğu doğuran eşya —burada ot yığını— taş kesilir. Beddua, efsanenin dönüm noktasını meydana getirir: «Estir kaba yel estir Bugün dağlara destur Gavurun yığınını S aba hin an taş kestir» Bedduanın kabulüyle ot yığınının taş kesilmesinden sonra, ayrıca «ertesi sabah güney rüzgârı esmeye başlar V3 bütün karları kısa zamanda eritir. Bir müddet sonra da her tarafta otlar bit- meye, tabiat yeniden canlanmaya başlar.»  Bizim varyantımızda, anlaşılacağı üzere, bir motif eksilmesi olmuş ve «Taş kesilme» motifi düşmüştür: «Es vade yeli es, Gavurdan gısmetimi kes!» Bu motif düşmesi olayı bedduanın son iki mısranın düşmesiyle de formal olarak tespit edilmektedir. Paralel olarak, efsanede sadece zorunluluğu doğuran iklim şartlan değişir ve sıkıntıyı yaratan gayri müslimin dolaylı olarak cezalandırılmasından söz edilmez: «Her taraf yemyeşil olup çimenlik açılmış ve boylece hayvanlar da açlıktan kurtularak, kız da gavura gitmeyeceği için çok sevinmiş” (Öztürk, 54).